Musa’yı Beklerken

Zeliha turk
Türkçe Yayın
Published in
6 min readOct 14, 2023
Photo by Marc-Olivier Jodoin on Unsplash

Gözümü açtım, her yer karanlık. Ellerimle bulunduğum yeri anlamaya, oturduğum zeminin yüzeyini anlamlandırmaya çalışıyorum. Ne toprağa, ne taşa, ne de betona benzemeyen bu yerde hafif bir suyun içerisindeyim. Su iki üç santim ya var ya yok. Fakat üstüm başım çamura bulanmış, elim kolum sıyrıklar içerisinde, zihnimin karıştığı bu çukurda tek başımayım. Gözlerimi açıp kapamama rağmen değişmeyen bu mekansızlık hissine rağmen ellerimle gözlerimi kapatıp düşünmeye çalışıyorum.

-Ben buraya nasıl düştüm?

Her sabah işe gitmeden yaptığım şeyleri bu sabah yine yaptım. Akşamdan toparladığım salonu ve mutfağı huzur içerisinde havalandırdıktan sonra koridordaki geri dönüşüm çöplerini kapıya bıraktım. Kedimin kumunu temizleyip yemini verdim. Güzelce sarılıp öptükten sonra kıyafetime uygun ayakkabımı seçip minik evimden sokağa ilk adımımı attım. Merdivenlerden sağdan yürürken hep merdivenin basamaklarında oturan komşu çocuğunun bugün olmadığını fark edip, adımımın yönünü değiştirmemenin huzuruyla yürüdüm. Kulaklıklarımı kulağıma yerleştirip yola koyuldum. Elimdeki çöp poşetlerini özenle kovalara yerleştirdikten sonra bineceğim otobüsün durağına doğru yürümeye başladım. Şehrin günden güne kirlenen havasını haftada iki defa çıkarak içime çektiğim için şükredip tabletimi açtım. Hazırladığım dosyalara son bir defa göz atıp, kulaklığımdan müziğimi dinlemeye devam ettim.

Uzun olmanın en büyük faydasını toplu taşımada aynı nefesi soluyup almamakla görüyordum. Ortalama 1.70 olan bu toplulukta tavana yakın boyumla hem onlardan uzak kalmayı, hem de birçok manzaraya şahit olmamayı tercih edebiliyordum.

İş yerine vardığımda katılmam gereken toplantıda haftalık işlerimi teslim edip kontrolleri yaptırıp çıkmaya hazırlandım. Evden çalıştığım bölüm arkadaşlarımla vedalaşıp ayrıldım. Karakterimden gelen soğukluk ve insanlarla kurduğum ilişkilerdeki mesafe işimin de katkısıyla git gide topluma karşı bir duvar örmeye dönüşmüştü. Ne arkadaşlarımı, ne apartmanı ne kardeşimi ne toplumu ne de dünyayı merak eder olmuştum. Çalışıyordum, maaşım zamanında yatıyor ve yalnızdım. Hobilerime zaman ayırıyor, evde bir kedi besliyor ve sağlıklı yaşamaya çalışıyordum. Peki ben bu kadar hassas, temiz ve yalnız yaşarken buraya, bu çukura nasıl düşmüştüm, ne olmuştu?

Gözlerimi açtım… Hala karanlık, ıslak ve çamurun içerisindeydim. Ellerimle etrafımı yokladığımda duvarların sırtıma değin geldiğini gitgide sıkıştığımı fark ettim. Peki bu nasıl olabilirdi? Nasıl gökyüzü yerine zifiri bir karanlığa bakabilirdim, ay, yıldızlar, gece neredeydi. Rutinimi yaşadığım dünyam sadece bir hayal miydi…

Tekrar kapattım gözlerimi, duvarlar daraldığı gibi belki de genişleyebilirdi. Titreyen dişlerimi ve üşüyen bedenimi bir arada tutmaya çalışarak, düşündüm, nasıl olmuştu, buradan beni çıkartacak anahtar neydi?

Başrolünü oynadığım ve her zaman kurduğum planlar neticesinde olasılıkları gözden geçirerek yaşadığım hayatımı figüran olarak yeniden düşündüm. Benden ibaret değerlendirdiğim bu sahneye bir de başka başrollerin gözünden bakmaya çabalayarak gözlerimi kapattım…

İşte evim, bu defa başrolde kedim.

