“P.A.N’’

Emilio Santos ölmemeliydi
Türkçe Yayın
Published in
13 min readDec 22, 2019

Panik,

Anlarında,

Nükseder.

15–16 yaşlarındayım. Anneannemlerin yazlıktayız. Büyük Çekmece’deyiz. Yazın en sıcak günleri, sabah çeşitli çiçek kokularıyla yatağınızdan kalktığınız an da, kendinizi -giriş kattaydık- balkona attığınızda sıcak ve nem öyle bir yüzünüze vururdu ki bir anda boğazınıza bir el sıkar sanırdınız. Öyle sıcak olurdu.

Sanki Tanrı, gökyüzündeki klimasını 45 dereceye çevirmişcesine.

Bu sıcak havalar tabi ki de yaşlıları etkiler. Ben henüz çıtırım. Şimdi sabahın köründe bütün evi uyandırıp kendime krallara laik bir kahvaltı hazırlatacağım, belki çizgi filmlere bakacağım veya mayoları çekip denize ineceğim.

Çok fazla arkadaşım var henüz. Bu yaşlarda insanlar herkesle arkadaş olur. Henüz kişi ayrımı çok net yapılmadığında sokaktaki tinerciyi bile tek kale maçlarımıza çağırdığımız masum günlerdeyiz.

Kızların (pek nadir kız arkadaşımız olurdu, çünkü utanırdık, hem erkek adamın erkek arkadaşı olurdu) sek-sek oynadığı günler.

Yakar top. (topu atıcıların, ve tutucuların kullandığı bir çeşit oyun)

Yerden yüksek. (bir kişinin ebe olduğu ve yüksekten yere inan arkadaşlarını ebelemeye çalıştığı bir çeşit oyun. 5 saniyede bir bir kişinin yere inmesi zorunluğu getirilirse oyunun daha az cılkı çıkar benden söylemesi)

İstop. (Sadece sevdiğin kızın adını söyleme sureti ile topu havaya attığın ve söylediğin kişinin de o top yere düşmeden havada tutması gereken bir çeşit cilveleşme oyunu)

Saklambaç, birdir bir, bezirgan başı ve daha toplu-topsuz oynanacak bir sürü mükemmel oyun.

Henüz telefonlarımız bile olmadığından güneş tepeye vurmadan evden çıkılan ve de akşam ezanı ile eve dönülen o kusursuz günler bunlar.

Henüz insanların birbirlerini tam olarak kırmadığı günler bunlar.

Facebook’un, Instagramın, Tinder’ın ve çeşitli kafa uyuşturucu şeylerin bu tarz samimiyetlerin önüne geçmediğini, yani kısacası; çamlak çömlek’in patlamadığı günler.

  • Anne aneeeeeeeeğğğğğğğğğğ kalkın hadi!!!! Karnım açıktı!
  • Dedeeeeeeee kalkın hadi!!! Ayakkabılarım bulmam lazım! öğlen sahilde maçımız var!
  • Hopp kime diyorum gençler!

Ev halkı benim şakımam ile kalıyor. Dediğim gibi inanılmaz sıcak. Ama T.V’de Spider-Man’in sürekli aynı bölümlerinin oynuyor olması içimi soğutmaya ve mutlu olmama yetiyor. Ayrıca tepe de pervanemizi de açtım. Şu anda içerisi gayet iyi. Sadece yaşım ve erkek olmam gereği çeşitli varolışsal sıkıntılar çekmekteyim. Çizgi film bile olsa Spider-Man’in uzatmalı sevgilisi kızıl saçlı Mary-Jane ilgimi çekiyor ve azıcık terlediğimi hissediyorum.

Bir yerlerim kımıl kımıl oluyor, ve çok çişim geldiği için tuvalete gitme ihtiyacındayım. Ev halkından sıyrılıp, anne annemin yaptığı yumurta kokusunu içime çektikten sonra, tuvalete giriyorum ve kapıyı kitlediğimden emin oluyorum.

Çişimi yapıyorum ve bir kağıt yardımıyla ucunu da siliyorum. Çünkü ara sıra böyle şeyler oluyor bana. Bir fare görüyorum bu sırada. Yazlıkta çok olur. İnanılmaz seri ve kocaman. Lağım faresi. Çeşitli erkenlik heyecanlı yerini umarsız bir korkuya bırakıyor.

Tam da bu sırada.. O’unla ilk defa tanışıyorum.

