Mavi Kelebek | 1

İdil Altıntaş
Türkçe Yayın
Published in
7 min readSep 6, 2020
Photo by Karina Vorozheeva on Unsplash

Bir gencin omzuna, gökyüzünün rengini çalmış ve kendi üzerine giymiş mavi bir kelebek kondu. Genç ise sırtındaki çantanın ağırlığı altında ezilirken durmaksızın yağan yağmurdan korunmak için durağa saklanmıştı. Geç saatte okulundan evine dönüyordu. Yağmur, üzerinde tek bir kuru damlalık yer dahi bırakmamıştı. Sırılsıklam bir halde koşarak durağa sığınmış ve kendisi gibi yağmurdan kaçınan birçok insanın arasına karışmıştı. Şimdi durakta sıkışmış bir halde, gelecek otobüsü bekliyordu.

O gün yağmur bulutları ve rüzgâr birbirine savaş açmış gibiydiler. İki taraf da gökyüzüne hâkim olmak istiyordu lakin çıkardıkları savaşın çilesini çekenler, artık bu vahim havaya alışmış ve suskunluğa bürünmüş insanlardı. Gözlerini kapatmış ve ağızlarını yummuş insanlar, gökyüzünden yayılan öfkenin tesiri altında kalarak savaşın birer parçası oluyorlardı.

Gencin adı Ozan’dı. Etrafını duvar gibi saran ve kalabalığın önünden koşarak geçen insanların yüzlerine baktı. Hepsinin gözleri, üzerinde yürüdükleri kaldırım taşının rengini almıştı. En genç olanların bile alınları sürekli çatmaktan kırış kırış olmuştu. Bu insanlar gökyüzünün etrafa yaydığı öfkenin bağımlısı olan insanlardı. Bu insanlar, yaşadıkları hayatın asıl amacını unutmuş ve bunun eksikliğiyle yaşayan kişilerdi. Hayatlarında sevgi, sadece çocukluk anılarından kalan birkaç küçük kırıntıydı. Fakat Ozan onlar gibi değildi.

Kelebek hala omzundaydı ama henüz farkına varmamıştı Ozan. Etrafına, insanlara, kendini korumak için sığındığı engin dünyasına o kadar çok dalmıştı ki gökyüzünün zıttı küçük maviliğin omzunda durduğunu fark etmemişti.

Tıpkı Ozan gibi kendini bu bitik dünyanın havasından koruyan birkaç taze ruh hala vardı ve etraflarını saran yok edici zihniyete rağmen hala varlıklarını sürdürüyorlardı. O insanlardan bir tanesi, küçük bir çocuk, tam da kalabalık durağın önünden geçerken Ozan’ın habersizce omzunda taşıdığı kelebeği gördü. Kelebek onu öylesine heyecanlandırmıştı ki elini tutan annesinin koluna asılarak onu durdurmaya ve kelebeği annesine de göstermeye çalışmıştı.

“Anne, bak! Görüyor musun mavi kelebeği? Hem de kışın ortasında! Anne! Baksana!”

Fakat çabaları bir işe yaramamış ve annesi tarafından zorla sürüklenirken gözleri arkasında kalmış bir vaziyette uzaklaşmıştı duraktan.

Yine de Ozan çocuğun yaptıklarına gözleriyle şahit olmuş ve heyecanlı sesini işitmişti. Merakla çocuğun göstermeye çalıştığı şeye bakmak için başını soluna çevirdiğinde nihayet fark etti küçük mavi kelebeği. Ve kelebek de sanki Ozan’ın onu görmesini bekliyormuş gibi havalanmıştı olduğu yerden.

Bazı anlar vardır ki yüreğimizden gelen ses bütün dünyayı susturur. Kalp atışlarınız yön verir adımlarınıza. Mantığınızın ne dediğinin bir önemi yoktur. Çünkü yolunuz yanlış da olsa doğru da olsa gitmek, görmek ve öğrenmek istersiniz. Yüreğinizden gelen sesin nasıl olur da bütün dünyayı susturabildiğini anlamak istersiniz.

İşte tam da öyle bir anda bütün dünya sessizliğe gömüldü Ozan için. Tek işittiği kelebeğin minik kanatlarının çıkardığı sesler oldu. Kelebek yön verdi adımlarına. Mantığı ona yarına kadar yetiştirmesi gereken onlarca kâğıt soru varken bu yağmurda bir kelebeğin peşinden gitmenin saçmalık olduğunu söylüyordu. Haksız da sayılmazdı ancak önemi yoktu. Hiçbiri Ozan’ın kafasındaki birkaç minik sorudan daha değerli değildi o an.

