Büyükbabam; Mustafa Asarkaya

Molla Mustafa

Kadir Kocamanoglu
Türkçe Yayın
Published in
3 min readJun 29, 2024

--

Oğlum sen benimle gel, ufak tefek yararın olur dedi. Rahmetli bildiği bir işi yaparken üzerine olmayı severdi. Ağıl derler bizim orada işte; çalılardan, ağaç kazıklardan destek alarak örülen, hayvanlar tarlayı takımı geçip de ekili dikili ne varsa esirgemek için çekerlerdi. İşte bu ağıl da bildiği, keyif alarak yaptığı işlerden biriydi ama kıyamazdı etrafındaki çocuklara; ikindiyi kılayım da öyle gideriz oğlum dedi bana hem güneş de biraz enginleşecekti onun tabiriyle.

Bir yandan tırpan, iş eldivenleri ve börkünü de ayarladık. Mevsimi fark etmeksizin börkünü giymeden bir yerlere çıkmazdı, o börk sadece kapalı bir mekanda otururken veya bir manzaraya karşı durup istirahat ederken kafasında olmazdı. Acele ettiğine denk gelmedim hiç ama nedense yola çıktıktan sonra her zaman hızlıydı. Belki yıllarca devlet memurluğu (muhtarlık) yapmanın verdiği bir tecrübenin bir ürünüydü bu. Çocukluğunun bir döneminin at sırtında geçmesi de yollarda onu hızlı etmiş olabilir. Çünkü biz Türkler; giden yolcunun ardından su dökeriz, su kadar hızlı ve doğrudan varabilsin diye gideceği yere. İçecek su veren birine su kadar aziz olmasını dileriz. O misal; belki çocukluğunda at gibi Kutlu bir hayvan ile hemhal olmasıyla yaptığı işlerin içindeki acelecilik hızlı etti kendisini, bilemem. Ama bildiğim bir durum varsa en çok da gün geçip gittikten sonra, yaz gününe o toprak dama koyulmuş bir masa ve oradaki sandalyeye kurulduğundaki düşünceli tavrının barındırdığı bilinmezlikti. Ne düşünüyordu ki tütünü sararken o kağıda? Çakmaktan çıkan ateşin şavkı siyah gözlerinin parlatırdı. Hayatımda sigarayı bir insana bu kadar az yakıştırdığım olmuştur. Oturup kalkarken hep bir kıraat sahibiydi; çulda, çardakta, minderde ve divanda hep bağdaş kurardı tüm Türkler gibi. Sakalı hep tıraşlı ama her zaman bıyıkları olurdu. Saçlarını geriye doğru tarardı. O duruşunun, tavrının ve mimiklerinin her zaman bir ağırlığı vardı. Köye gitmek demek bizim için sadece tatile gitmek değil; dedemin dizinin de dibinde olmak demekti. Kendimi o geleneksel hiyerarşinin içinde sevilen bir çocuk olarak büyüdüğüm için şanslı saymışımdır hep. Orada yine o ağılı yapacağımız gün bunları düşünürken o gelinceye kadar bir çay içtim, sonra dedi işte oğlum hadi gidelim. Dayılarım neyse, ben de oydum nezdinde; “Oğlum” derken yüreğinin ta içinden gelirdi.

Tırpanı ben aldım, kendisi de börkünü giydi ve iş eldivenlerini aldı. Bir yandan da aman dikkat et; bak tırpan böyle taşınır diye demeden etmedi. Her işi bir tembih ile olurdu; hem güvenlik için hem de yıllarca yürüttüğü otoritesinin bir parçası olarak vücut bulurdu böyle söylemleri. Güneş aşıp gittiği sıralarda, iş bitene kadar çalıştık, hava karardı ama biz o işi bitirmeden dönmedik o gün. Onun için yapılan iş isterse çocuk oyuncağı olsun, hep ciddiye alırdı. Bu ciddiyeti kimse aşamazdı ve o ciddiyet karşısında ondan daha büyükler dahi saygı duyardı. Akranım olan komşu çocukları için; “Muhtar Emmi” kendi akranları için onların döneminde verilen medrese eğitiminden kalan bir alışkanlıkla “Molla Mustafa” idi o. Benim ise “Büyükbabam” idi, dede kelimesini samimiyetsiz bulurdu. Gördüğüm, tanıdığım ve bildiğim eskilerin adamlarının sonuncularından biriydi, çok kişinin, arkadaşı, dostu ve akranının cenaze namazlarını kendisi kıldırdı. Kendisinin sebebi de yine o çok severek sardığı ve içtiği sigaradan oldu. Akciğer kanserinden kaybettik onu. Sebep vererek anlatıyorum zira onun kadar dini anlamda teslimiyet içinde olan az kişiye denk geldim. “Ecel tekaddüm teahhür etmez.” derdi, insanın vakti dolunca ne bir saniye ileri ne de bir saniye gerisi olmazmış. Allah’ın takdirine bu denli bağlıydı ömrü boyunca. Ruhu şad olsun..

--

--

Kadir Kocamanoglu
Türkçe Yayın

Rüya gezgini, düş mimarı ve hikaye anlatıcısı. İçeriklerin devamı için takip edin lütfen.