Nefes Alır Gibi Oku, Nefes Verir Gibi Yaz

Damla Tantekin
Türkçe Yayın
Published in
3 min readNov 2, 2020

--

Tate Modern, Londra

Öğle yemeğinde bir arkadaşım “Bazı yazarlar kendini sadece okutur, bazı yazarlar sana da yazdırır” demişti. O günden beri sevdiğim yazarları, zevkle okuduğum yazarlar ve okuduktan sonra kendi düşüncelerimi ifade etmeye teşvik eden yazarlar olarak ikiye ayırıyorum.

İkinci grup elbette daha değerli.

Bu ikinci grup yazarların arasında Hemingway, Eduardo Galeano, Cemil Meriç gibi tanınmış yazarlar da var; aramızdan, bizden birileri de.

Belki de üstteki ayrımı yapmanın bana kattığı en büyük faydalardan biri şu oldu:

Bilinçaltımda saklanan bir düşünceyi dürten, uyandıran, onları bilincime çıkaran yazarları seçmeyi öğrendim. Onların bir cümlesiyle, bir düşüncesiyle kendi düşüncelerime yol almanın, kendi kalbime inmenin zevkini keşfettim.

Hazır konu buraya gelmişken, okumaya ve yazmaya ilişkin aklıma gelenlerin de bir listesini çıkarayım istedim:

*

Hem zamanın içinde kalmak hem de zamandan sıyrılmak için okumak gerekiyordu. Her kitap bir şehrin ara sokağını keşfetmek gibiydi: Heyecanlı ve bilinmezlere gebe. O sokağın sende uyandırdığı güzel hisleri hep hatırlamak için hani fotoğrafla veya video ile kayıt altına alırsın ya, okuduklarında da seni etkileyen cümleleri ve düşünceleri zihnine, kalbine, defterine hapsetmeliydin. Yeri ve zamanı geldiğinde, tıpkı üstünde yıllardır emek verdiğin bir koleksiyonunu ziyaret eder gibi onlara dönmeli, tozlarını şöyle bir almalıydın.

*

Zamanla ve mekanla sabitleştiğini düşündüğün küçük mutlulukları yanında hep taşıyabileceğini ve ihtiyaç duyduğunda onların iyi hissettirme özelliklerine sığınabileceğimi bilmeliydin. O anlara ilişkin not defterlerine alacağın kısacık kayıtları bir cephane gibi yıllarca saklayabilirdin.

*

Sohbetine doyamadığın dostlar gibi sohbetine doyamadığın, seni geliştiren, büyüten kitapların olmalıydı. O kitapların sayfalarında gezinirken, gelecek bir sonraki cümleyi artık ezbere bilsen bile hep okumayı sürdürmeliydin. Ta ki o sözler ve düşünceler iç sesin olana dek.

*

Gözlem yapmanın ne denli değerli olduğunu ve asıl önemlisi yaptığın gözlemleri yazıya dönüştürmenin geliştirilmesi gereken bir yetenek olduğunun farkına varmalıydın. Önünde akıp giden yaşamı, sana esin veren her şeyi gözlem yeteneğinle yoğurup, yazıya aktarabildiğin sürece hem kendi hayatına hem de başkalarının hayatına dokunabilirdin. Tabii eğer istersen.

*

…ve insan bildiği, yaşadığı her şey hakkında yazabilirdi. Hatta yazmalıydı da. Yapması gereken yine iyi gözlem, bolca düşünmek ve bu gözlemleri, düşünceleri not almak olmalıydı. “Rastlantı, dünyanın en büyük romancısıdır: Verimli olmak için onu incelemek yeterli” derdi Fransız yazar Balzac.

*

Okumanın ve yazmanın sadece kendini geliştirmek, ilham almak için değil; kendini köreltmemek için de yapılması gereken bir şey olduğunu fark etmeliydin. Çünkü okumamak ve yazmamak seni “mevcut halinle iyi olduğun yanılgısı”na itebilirdi.

*

Aslolan şey yalınlıktı. Ama en zor olan da.

*

“Çünkü sıradan kelimeler sempatiktir. Aldatmayı bilmezler” diyordu Jose Saramago. Evet… Sıradan kelimelerle yazarsan yazdıklarının sıradan olacağı yanılgısına düşmemek gerekirdi. Sen her şeyden önce kalbini en dolambaçsız şekliyle kelimelerin gücüne teslim etmeyi öğrenmeliydin.

*

Yazmanın hayatının bir parçası olmasına karar verdiysen samimi olmalıydın. Son derece samimi. Çünkü samimiyet bulaşıcıydı. Senden seni okuyana bulaşırdı.

*

Jean Jacques Rousseau boşuna dememişti “İnsan ne kadar yetenekli doğarsa doğsun, yazım sanatı bir çırpıda öğrenilmez” diye. Bol bol çalışmalı, onlarca belki yüzlerce sayfayı yeri gelince çöpe atmayı bilmeli, günlerce uğraşıp yazdıklarını silmek konusunda acımasız olmayı öğrenmeliydin.

*

Ressam Pierre Bonnard çok ünlü bir ressam olduğunda bile müzelere gizlice girip resimlerini düzeltir, onlara eklemeler yaparmış. Onları bitirebildiğine, tamamlayabildiğine inanmadığı için.

İşte, aynen bunun gibi, ben de, sen de yazdıklarımızı asla tamamlayabilmiş gibi hissetmeyecektik kendimizi. Ne zaman, yazdıklarımızın kötü, eksik veya yetersiz oldukları duygusundan kendimizi kurtarabilirsek, o zaman belki bir ömür taşıyacağımız “yazarlık” rozetini yakamıza takabilecektik.

Artık bağımsızlığını kazanmış hikayelerimiz başkalarının zihninde kendini yazmaya devam eder, biz ise masa başında yeni bir hikayenin heyecanına keyifle yelken açardık.

****

Başlık esinlenmesi: “Reading is like breathing in, writing is like breathing out.” Pam Allyn

Önceki Yazı:

--

--

Damla Tantekin
Türkçe Yayın

Books. Art. Ideas. Lawyer / Founder of dStrateji. Living in Paris.