Akşam da sıkı sıkıya sarılarak severek yattığı kedisi kollarından zorla kurtularak yuvasına gidiyor. Sabah da daha uyanamadan sahibinin rutinime ayak uydurmak zorunda kalıp isteksizce bazen de kaçarak kendini yine onun kucağında buluyor. Gözleri halsiz, tüyleri dökülmüş. Yaşının da ilerlemesiyle oluşan hastalıklarından muzdarip. Fakat yemek yerken, çalışırken, temizlik yaparken veya telefonunda gezinirken bile onunla oynamak, uğraşmak isteyen yalnız bir sahibe mahkum. Sessizce itaat ettiği bu adamın elinden kurtulacağı günü hasretle beklemekte…

Nasıl yahu, hasta mıymış benim kedim. Bir de üstüne aşırı ilgiden mi bunalmış? Tüylerinin dökülmesi normalin dışında mıymış? Yani nasıl olmuşta bu kadar sevdiği hatta hayatında tek değer verdiği varlık ondan şikayet etmişti? Gözlerini açmadan izlemeye diğer rollerin gözünden sahneye tanıklık etmeye devam etti…

Merdivenlerden inerken her gün gördüğü çocuktu bu defa. Yüzünde belli belirsiz morluklar ve kızarıklıklar vardı. Yaşı 15–16 olmasına rağmen önüne düşen saçları, cılızlığı, boyuna inat kamburlaşan duruşuyla otuzlarında gösteriyordu. Bu çocuk neredeyse her gün burada olmasına rağmen geçen hiç kimsenin ilgisini çekmemiş, bir gün bile halini soran olmamıştı. Karşı komşusunun oğluydu oysa. Her gün kavga gürültünün koptuğu, küfrün ve hakaretin havada uçuştuğu, sonunun şiddete vardığı kavgaların darbelerinden kaçıp merdivenlere sığınan çocuk… Bu apartmana taşındığında yaptığı ilk şey olan ses izolasyonu sayesinde apartmandan da, komşulardan da sokaktan da bihaberdi. Ve bu çocuk her gün onun gözünün içine bakarken, umarsızca taktığı kulaklarıyla seçtiği sağırlığı fark etti. Körlüğüne bir de sağırlığı eklenmişti.

Metrodaydı şimdi de. Boyundan sebep uzak kaldığı toplumun arasında onlardan biri oldu. Temizlikçilerin, elektrikçilerin, inşaatçıların arasına serpiştirilmiş memurları gördü. Herkes iş kıyafetlerini giyinmiş, ellerinde telefonu, kulaklarında cihazlarıyla aynı ekosistemde olmalarına rağmen birbirlerine ne kadar uzak olduklarını fark etti, her sabah sırt sırta gittiği mahalle arkadaşlarının birbirlerini tanımadığını, üst komşusuna bir defa bile selam vermediğini gördü. Merdivende oturan çocuğu görmeyenin sadece o olmadığını, herkesin körlüğe ve sağırlığa nasıl hapsolduğunu ve bu karanlıktaki yüzlerin mutsuzluğa olan mahkumiyetini fark etti…

Sahne iş yerine yerleşti. Hiç dikkat etmediği yüzlere ve işlere verdi kendini. Yazdığı programlara, firmanın neye hizmet ettiğine dair değerlendirmeler yaptı. Çalıştığı firmanın savunma sanayine olan altyapı çalışmalarında görev alıyor ve belki de dünyada yapılan herhangi bir savaşta veya çatışmada küçücük de olsa rol alanlardan biriydi. Firması kod yazan mühendislerden oluşsa da verdiği hizmetin sonuçları hiç farkına varmadığı olaylar doğuruyor, hiç farkında olmadan belki de elleri kana bulanıyordu. Sadece selam verip yazıştığı iş arkadaşlarının birçoğunun firmadan ayrıldığını, depresyona girdiğini ve ya ilaç kullandığını gördü. Bunların arka planında, dolgun maaşının altında yatan işinin olduğunu hiç düşünmemiş, aklına dahi getirmemişti…

Bir karanlığın içerinde, tüm hayatının enkazını sırtında taşırken sahneleri kaldırıp evine dönmeye yola koyuldu. Koskoca boyu omzuna inen bu ağırlıklarla çökmüş, kendini küçücük hissetmeye başlamıştı. Apartmanın kapısını açarken kulaklıklarının yerinde olmaması ve girdiği rutin saatin dışında olmasından dolayı karşı komşusunda kopan kıyametle karşılandı. Asansörden inip anahtarını çıkarırken komşunun açılan kapısıyla kulakları uzun zaman sonra çıplak insan sesinin en çirkin haline maruz kaldı. Tüm karanlıktan onu aydınlığa çıkaracak kapıyı telaşla açarken, sırtına değen bir kolla, hıçkırarak bir çocuğun geçtiğini hissetti. Her zaman aşağıya merdivenlere inen çocuğa bile yolunu şaşırtacak kadar kendilerinin farkında olmayan anne babayı suçlayarak kendini içeriye, evine, huzur köşesine attığını anlamıştı. Körlüğünü, sağırlığını anlamış ilk defa kendi bencilliğiyle yüzleşmişti. Eline aldığı bir bardak suyu içmeye hazırlanırken, merdivenler aklına geldi. Bu çocuk neden aşağı değil de yukarı çıkmıştı? Neden sırtına değen bir kola rağmen dönüp bakmamıştı? Çatıda ne yapacaktı?