Kendisi, daha yeni kapattığım tuvalet kapağından çıka geliyor. Kocaman ve ihtişamlı bir vücudu var. Alt kısmı çok kıllı ve ayakları devasa bir keçinin toynaklarına sahip. Üst kısmı hafif insanımsı ve sıra dışı büyüklükte olan boynuzları var.

İnanılmaz çirkin.

Ama her çirkin şey gibi inanılmaz da çekici.

Karşımda inanmazsınız ama şeytanın resmen vücut bulmuş bir hali var.

Korkutucu, ama ilgi çekici.

Günahkar, ama itaatkar.

Asla yanılmaz, ama yanıldı mı da geri dönüşü olmaz.

Görseniz çekinmek yerine onunla sohbet etmek isterdiniz. Ondan şanslısınız ki bunu ben şimdi sizin yerinize yapıyorum.

  • Merhaba.
  • … … …
  • Dilimizi biliyor musun?

Yeni doğmuş bir hayvan yavrusu gibi o da nerede olduğunu anlamaya çalışıyor. Benim çat diye dudaklarıma yapışıyor, sorgulamadan. Ben Mary-Jane’in hayalini kurarken ilk öpüşmem yarı keçiyle oluyor.

  • Merhaba.
  • Merhaba. Bunu yapmak zorunda mıydık?
  • Evet. Başka türlü dilinizi öğrenemem.
  • Umarım dilimizi geliştirmen için başka şeylere de gerek duymuyorsundur. Kimsin sen?
  • Ben bütün korkuların….

İçeriden bir ses geliyor.

  • Emilioo haydi oğlum yemek hazır. Çık artık, kubura mı düştün?!
  • Geliyorum anne anneceğiimmmmmm! Sen yemek ister misin? Çok güzel sahanda yumurta ve peynir, zeytin gibi şeyler var.

Ben bunu dememe kalmadan, kendisi zaten benim korkuyla baktığım fareyi önce ayaklarıyla ezmiş, çiğnemiş sonra da mideye indirmiş. Dişleri farenin katran karası derisiyle kaplı. Kanları ağzından henüz sıcak sıcak akıyor. Kuyruğu da çat diye yere düşüyor taze cesedin. Belli ki yemeyecek.

  • Geldim anne anne. Hadi yiyelim. Yine fareler kol geziyor tuvalette falan haberiniz olsun. Gerçi öldü de. Bir sonrakine kim ölür kim kalır bilemeyeceğim.

Sessizlik.

Muhteşem, krallara laik kahvaltım bir çırpı da bitiyor. Gizli ve nereden geldiği belli olmayan misafirimi kimseyle tanıştırmayı şu anda düşünmüyorum çünkü kendisini bende tanımıyorum henüz.

Nereden geldi? Neden burada? Neden ben? Ben o nu ne zamanları göreceğim? 16 yaş ergenliği ve korkularıyla uğraşırken bir de bu yaratık hiç mi hiç olmadı.

Bisikletimi almak için bodruma iniyorum. Ancak biraz heyecanlı bir gün geçiriyorum diye, bağladığım kilidin sadece 4 haneli olan şifresini unutuyorum. Binlerce kombinasyon denemek beni gerecek. Bu sıcakta havasız ve lastik kokulu bir alanda matematik dehası olmam an meselesi.

Neyse ki yeni arkadaşım bu sefer bodrumun dehlizlerinden çıka geliyor ve çat! diye bıçak gibi keskin dişleriyle kilidi kırıyor ve bana bir de göz kırparak geri çekiliyor.

Kim bu? Şeytan görünümlü bir melek mi? ilkin beni farenin gazabından kurtardı, şimdi de bisikletimin kilidini parçaladı. Fazla sorgulamayacağım. İyi ki var.

Şimdilik.

Yeşil Salcona bisikletime atlıyorum ve sahilin yolunu tutuyorum. Rüzgarın ve güneşin oğlu gibiyim. İki ayrı babadan ama tek anadan doğma. Acayip bir şeyim. Hızlandıkça hızlanıyorum. Beton sahamıza geliyoruz. Güzel bir maç olacak eminim, erkekler güzel mahalle maçlarını hep hissederler.

Kadromuz tam bir efsane; Baba, Kermit, Badi, Develi, Mami, Mami’nin gereksiz abaza kardeşi, M&M kardeşler(kendileri kız ve iki takımın da ayrıca kalecisi olacaklar), Topik, Horoz ve gerçek hayatta hakkı rahmetine kavuşan ama bu hikayede kanlı canlı yaşayan Beckham Rıdvan*.

