Mancacılık

Yavuz Özcan
Türkçe Yayın
Published in
4 min readJan 17, 2021
Photo by Boris Smokrovic on Unsplash

O (Allah) ki, yarattığı herşeyi güzel yaptı..

Dolmabahçe’de kuş, Üsküdar’da kedi hastaneleri, cami ve mezarlıklardaki suluklar, kuş evleri, sonbaharda geri dönemeyen ve yardıma muhtaç leylekler için açılmış dünyanın ilk hayvan hastanesi olan Bursa’daki Düşkün Leylekler Evi, Osmanlı Devleti’nin, hayvanlara verdiği önemin en güzel örnekleridir.

Avrupalı gezginlerin seyahatnamelerinde Osmanlı’nın kuşlara, sokak kedi-köpeklerine, yük hayvanlarına besledikleri sevgiden, onların bakımları için kurdukları vakıf ve tedavi merkezlerinden ve hayvanları korumaya yönelik çıkarttıkları kanunlardan sıklıkla bahsedilir.

‘’Dilinde şefkât olur sînesinde cân olanın..’’

Osmanlı’da, muhtaç durumda olan insanlar için aş evleri açılır, insanların dışında kedi ve köpekler de doyurulurdu. Hayvanlara bakılması için uşak tutulur, maaş verilir, fırıncılara ve kasaplara, köpekler için aylık para verilirdi. Sokak hayvanlarının beslenmesi için, bir de meslek oluşmuştu: Mancacılık..

Mancacı, kedi köpek yiyeceği demek olan mancayı, satar; dileyen mancacıdan aldığı yiyecekleri hayvanlara verir, dileyen parasını verir mancacı onların yerine sokak hayvanlarını düzenli olarak beslerdi.

‘’Bu cihânda sanmanız hayvân olan anlar bizi..’’

17. yüzyılda gezgin Jean du Mont, seyâhatnamesine “Türklerin hayırları hayvanlar için bile geçerlidir. Özellikle köpeklere karşı çok müşfiktirler. Türklerde kedi-köpek, at gibi eti için beslenmeyen hayvanları öldürmek suçtur” diye yazmıştır.

1655'de 9 ay yurdumuzda yaşayan Jean Thevenot, anılarında “Ölen bazı kişiler mallarını haftada birkaç defa köpek ve kedileri beslemek üzere bırakırlar; bu vasiyetlerini yerine getirmek için sadakatli ve dindar bir şekilde bunu yapan fırıncı veya kasaplara paralarını bırakırlar” diye yazmıştır.

Gerçekten de o dönemlerde halk, vasiyetnamesinde sokak köpeklerine de yer verir, onlara da bir miktar ayırırdı. Osmanlı Devleti’nin hayvanlara karşı işte bu hassas ve adil yaklaşım ile yaptığı düzenlemeler, sadece tarihteki diğer milletlere değil, günümüzde de, tüm dünyaya emsal teşkil edecek mahiyettedir.

‘’Kime meyleylesin kimden ümîd-i şefkat etsin dil..’’

Şüphesiz böylesi bir toplumun inşasında merhamet timsali Efendimiz (a.s.m)’in hayvanlara yönelik söylemleri etkili olmuştur. Bir keresinde Ebu Hureyre (r.a)’nin rivayet ettiğine göre, Efendimiz (a.s.m) buyurdular ki:

“Bir adam yolda, yürürken susadı ve susuzluğu arttı. Derken bir kuyuya rastladı. İçine inip susuzluğunu giderdi. Çıkınca susuzluktan soluyup toprağı yemekte olan bir köpek gördü. Adam kendi kendine: “Bu köpek de benim gibi susamış” deyip tekrar kuyuya inip, mestini su ile doldurup ağzıyla tutarak dışarı çıktı ve köpeği suladı.

Allah onun bu davranışından memnun kaldı ve günahlarını affetti”. Resûlallah’ın yanındakilerden bazıları: “Ey Allah’ın Resûlü! Yani bize hayvanlar (yaptığımız iyilikler) için de ücret (sevap) mi var?” dediler. Aleyhissalatu vesselam: ”Evet! Her “yaş ciğer” (sahibi) için bir ücret vardır.”

‘’Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır..’’

Efendimiz (a.s.m)’in hayvanlara iyi davranılması gerektiğine dair teşvik edici sözleri olduğu gibi onlara yapılacak zulmü engellemek adına da caydırıcı söylemleri olmuştur. Mesela Efendimiz (a.s.m) Miraç hadisesini anlatırken şöyle bir olaydan söz eder:

“Ben miraca çıktığımda bana cehennem gösterildi. Baktım ki içinde bir kadın azap görüyor. Sebebini sordum. Bana şöyle denildi: O bir kediyi hapsetmiştir; Ona ne bir şeyler yedirmiş ne de ona su içirmiştir. Ölünceye kadar haşerat türünden şeyleri yemesine dahi müsaade etmemiştir. Bu nedenle bu kadın cehennemde azap görmektedir.”

‘’Sevâd-ı cürm ile kesmem ümîdi nûr-ı rahmetten..’’

Allah, merhametli olanlara rahmetle muamele eder. Öyleyse, sizler yeryüzündekilere karşı merhametli olun ki, semâda bulunanlar da size rahmet etsinler. Sözlerimizi Allah’ın rahmetini hatırlatarak hitama erdirelim, sağlıcakla kalınız..

Amir’den nakledildiğine göre Resûlullah bir gün ashabıyla birlikte otururken elinde üzeri sarılı bir şey bulunan bir adam gelir ve Efendimiz’e şöyle der:

– Ey Allah’ın Resûlü seni görünce buraya geldim. Gelirken bir ağaç kümesinin yanına uğradım. Orada bir kuşun yavrularının seslerini işittim de hemen onları alıp elbisemin arasına sardım. Derken anneleri gelip başımın üzerinde dönmeye başladı. Neticede ben yavrularının üzerini açtım, anne kuş gelip onların üzerine kondu. Ben tekrar üzerlerini örttüm. Şimdi onlar işte burada benimle beraberdir. Nebiyy-i Muhterem:

“– Onları hemen bırak” diye emretti. Adam da bıraktı. Ama anneleri yavrularını terk etmedi. Bunun üzerine Fahr-i Kâinât ashabına sordu:

“– Şu annenin yavrularına şefkatine hayret ediyorsunuz değil mi?” Ashap:

– Evet, yâ Resûlallah, dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz:

“– Beni hak ile gönderen Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun ki, Allah’ın kullarına karşı rahmeti, şu anne kuşun yavrularına karşı taşıdığı şefkatten daha fazladır. Onları götür, aldığın yere koy, anneleri de beraber olsun” buyurdu. Adam da onları tekrar geri götürdü.

--

--