Photo by Dmitry Ratushny on Unsplash

Elindeki bardağı bırakıp kapıyı açmadan mutfak camından aşağıya bir gölge düştü, sessizce, ne hıçkırıktan ne de korkudan bir iz olmadan, bir karaltı düşmüştü sokağa. Koşarak atarken adımlarını, dua etti kendi kendine. Ne olur yapmış olma, atlama, yapma…

Sokakta cılız bir beden sessizce kanlar içerisinde, düşen son bir damla gözyaşıyla beklemekteydi. Onu ilk defa fark edecek komşularını, ailesini ve arkadaşlarını. Koşarak gelmiştim, fark etmiştim fakat çok geç kalmış onun başrolü olduğu hayatta figüran olarak görevimi yerine getirmeden, onun hayatına değemeden, tanıyamadan kaybetmiştim. İçeriden kavga sesleri devam eden ailesinin körlüğüne, insanların vicdansızlığına, toplumun sağırlığına isyan ederek ilk defa ağlamaya başladım. Bendim bu, kendi bedenimde kendi başrolümde. Sese ve dünyaya kapattığım dünyamın esasında nelere gebe olduğunu anlayıp kahrolmuştum. Ellerim gözlerimde hıçkıra hıçkıra ağlarken, hiç uyanmamak, gözlerimi açmamak istedim. Düştüğüm çukuru kendi ellerimle nasıl da inşa ettiğimi anladım. Zifiri karanlıkta yolumu aydınlatacak ne varsa bir bir söndürdüğümü, başkalarını suçlarken tek yaptığımın bir kurtarıcı beklemek olduğunu, o gelene dek de tek hayatın benimkinden ibaret olduğunu zannettim. Hıçkırıklar düğümlerini çözüp de gözyaşları bir sel gibi gözlerimden akarken duvarlara vurduğum başımla, sen neden o çocuğa Musa olmadın, demeye başladım. Her gün gözünün içine bakan o çocuğun tutunduğu belki de tek daldın. Onca sağırın içerisinde başını kaldırıp baktığı bir tek sen vardın. Neden, neden, Musa’yı beklerken, içindeki Musa’ya neden kulak asmadın…

Kendi hıçkırıklarımdan boğulmaya başlarken gözlerimi açtım. Tavanı uçuk beyaz olan, duvarları yalıtımlı odamdaydım. Kedimin mırıldamasının yanında derinden gelen bir kavganın çığlıklarını duymaya başladım. Gözlerimi ovuşturup, rüyamdan uyanırken can havliyle kapıyı açtım. Çatıya koştum, kimse yoktu, korkarak sokağa baktım, bomboştu. Gecenin karanlığında gelen tek ses kavganın gürültüsüydü. Biraz rahatlayıp açarken evin kapısını karşı komşunun açılan kapısıyla kulaklarıma çok da uzun süre olmadan duyduğum küfürler ve hakaretler çalındı. Sessizce ve titreyerek beklediğim kol sırtıma değdi, içimdeki Musa dirildi ve dönüp arkama merhaba dedim…

Gözlerinin altında biriken yaşlar yüzünü işgal ederken kollarından sımsıkı tuttum. Uzun zamandır aşina olduğum bir yüze hasret kalmışçasına bakarken göz yaşlarımın sele dönüşüp içimdeki kuyuyu yerle bir ettiğini duydum…

-Merhaba dedim tekrar, ben dedim…

-Ben Musa.

Sevgili okur;

Dört yılı birlikte devirdiğimiz bu blokta benim yazma yolculuğumun her satırına birçoğunuz şahitlik ettiniz. Dört yılda dört yüz kişiye dönüşen, hitap eden bir liman olduk. Sükutumu damıttığım, kalemlerimin vücut bulduğu bu yerde beni yalnız bırakmadığınız için çok teşekkür ederim. Umarım birçok insana okuma ve yazmaya dair olan yolculuklarında cesaret kaynağı olmuşumdur.

Selametle, hep birlikte nice yazılara, hikayelere, anılara…

zalihaturk@gmail.com

--

--

Zeliha turk
Türkçe Yayın

Merhaba, ben Zeliha. Bazen hayattan, bazen ruhtan kimi zaman da zihinden taşanları damıttığım köşem burası. Eskinin öğretmeni yeniden öğrenci. Kitap sevdalısı