10 Film Önerisi

Asel Taş
Türkçe Yayın
Published in
6 min readJul 4, 2023

Çok öncesinde izlediğim filmlerden bir derleme hazırladım. Fakat bu listedeki filmler "İzlenmesi gereken top 10 listesi” tarzında değil, hatta izlendikten sonra belki hatırda kalınması güç, ders vericiliği zayıf ve durağan gelecek yapıda olabilir. Ancak ben daha çok sinematografisi olsun, felsefik ama yüzeysel repliklerinden olsun, sahnelerini benimsemiş müziklerinden olsun, oyuncuları yahut yönetmenlerinden olsun bu filmleri önermek istedim. Dolması gereken ve oturarak da geçmeyen zamanlarımıza:

1) Pi (1998) Darren Aronofsky

Filmin yönetmeni Darren Aronofsky "Black Swan" ve "Requiem For A Dream" ile eşsiz sinematografisi, ayrıyeten çekim teknikleriyle dönemin sinema tarihine nam salmış isimlerden birisidir. Sundance Film Festivali’nde “En İyi Yönetmen” ödülünü ona kazandıran bu film, sayı kuramcısı Max Cohen’in doğanın gizemli yanının sayılarla çözülebileceğine inanışını ve bu arayışın zaman içerisinde onu ne denli etkilediğini aklının ona yarattığı oyunlarla izletir. Film siyah beyaz bir yapım olduğundan diyaloglara ve dönen olaylara daha rahat adapte olunabiliyor, düşük maliyetine rağmen yüksek kazançlar elde edilmiştir.

2) Closer (2004) Mike Nichols

“Karanlıkların içinden sıyrılmaya çalışırken soruyorlar, sevgi neden yetmez?”



Yönetmenliğini Mike Nichols’un üstlendiği bu yapım, dört ayrı kişinin arasındaki aşk çıkmazlarını ele alan bir film. Film sayesinde Oscar ödüllerine layık görülen Natalie Portman, Clive Owen ve Jude Law, Julia Roberts oynamıştır. Birbirine yabancı iki kişinin bir araba kazasında yerde uzanan Alice’in “Merhaba, yabancı.” sözleri ve açılmış bir çift gözle başlayan ilişkilerinin, Dan’in ihtirasına sınır tanıyamayıp fotoğrafçısı Anna ile onu aldatmasıyla sonuna doğru getirir.

Kim bilir, yukarıdaki sorunun cevabını film bittikten hemen sonra kendi deneyimlerinizle harmanlayarak bulursunuz.

3) Les Chansons D’amour (2007) Christophe Honore

“Beni daha az sev ama daha uzun sürsün.”

Eğer müzikal filmleri seviyorsanız ziyadesiyle hem müzikleriyle, hemde oyuncularıyla beğenilebilecek bir film. Filmden kesitler vermeden anlatmak gerekirse; ilk yarısında Louis Garrel, Ludivine Sagnier ve Clotilde Hemse arasında geçen “menage a trois” tipi ilişkilerinin tatsız bir olaydan sonra bozulması ve diğer yarısında Garrel’in oynadığı Ismael karakterinin sevgiyi yeniden nasıl bulduğunu, ayrıca bulurken çektiği sancılara seyirci kalıyoruz. Filmin birçok önemli noktasında müzikler eşliğinde duygular ve düşünceler aksettiriliyor. Müziklerin yapımcısı Alex Beaupain başarılı bir tercih olmuş, sahnelere imzasını atmakla kalmayıp hislerin tercümesini vazifesi bilmiştir.

4) Certified Copy (2010) Abbas Kivarustemi

“Birbirimizin zayıflıklarına karşı biraz daha hoşgörülü olsaydık, daha az yalnız olurduk.”



Abbas Kivarustemi’nin ilk Fransızca diliyle çekilen filmi Certified Copy, İtalya’nın Toscana kentinde İngiliz bir yazarın, sanatta kopyacılık ve kopyanın aslından daha kıymetli olabileceğini öne sürdüğü kitabını tanıtmak maksadıyla düzenlediği bir söyleşi sonrası kendisinin hayranı olan kadınla geçirdiği bir günü perdelere yansıtıyor. Çekim teknikleri, oyuncuların samimiyeti ve doğallıktan ayrı düşmeyen diyaloglarıyla seyirciyi ekranda tutmak film için güçlük yaratmıyor. Aralarındaki ilişki gerçek ile kurgu arasında kıyasıya mücadele ederken bir yandan sohbetleri süresince kadın ve erkek ilişkileri, hayat üzerine sorgularda bulunmayı ihmal etmezler. Filmin oyuncularından Juliette Binoche ve William Shimell’in enerjileri ve karakterleriyle özdeşleşebilmeleri beğenimi arttıran kriterler arasındaydı.

5) M. Butterfly (1993) David Cronenberg

“Bir kadının nasıl davranması gerektiğini sadece bir erkek bilir.”