Bu yağmurda bu kelebeğin işi neydi ve neden onun omzuna konmuştu? Tesadüf diyerek bu küçük mucizeyi pekâlâ görmezden gelebilirdi. Ancak yüreği bunun bir tesadüf olmadığını söylüyordu ona. Kelebeğin peşinden gitmeliydi ki öğrenebilmeliydi. Yolun sonunda karşısına çıkacak şeyin önemli olduğunu hissedebiliyordu

Kelebek yağmurla dans eder gibi bir o yana bir bu yana süzülürken Ozan anın büyüsüne yapılmışcasına onu takip ediyordu. Yağmur damlalarının küçük mavi kelebekle bir alıp veremediği yoktu bu yüzden onu es geçiyorlardı. Kelebek de bu sayede dansına devam edebiliyordu.

Ozan gözünü kelebeğin etkisinden ayırabildiği kısacık birkaç saniyede etrafındaki insanlara baktı. Hiçbiri kafalarının üstlerinde kanat çırpan bu minik güzelliği fark etmiyordu. Yanından geçen her bir insan Ozan’a göre eksik insanlardı. Hepsi, gözlerinin önünde gerçekleşen güzellikleri göremeyecek kadar kör ve ardından hayatın çirkinliğini savunacak kadar nankördüler.

Photo by Alex Knight on Unsplash

Ozan bakışlarını tekrardan kelebeğine yönelttiğinde daha önce defalarca buradan geçmesine rağmen fark etmediği bir ara sokağa girerken gördü kelebeğini. Ardından telaşla koşarak dar sokağa girdiğinde rüzgâr artık o kadar sert esmiyordu ve yağmur ansızın kesilmişti. Ozan şaşkınlıkla etrafına baktığında az önce bulunduğu yerle zerre alakası olmayan bir sokakta buldu kendini. Kelebek önünde ilerliyordu.

Girdiği sokak oldukça geniş bir yerdi. Taş duvarlar dünyanın gizli köşelerinde saklanmış birkaç güzel renkle boyanmıştı. Uzun cam pencereler vardı ve giriş kattaki pencerelerin hiçbirinde parmaklık yoktu. Açık camların ardında evlerin sahiplerini görmüştü. Pencerelerin önünde, topraktan yapılmış saksılarda çiçekler bulunuyordu. Ozan bazılarını daha önce hiç görmemişti. Büyük ihtimalle tarihin yıpranmış sayfaları arasında hafifçe bahsedilen yüzlerce çiçeklerden biriydi onlar da.

Ozan ilerlemeye devam etti. Ayak bastığı kaldırımlar alışık oldukları gibi değildi. Kirli ve gri değildiler. Taşların arasından sıyrılmış minik yeşilliklerle örtünmüşlerdi. Sıcak kokular sarıyordu etrafı. Çevresindeki insanların muhabbet ettiklerini görüyordu, şehirde olduğu gibi birbirlerine bağırıp kavga ettiklerini değil. Ozan sırılsıklam bir halde şaşkınlığının da etkisiyle ağır ağır yürürken caddedeki birkaç insan onu fark etmişti. Saçlarına, geçirdiği acılar yüzünden değil de yaşadığı her bir tecrübenin akı düşmüş yaşlı bir kadın geçti yanından. Yaşlı kadının dudaklarında ufak bir tebessüm belirdi Ozan ile göz göze gelince. Oldukça sıcak ve çok tanıdık bir gülümseme. Yaşlı kadını daha önce de gördüğünü anımsadı Ozan. Henüz daha küçük bir çocukken evlerinin yakınında bir yerlerde bir çiçekçi dükkânı vardı kadının. Betonlaşmış iç karartıcı evlerinin arasındaki tek renkli mekandı onun dükkânı. Çölün ortasındaki vahaya benzetirdi onu Ozan. Sonrasında ise esrarengiz bir şekilde kayboldu çiçekçi dükkânı. Ozan da büyüdükçe unuttu küçük renkli vahasını.

Çiçekçi kadının tıpkı eskiden sattığı çiçekler gibi renkli gülümsemesine karşılık verdi Ozan. Evlerin önünde ilerledikçe yeni insanlar çıktı karşısına. Bazıları tanıdıktı. Az ilerisinde, çevresine toplanan genç kadını televizyonda görmüştü. Nefretin hâkim olduğu dünyanın suskunluğuna itiraz ediyordu kadın. Pencereden dışarıyı seyreden küçük kızı, okulunun karşısındaki ışıklarda görüyordu hep. Yaz kış fark etmeksizin dolaştığı ince giysileriyle bir kere dahi olsun üzgün görmemişti kızı. Yüzünde her şeyin güzel olacağına inanan tebessümü ile mendil satan kıza çok kez yardım etmişti. Küçük kızla göz göze geldiklerinde kız da onu hatırlamış olacak ki heyecanla el salladı. Ozan da ona başıyla selam verdi. Kızın umut dolu gülüşü sonunda yerini bulmuş olduğu için sevinmişti. Ozan gittikçe daha da tanımaya başladığı simalarla karşılaştı. Buradaki insanların her biri hayatının bir noktasında ona dokunmuş kişilerdi. Ne zaman dünyanın karanlığı içinde boğuluyormuş gibi hissetse karşısına çıkan insanlardı buradakiler. Hepsini hatırlıyordu Ozan, tıpkı onların da Ozan’ı hatırladığı gibi.

