Mecburi Katılım

Gül Tekin
Türkçe Yayın
Published in
3 min readMay 12, 2020

“Eğitim, bir kimseyi ya da bir hayvanı duyguca, davranışça, görgüce istenilene, yani güdülen ereğe göre biçimlendirme işidir.” (Ali Püsküllüoğlu, Öz Türkçe Sözcükler ve Terimler Sözlüğü)

Mecburi katılım sağlanan bu karantina dönemlerinde insanların ilgi odağını, kamu sağlığı ve bir diğer mecburi katılımı öngören eğitim-öğretim sorunsalı oluşturmakta. Psikolojik savaş içinde olduğumuz bu dönem, son zamanlardaki mecburi katılımı, bu karantina sürecinden ibaret olan birisini ister istemez “Ne olacağım” sorusuna cevap aramaktan ziyade “Ne oldum” sorusunun peşinden koşmaya itiyor. Hal böyle olunca da, gözümde canlanır koskoca mazi. Gözümün önünden, eğitim adı altında girdiğimiz yarıştaki bir yarış atının hızıyla geçen koskoca mazi beni nasıl bir neticeye ulaştırdı dersiniz? İsterseniz herkesin neticesi kendisinde kalsın, benim senelerdir sorguladığım ve karantina vesileyle yine gündemime aldığım bir isim üzerinde yoğunlaşalım. Milli Eğitim Bakanlığı. Hani herkesin neticesi kendisinde kalacaktı der gibisiniz. Ancak ben, gerçek anlamda isim olarak kullanılmış ‘eğitim’ kelimesi üzerine yoğunlaşmaktan ve tüm neticelerin sebebinin buradan gelme ihtimalinden bahsediyorum. Şöyle ki;

Eğitim kelimesi, “Ağaç yaş iken eğilir.” atasözümüzün fiilinin kökü olan “eğmek” kelimesinden türetilmiştir. Bu atasözümüz ile, bilgi dağarcığı gelişimi noktasında, çocuk yaştaki bir bireyin gelişime daha açık olduğu sonucuna ulaşmak mümkünken, burada asıl anlatılmak istenen insanın karakterinin, ahlaki değerlerinin temel taşlarının bu dönemde atıldığıdır. Kişiyi eğmek, onu şekillendirmektir. Şekillendirmek ise, kişinin ancak karakteri üzerinde söz konusu olabilir. Zira, bilgi gelişimi neticesinde herhangi bir şekillendirme söz konusu değildir. Bahse konu bilgi gelişimi, öğrenim ile mümkündür.

Göreceğiniz üzere, eğitim alındığı temeline oturtturularak isimlendirilen bakanlığımızın adının tartışma konusu olması kaçınılmaz olmaktadır. Bu noktada, asıl amacı bu olmamakla birlikte, dahil olunan sistemin çocuklara aynı zamanda ahlaki ve disiplinel değerler de kattığı öne sürülebilir. Ancak tekrar etmekte fayda olan şey şudur ki, okullar ahlaki değerler eğitimi temelli olmayıp ilmi gelişim amacı taşımaktadır. Aksi halde, çocuklar, alınan eğitim neticesinde, bilgi sınamalarına tabi tutulmazlardı.

Kendi aralarındaki etkileşiminden kaynaklı olarak çocukların karakterlerindeki olumlu veya olumsuz değişimleri, sınıfta ve okulda uyulması gereken kurallarla toplu halinde yaşamanın gerektirdiği düzene uyma ihtiyacını ‘Eğitim sistemi’ denilerek okullara izafe edilmesini kabul etmek mümkün değil. Zira, bir toplumun parçası olabilmesi ve ona ayak uydurabilmesi için çocuğun okula gitmesi zaruret teşkil etmemektedir. Çünkü bunlar, toplumun en küçük birimi olan aile içerisinde de kazanılabilinir. Okulların ailede kazanılamayacak bir ‘eğitim’i vaadettiklerini öne sürebilir misiniz?

Aksi takdirde, okul vb. öğretim kurumlarında icra edilen ve kutsallığına inandığım mesleğin adının öğretmenlik değil, eğitmenlik olması gerekmez miydi? Tabi, bakanlığımızın ismini sorgularken bunu dayanak göstermek biraz ironik kaçıyor ama olsun. Düşüncemin aksi görüşünde olanlar belki bu antitez konusu üzerinden bir izahatte bulunabilir.

Tüm bunların yanı sıra, üzerinde durulması gereken bir diğer nokta ise, yirmi iki yaşında mezun olmuş bireylerin çocukları ne kadar ‘eğitebileceğidir’. Söylemimin küçümseme içermediğini vurgulamakla birlikte, mesleğe henüz atılmış bahse konu öğretmenlerimizin yaşama dair edindikleri deneyimleri bir çocuğun “eğitim”ine yetecek düzeyde olmasa gerek. Konumuz öğretim olsaydı, boynum kıldan ince olup saygım ise sonsuzdur. Ancak ilk defa ebeveyn olan birçok bireyin çocuklarının eğitimi konusunda kendi ebeveynlerinden yardım aldıkları gerçeği, düşüncemin yanlış olmadığı izlenimi yaratıyor bende. Bilmem yanılıyor muyum?

Kısacası; “eğitim” verildiği iddia edilen bu kurumlarda ezber haline getirilen dil bilgisi dersinin mantığa oturtularak “öğretilmesi” ile sisteme karşı oluşan algının kırılmasının ilk adımı atılabilir. Okullarda ‘öğrenim’ gören çocuklara, ‘eğitim’ felsefesinin mantığının ‘öğretildiği’ günlere…

NOT: Bu yazıyı yazdığım sıralarda denk gelen bir filmi de önermek isterim: Captain Fantastic.

--

--