‘Modern’ İnsan ve ‘İlkel’ İnsanın Bir Günü
Bir süre öncesine kadar tatildeydim. Tatil demek biraz da günlük hayatın hayhuyundan sıyrılmak demek anlamına geldiği için biraz yavaşlayıp bazı şeyleri düşünme fırsatım oldu. Geçmiş zamanlarda yaşayan atalarımızın bir günü nasıl geçiyordur diye düşündüm mesela.
Sahi nasıl geçiyordur atalarımızın bir günü?
-Sabah güneşiyle uyanma.
-Tüm hane üyelerinin katılımıyla kadınların topladığı bitkilerle çay, meyvelerle kahvaltı.
-Aile bireylerinin hep beraber sohbet etmesi, çocukların doğa içinde kardeşleriyle oyunlar oynaması.
-Öğle şekerlemesi.
-Hatun kişisinin dalından meyveler, kuruyemişler toplaması, en yakın kaynaktan su taşıması. Er kişisinin avlanmak için köyden ayrılması ve avlayabildiği hayvanları eve getirmesi.
-Belki 5 çayına komşu ziyareti, ev gezmesi ))
-Aile bireylerinin hava kararmadan eve dönmeleri. Hep beraber akşam yemeği yemeleri. Hatta şanslılarsa izini sürüp buldukları balları bile vardır belki tatlı niyetine.
-Doğanın sundukları için şükür duası.
-Hava kararması ile yeni güne hazırlık için uyumaya geçilmesi.
-Kapanış.
Ya modern insanın bir günü?
-Alarmla şoklanarak uykudan uyanma. Güç bela yataktan kalkma. Araya küfür serpiştirme hala enerji varsa lanet okuma.
-El, yüz yıkama belki duş alma(?)
- Fırsat varsa en pratik olanından bir şeyler yeme/içme. Yoksa ulaşım aracında/iş yerinde poğaçayla geçiştirme.
-Giyinme, kendine çeki düzen verme, makyaj yapma son rötuşlar.
-Geç kalma endişesiyle evden çıkış. İşe yetişmeye çalışma, sık sık saati kontrol etme.
-Trafiğe yakalanma. Bir sürü mutsuz insan ile beraber aynı yöne gitme.
-Giriş kartı okutup nezaketen ofise yönelme.
-Acele yetiştirilmesi gereken işler, e-postalar, raporlar, sabır gösterilen çalışma arkadaşları, samimiyetsiz profesyonel tebessümler, boyun- bel ağrıları, sorununun ne olduğu anlaşılmayan idarecilerle öğle paydosu olur.
-Öğlen sağlıksız ve bir o kadar pahalı yemekler, dedikodular, sosyal medya kontrolü, samimiyetsiz iletişimler geçer zaman.
-Öğleden sonra, toplantılar, deadline’ı yaklaşan projelerin power point sunumları, komik olmamasına rağmen gülünen soğuk espiriler, fırsat buldukça sosyal medya gezintileri. Dinliyormuş gibi yapıp rutin tepkiler.
-Gün içinde bitiren işlerin kontrolü, yarın yapılacakları planma ve paydos.
- Trafik. Saygısız sürücüler. Kavga etmek için fırsat kollayan yolcular. Ter kokuları.
-Eve ulaşma. En yakın marketten alış-veriş yapma. Fiyatı her geçen gün artan, genetiği değiştirilmiş ürünler.
-Acele yapılan yemek. Bulaşık. Çoluk çocuk. Ses olsun diye açılan televizyon. İletişim kurmayan aile fertleri. Elden düşmeyen telefon. Her şey dahil otelin ilk taksiti. Krediler, borç harç. Hesap kitap işleri.
-Gece yatağa 12’de gidip 1 saat kadar da günün sıkıntıları düşünüp ertesi günü düşünme keyifsizliği.
-Gece 1’de yorgunluktan sızma. Kabuslar. Bilinçaltına atılan meseleler. Sık sık uyanma.
-Kapanış.
Yeni günde aynı döngü, benzer kaygılar, aynı endişeler..Pek değişmiyor.
Yaşadığımız modern dünyanın insanlık tarihinin en rahat dönemi olduğu söyleniyor. Evet, belki karnımızı doyurmak için bizon avlamamız, su ihtiyacımız için kuyudan su çekmemiz gerekmiyor ama bu modern dünyada çok daha fazla şeyin kaygısını duyup mücadelesini veriyoruz.
Milan Kundera Ayrılık Valsi isimli kitabında bu hususla ilgili güzel dizelere sahip:
“Bu ülkede insanlar sabahlara saygı göstermiyorlar. Uykularını bir balta vuruşuyla kesen bir çalar saatle kendilerini kabaca uyandırtıyorlar ve hemen uğursuz bir aceleciliğe bırakıyorlar kendilerini. Böylesi şiddet hareketiyle başlayan bir günün devamının nasıl olabileceğini bana söyleyebilir misiniz? Çalar saatlerinin her gün küçük bir elektrik şoku geçirttiği bu insanların başına ne gelebilir? Her gün şiddete alışıyorlar ve her gün zevki unutuyorlar. Bir insanın yaradılışını oluşturan, inanın bana, bu sabahlardır.”
Milan Kundera’nın dediği gibi gün içinde başımıza pek iyi şeyler gelmiyor. Sürekli yetiştirmemiz gereken işler, içimizde kalan sözler, radyasyon saçan elektronik cihazlar, genetiği değiştirilmiş ürünler, taksitler, bitmeyen krediler, dedikodular, samimiyetsiz ilişkiler…
Liste uzayıp gidiyor. Tekrardan ilkel kabile hayatına dönelim demiyorum elbette. Bu yoldan dönüşümüz yok. Biz o hayatı da yaşamayı beceremeyiz çünkü. Biliyorum.
Hayatımızı idame ettirmek için bugün geçmiş zamanlara göre çok fazla ama gerçekten çok fazla enerji harcıyoruz. 20 günlük tatil yapabilmek için kalan tüm günlerimizi feda ediyoruz. Ve bu stresin, sıkıntıların, kaygıların bedelini ise ileriki yıllarda yaptığımız tüm birikimimizi kullanarak sağlığımız pahasına ödüyoruz.
Biraz karamsar bir yazı oldu biliyorum ama tüm bu sıkıntılardan sıyrılabilmek nefes alabileceğimiz alanlar yaratmak da yine bizim elimizde. Elimizden geldiğince.
Sevgiler.
Podcast| Youtube | Slack | Facebook | Twitter | Instagram | Kodcular