Ozan insanların seyrekleştiği yerlere gelince hatırladı onu buraya getiren küçük mavi kelebeği. Telaşla bakındı etrafına ancak mavi kelebekten bir iz göremedi. ‘Buraya kadar mıydı?’ diye düşündü içinden. Kelebeğini kaybettiği için bir üzüntü burktu içini. Tam da umudunu kaybedip geldiği yolu geri dönecekken sol omzuna dokunan el ile duraksadı. Karşısında mavi elbisesi, mavi gözleri ve açık kahve saçlarıyla kendi yaşlarında genç bir kız duruyordu.

Photo by Fabrizio Conti on Unsplash

“Ozan,” dedi derinden gelen sıcacık sesiyle. “Buraya gelmeni uzun zamandır bekliyorduk.”

Ozan genç kıza baktığında mavi elbisesinin ve gözlerinin tonu ile kelebeğin kanatlarındaki maviliğin tıpatıp aynı olduğunu fark etti. Karşısındaki kızın kim olduğunu tahmin etmek çok da zor değildi. Ozan ona fazlasıyla buraya aitmiş gibi hissettiren bu yerin neresi olduğunu bilememesinin şaşkınlığıyla konuştu. “Burası da neresi böyle?”

Genç kız gülümseyerek yanıtladı onu. “Burası güce olan sevginin değil, sevginin gücünün hâkim olduğu saklı bir dünya. Biz buraya ‘Kelebekler Şehri’ diyoruz.”

Ozan hala şaşkındı ve şaşkınlığı hala sesine yansıyordu. “Kelebekler Şehri mi?”

“Evet, öyle.” diyecek oldu mavi elbiseli kız. “Kelebeklerin neden kısa ömürlü olduğunu bilir misin?”

Ozan hayır dercesine başını salladı. Kız da onu aynı sımsıcak ses tonuyla yanıtladı.

“Çünkü kelebekler güzel kanatlara sahip olduklarında yaşadıkları dünyayı daha güzel bir yer haline getirebilmek için çırparlar kanatlarını. Lakin bunu başarabilmek minik kelebekler için fazlasıyla zorludur. Bu yüzden küçük kanatları ile büyük işler başarabilmek için çok uzun zaman önce bu yeri kurmuşlar.”

“Bu şehirde güzelliklerin farkında olan insanları toplayarak onları koruyoruz. Bu sayede içlerindeki iyilik her daim tazeliğini koruyor ve asla pes etmiyorlar. Bir süre sonra ise onları tekrardan evlerine gönderiyoruz. Daha güzel bir dünya yaratabilmek için bitmez tükenmez bir çaba ve inançla mücadele ediyorlar. Yani küçük kanatlar ile büyük işler başarmış oluyoruz.”

“Kelebek etkisi…” dedi Ozan eksik taşlar yavaş yavaş kafasında oturmaya başlarken.

“Kesinlikle.” Dedi mavi elbiseli kız. “Aslında kelebekler kısa ömürlü değillerdir. Sadece kanatlarını çırpmaya başladıktan sonra, bu dünyaya ait insanları buraya getirmeyi kendilerine görev bilirler. Tıpkı benim seni tam da bulunduğumuz noktaya getirmem gibi.”

Ozan omuzlarına büyük bir yük eklediğini düşünerek kısacık bir telaşa kapıldı. “Ama- ama ben bunu yapabilmek için yeterli değilim. Hem beni tanıyan insanlar var. Yokluğumu fark edeceklerdir.”

“Hayatta hiçbir insan yetersiz değildir Ozan. Sadece kendi yeterliliklerini yeterince tanıyamamıştır.” diyerek yanıtladı onu genç kız. “Seni tanıyan insanlara gelecek olursak, maalesef seni bir süreliğine unutacaklar. Tıpkı sevgiyi ve sevgiye dair her şeyi unuttukları gibi.”

Ozan durdu ve düşündü. Geride kalan hayatında hep bir noksanlık vardı onu rahatsız eden. Neyi bulacağını bilmediği bir arayış içerisindeydi her daim. Şu an ise önünde aydınlık bir gelecek uzanıyordu. Bugüne kadar bulamadığı amacını sonunda bulmuştu. Ait olduğu yerdeydi. Arayış son bulmuştu. “Yani bundan sonra burada kalacak ve mücadelenizde size yardım edeceğim, öyle mi?”

“Aynen öyle.” dedi mavi elbiseli kız son kez Ozan’ın omzuna dokunarak. “Aramıza hoş geldin.”

Photo by Ray Hennessy on Unsplash

--

--