O’nun

Can't Touch This
Türkçe Yayın

--

Odasına girdim. Taşınma telaşından her yer her yerdeydi. Sadece yatağını yapmış. Açık pembe nevresim takımı vardı. Penceresine doğru baktım. Gündüz sanki onun odası içindi. Ben gündüzü pek sevmem ama ilk defa bir odaya bu kadar yakışıyordu. Aydınlık yumuşacıktı. Odanın tüm boşluğuna eşit dağılmış, her eşyayı özenle bana gösteriyordu.

Üzerimi değiştirdim. Çoraplarımı çıkardım. Serin yastığına başımı koydum. Yaklaşıp üzerimi örttü. Yanağımdan öpüp sonra baş parmağıyla sildi. Gülümsedi. ‘Meyveler tezgahın üzerinde kaldı, dolaba yerleştirip geliyorum.’ dedi. Yürürken ellerine bakıp gülümsediğimi hatırlıyorum. Birazdan o da yanıma gelip uzanacaktı.

Gözlerimin bu kadar çabuk kapanabileceğini tahmin etmezdim. Maupassant’ın Mutluluk kitabındaki hikayelerden birinin içinde gibiydim. Gözlerimi yumduğum an pamukların içinde kayboldum. Bembeyaz. Uyumak değildi. Yok olup başka bir yerde var oldum. Daha önce kokusunu duymadığım, renkleri böylesine albenili görmediğim bir yerdeydim. Gövdem usul usul akan alçak bir ırmağın üzerindeydi. Sırtüstü yatıyordum. Gözlerim kısık, ırmakta akarken ara ara yaprakların arasından gözümü alan güneşi elimle kapatmaya çalışıyordum. Kuş sesleri arasında birbirine karışmış envai çeşit çiçek kokularının kucağında ilerliyordum. Onun berrak, tertemiz ırmağında misafirdim. Onu, onun ait olduğu dünyada böyle bekliyordum.

Uyandım. Gözlerimi açtım. Aydınlık azalmıştı. Kaç saat uyuduğumu hatırlamıyorum; yanımda değildi. Gelmemiş miydi? Nerede diye düşünürken dudağım büzüldü; gitti mi acaba dedim. Şakağıma yaşlar süzülüverdi. Bebeği olmuştum. Yirmi bir yaşımdaydım; yirmi bir aylık bebek olmuştum. Az önce güneşi kapattığım elimle gözyaşlarımı sildim. Boğazım yanıyordu. Yutkundum. Dizlerimi karnıma çektim. Ağırlaştım. Hiç bu kadar üzülünür müydü? Kapının koluna bakakaldım.

Kapı açıldı. İçeriye girdi. Tokasını açarken ‘Ev sahibi doğalgazı bağlamak için geldi; bırakıp gelemedim hemen.’ dedi. Gülümsedi. Ben şaşkındım. Sonra ağladığımı gördü.

Dört beş yaşlarındayken babaannem bi’sabah ben uyuyorum diye Fatma Teyze’ye çay içmeye gitmiş. Uyandığımda tek elimle duvara tutuna tutuna yürüyüp ağladığımı hatırlıyorum. Sonra sesimi duyup gelmiş. Kucağına alıp öpüp koklayınca ağlamam geçmişti.

Yanıbaşıma uzandı. Elleriyle başımı boynunun altına aldı. Üzerimizi örttü. Bacağımı üzerine çekti. Saçlarımı okşayarak ‘Sen beni gitti mi sandın? Hiç gider miyim; holdeydim. Sesimizi de mi duymadın.’ diyip kaşımın ucundan öptü. Bir daha sakladı. Eli başımın arkasında kaldı. Ağlamam bitti. Yeniden uykuya dalmışım.

(Görsel: Adam’s House, Edward Hopper)

--

--