David Cronenberg yönetmenliğinde ortaya çıkan M. Butterfly, Jeremy Iron ve John Lone başrollerinin izinden ilerler. Tıpkı Closer gibi bir oyundan uyarlama olan oyunun yazarı David Hanry Hwang’dir. Filmde batıvı sembolize eden Jeremy Iron’ın, doğuyu sembolize eden John Lone’a; kadın olduğunu zannettiği onnagata’ya aşık olur. İki karakter arasındaki kimlik çatışmalarına yönetmen açıklık kavuşturmak verine filmin isminden de anlaşılacağı üzere “M” harfiyle son yorumu izleyicinin takdirine bırakmıştır.

6) Following (1998) Christopher Nolan

“Eşyalarına bakarak insanlar hakkında çok şey söyleyebilirsin.”



Christopher Nolan’ın yazıp yönetmiş olduğu ilk film “Following”, kısıtlı imkanlar dahilinde çekilmiş. Aydınlatma gereçlerine bütçeleri yetmediğinden mevcut ışığın kullanılması, ayrıca kadrosunda amcası ve arkadaşları yer almasıyla ortaya çıkmıştır. Londra’da yaşayan işsiz bir yazar Bill, insanları takip ederek ilham kaynağını arama ümidi içerisindedir. Takip ettiği kişilerden biri olan Cobb, takip edildiğini anladığında doğrudan Bill ile iletişime geçerek bunu niçin yaptığını sorgular. Cobb esasında bir soyguncudur ve insanları evlerine girerek eşyaların yerlerini degiştirmeyi, insanların hayatına dokunmayı ve tüm bunlardan hikayesel çıkarımlarda bulunmayı seven birisidir. Bu iki şahıs yan yana geldiklerinde pek tekin olmayan, keşmekeş durumların içerisine yuvarlanırlar.

7) Donnie Darko (2001) Richard Kelly

“Keşke zamanda geri gidip bütün o saatler boyu karanlık ve acıyı alıp yerine iyi bir şeyler koyabilseydik.”



Modern sinema dünyasından bilim kurgu ve fantastik evrenlere merak salıyorsanız Richard Kelly’nin ilk filmi “Donnie Darko” paralel evren konusunu işlerken gizem ögelerini baş kahraman Jake Gyllenhaal’dan ve özellikle çevresinden hiçbir zaman eksik olmayan tavşan kostümlü adamda topluyor. Kıyamet gününün 28 gün, 6 saat, 42 dakika ve 12 Saniye sonra kopacağını söyleyen tavşan kostümlü yaratık, Donnie’de insanları kurtarma hedefini benimsetir. Bu yükün ağırlığı bir gencin sosyal hayatından kopuşunu ve kendini bu göreve adayışını seyirciye aktarır.



8) La Belle Personne (2008) Christophe Honore

“İnsanları asla gerçekten tanıyamazsın, sevdiklerini bile.”



Honore’un bir diğer filmi La Belle Personne, genç bir kızın annesinin ölümünün ardından kendisine yeni bir başlangıç açabilmek için taşındığı kentte İtalyan öğretmeni ile olan ilişkisini ele alır. Her ne kadar sevgilisi olsa bile aralarındaki çekime mani olamayan genç kız, sevginin sönmeyişine ve her sevginin akıbetinin kaçınılmaz olacağı korkusuyla cebelleşir Başlamadan biten ilişkilerin öngörülmesi akıllılık mıdır, korkaklık mı? Yaşanmaması daha manasız, karşı konulması daha yorucu değil midir?

9) Forbidden Games (1952) Rene Clement

“Ölüler yalnız gömülürse üzülür.”



Bir Nazi hava saldırısı sonrası öksüz kalan Paulette’nin yolu bir köyle kesişir ve Michel ile karşılaşır. Savaş kaosunun ortasında süregelen ilişkilerinde Paulette’nin ölen köpeğine mezar oluştururken, ölüm ve hayatı anlamlandırma çabaları beraberinde peşlerinden gelir. Ancak bu birlikteliklerinin ne kadar süreceği meçhuldur. Minik çocukların gözlerinden bir savaşın manzarasını tüm saflığıyla yansıtan bu yapım, savaşın yıkıcılığını aktarmakta başarılı bir cevap oluyor.



10) Trois couleurs: Bleu (1993) Krzysztof Kieslowski

“Artık yapmam gereken tek bir şey olduğunu anladım: Hiçbir şey. Ne mal mülk, ne hatıralar, ne arkadaşlık, ne aşk ne de bir bağ istiyorum. Bunların hepsi birer tuzak.”



Kieslowski’nin Fransız bayrağının renklerinden oluşan üç renk üçlemesinin ilk filminden “Bleu”, özgürlük kavramını Juliette Binoche üzerinden anlatır. Trafik kazasında besteci kocasını ve 5 yaşındaki kızı Anna’yı kaybeden Julie, kendisine yeni bir hayat kurmak üzere geçmişine, yaşadığı facianın yasını tutma zahmetine girmeden kendisini acılardan izole etmesini ve bireysel özgürlüğünü geri kazanmaya çalışmasını konu edinir. Müzikleri ve simgeleştirme yöntemlerini başarılı bir şekilde kullanan yönetmen Kieslowski’nin oldukça ses getiren bu filmi; mavinin, melodiler ve hüzünle nasıl bir bağlamda düğümlendiğini özel bir hikayeyle gösteriyor.

--

--