Püren

Özlem Mutlu
Türkçe Yayın
Published in
3 min readJul 5, 2020
Photo by Henry Be on Unsplash

Bir alev parlayıvermişti zifiri karanlıkta. Huysuz köpek havlamaları, kör bir iğne misali yüreğine batmıştı. Yüzüne vuran sıcak hava dalgasıyla elleri buz kesti, ürperen vücudu bir huzursuzluğun içine yuvarlanmıştı. Pançosuna sarılıp anlam veremediği sesleri dinledi. Birtakım çıtırtılar, kıpırtılar kaçma dürtüsünü tetiklemişti. Büyük adımlar atarak geldiği yöne doğru ilerlemeye başladı. Nefesi kesilmişti, bacakları geldiği yoldan yürümeye razı değildi. Olduğu yerde çöktü, derin nefesler aldı. Ciğerleri ormandan gelen dumanla dolmuştu. Saniyelere hapsolan zihni gerçeği kabul etmek istemiyordu. Apar topar ayaklandı, koşmaya başladı. Koştukça ardından kovalayan alevler, gözyaşlarının aktığı yüzünü yakıyordu. Koştu. Koştu. Koştu. Patır kütür bir ses eşlik etti koşuşuna. Havlamalar beraberinde alevlerden kurtulmaya çalışırken bacağından gelen ağrıyla yere savruldu. Bir avcı köpeğinin dişlerinin geçtiği bacağı felaketinin fermanı olmuştu. Köpek kaçtı. Yerden kalkamadı. Kan aktı. Gözlerini kapattı. Alevler hiç misafirperver değildi. Yeni gelen konuğuna asla unutulmayacak bir hediye veriyordu.

Photo by Nick Bolton on Unsplash

Yüreğinden kopan alevlerin savrulduğu gökyüzüne kanatlanan haykırışları, mehtabın ışıltılarını yansıtan kanlı yarasını bir makas misali iliklerine dek kesmişti. Bir şiirin son dizesinde yarım kalan çığlıktı nefesini kesen. Noktası henüz konmamış cümlesinin alevlerinin arasında kendi derisinden gelen yanık kokusuyla kalbini hissetmez olmuştu. Çaresizce ciğerlerine dolan dumanı defetmek için çırpındı. Gözleri cehennemin akıl almaz tiyatrosuna inanamazken zalimlerin ruhuna fısıldayan alevlerin,reçineli parmak uçlarındaki özenle çizilmiş çizgileri eritip ayakucuna dökülen sıcak karamele döndürdüğüne emindi. Ses telleri acımasız makas darbelerinin hücumuna karşı koyamamıştı, kelimeleri dilinin ucunda tökezleyip genzinden aşağı düşüvermişti. Kaçamadığı alevlerle gayrıihtiyari bir dostluk kurmuştu. Bacağındaki kurumuş olduğunu sandığı kanın damarlarından akan kandan daha akışkan olduğuna yemin edecek kelimesi kalmamıştı. Tüm kelimeleri alevlerin avcuna koyup kulaklarını tıkamış gibi çaresizdi. Kırmızı pançosunun etekleri de tutuşmuştu. İçi onu, dışı pançosunu yakıyordu. Genzini tırmalayan öksürüğü kıvılcımların arasında uğultulara karıştı. Saçları kavrulmuştu belki. Belki son hücreleri uçuşmuştu çınarların yanan yapraklarında. Bir serçenin kanadına konmuştu oradan ruhu. Kül yağan gökyüzünden uzaklara doğru alazlanmıştı kıvılcımlardan rol çalan nefesinin her zerresi. Artık tabiata aitti. Bir nefes aldı. Delidumanı soludu. Sanıyordu ki, bilinmezliğin dibinde aldığı ilk soluktu.

Bir nefes aldı. Lavanta kokusunu soludu. Kitabı kapattı. Zaman kaybetmeden ayaklandı. Pencereden dışarı baktı. Güneşin narin, kızılvari ışık hüzmeleri kütüphanenin içinde hareleniyordu. Güneş çantasını hazırlamış, başka bir diyara gitmek üzere olan topraklara el sallarken, yağmur damlaları beş çayı için Süleymaniye’nin üzerinden geliyordu. Ağır ağır merdivenleri tırmanan müşkülpesent yağmur damlaları kütüphanenin penceresini tıklatıp kendini şehre zorla davet ettiriyordu. Gözlerini kamaştıran elvedanın ışıklarını peşinden sürükleyerek yağmur damlalarına hasret kütüphaneden çıktı. Elindeki kitabın ıslanmasını umursuyor gibi değildi. Sabah erken saatlerde aldığı hâla bitiremediği ayçöreğinin kesesini çıkardı. Yağmurun serinlettiği çıplak elleri vücuduyla beraber sallanıyordu. Bir yandan ayçöreğini yiyor, bir yandan yüzünü ferahlatan yağmur dostuna teşekkür ediyordu. Yürüdü. Yürüdü. Yürüdü. Bir masalın ayak sesleri eşlik etti yürüyüşüne. Miyavlamalar beraberinde gri bir kedi sürtündü ayaklarına. Bir sokak kedisinin tüyleri döküldü bacaklarına. Bir gülüş kaçtı ağzından. Bir parça çörek verdi. Kedi kaçtı.

Sahaflarda geziniyordu öylesine. Eski bir sahafın önünde durdu. İçerideki radyoda cızırtılı bir kadın sesi ağıt yakıyordu.Karşısında çatlak lakin heybetli bir ayna asılıydı. Anlamadığı bir dildeki ağıt, yüzündeki acıyı dindiren yağmurlara kıvılcımlar saçıyordu. Kıvılcımlar aynadaki çatlaklarda kalakalmış görüntüsünden çarpıp yağmura, çamura, ağıda karışıyordu. Da kezi oma omar çkaar orti. Kidetita orti…Anu oma tdzerman,kenadzerta lernive orti…*

Uzun beyaz saçlı, beyaz pala bıyıklı bir adam çıktı içeriden. Adama kitabı uzattı. Eskimiş, hatta ıslanmış kitabı, yaşını almış bir şiir kitabı ile değiş tokuş yaptı. Sonra arkasına daha bakmadan yağmuru peşine takarak gitti. Genzini tırmalayan öksürüğü yağmur damlaları arasında korna seslerine karıştı. Saçları sırılsıklamdı belki. Belki şiir kitabın sayfaları uçuşmuştu deniz kokan sokaklara. Bir güvercinin kanadı idi artık ruhu. Koşarak vapura bindi. Bir nefes aldı. Yağmurda canlanmış denizin kokusunu soludu. Sanıyordu ki, bilinmezliğin dibinde aldığı son soluktu. Kendinden geriye çatlak bir aynaya sinmiş, ne kadar kazınırsa kazınırsın içinden çıkmayacak bir ruhun ömrü boyunca sakladığı kıvılcımların silmediği bir silüet, bir de bıraktığı kitabın sayfalarına mahkum olmuş lâl alevlerin kalem izleri kalmıştı.

Photo by marqquin on Unsplash

*Ayşenur Kolivar’ın seslendirdiği Hemşince bir ağıt- Da İm Yusuf Orti

--

--