Toplamda, dikkatli veya takıntılı okuyucular illa ki saymışlardır ama, 11 kişiyiz. Maçlar 5 e 5 yapılır. Bundan dolayı Beckham Rıdvan, hakkikaten çok iyi oynadığı ve geleceği de parlak olduğu için adamı sakatlarız ederiz diye bizlere bu maçta hakemlik yapacak.

Baba her zaman maçların açılış konuşmasını yapar.

  • 10 gol atan kazanır. İtirazı olan oynamasın. Kaybedenler kazananlara gazoz veya kola alacaklardır. Zabıtalar geldiğinde maç durur ve sonrasında onlar gittiklerinde biz nerede kaldıysak oyuna, oradan devam ederiz.

Güzel günlerdi.

Maçın detaylarını anlatmama gerek yok. Dişe diş kana kan bir maçtı. Güldük eğlendik. 6–4 yenilmiştik. Ama önemli değil dostluk bakiydi o zamanlar. Şimdi gazozları ve kolaları almaya ben gidiyorum. Çünkü her zaman en gitmek istemeyen gider. İnsanlar bunun kokusunu alır ve sizi zayıf yerinizden vururlar. Hiç şaşmaz.

Çeşitli güzel ve bakkalın oturmaktan apiş arası koktuğu o şahane mahalle marketindeyiz.

  • Bakkal amca. Selamun aleykum. Ben 6 gazoz 5 kola alabilir miyim?
  • Alırsın canım. Parasını verirsen her şeyi alırsın.

Ceplerimi yoklarım. Maç anında terlemediğim kadar o anda terlediğimi size itiraf edebilirim.

  • (Hasiktir!) Paramı almamışım ki.
  • O zaman alamazsın.

Yine son fare avcısı ve kilit çözme ustası olan yeni çirkin arkadaşım çıka gelir. Dev cüssesiyle kulağıma eğilerek şunları fısıldar;

  • Ona veresiye vermesi gerektiğini söyle. Deftere yazsın. Çekinme! Ailen daha sonra ödeyecek dersin.
  • Bakkal amca. Veresiye olur mu? Hem zaten daha önce hiç olmadı buna kredim olması gerekir.
  • Hımm. Sen veresiyeyi öğrenecek yaşa da mı geldin sıpa!

Çat!! diye enseme vurur. Ama bu vuruşun sonucu veresiye defterine meşrubatı girmek olduğu için bir sıkıntı yok.

  • Sana kimse vuramaz. İznin olursa onu da fareyi ezdiğim gibi ezeyim?
  • Hayır!!

Kaçarak bakkaldan çıkıyorum.

Gazozlar, kolalar.. bu veresiye fikri iyi oldu. Zaten mahallenin çocuklarıyız kaçsak da nereye kaçacağız ki. Sizi temin ederim ki, bütün gün yedik içtik denize girdik çıktık sonra yine yedik içtik. Kumpirciye de veresiye, gözlemeciye de veresiye.

Bütün mahalledeki dükkanlar ve esnafların defterleri dolup taştı. İyi ki yeni arkadaşım beni bu durumdan da kurtarmıştı. Bu kusursuz döngü akşam ezanına kadar devam etti. Timsah gibi su da kalkmaktan ve belkide bütün dünyanın nimetlerini yediğim için karnım ağrımaya başlamıştı.

Ama esas ağrımasın sebebi bu değildi. Bunlar sadece tetikleyicilerdi. Esas namlunun ucundaki olay başkaydı.

Ertesi güne yaz zamanına özel olarak hızlandırılmış dershane eğitimin ilk günüydü.

Benim karnım ağrımasın da kimin ağrısındı.

Belki yeni arkadaşımın bu işler için de güzel taktikleri olabilirdi, kim bilir.

Ezanın sesini duyduk ve vedalaşıp evlere dağılmak için az dakikamız var.

İçlerinden biri;

  • Beyler süper gündü. Emilio o deftere yazdırma işini iyi buldu.

İnsanlara da bu fikri yeni arkadaşımın bulduğunu söyleyemiyorum ki tabi. Nasıl söylenir böyle bir şey? Yani tam olarak nasıl söylenir?

Hep bir ağızdan;

  • Evett!!!!

Horoz;

  • Helal sana be bu yollar. Futboldan anlamıyorsun ama bu işlerde kafan var.

Kermit;

  • Hadi beyler ezan bitiyor az kaldı, fırça yemeden evlere dağılalım.

Beckam Rıdvan yine her zaman ki burnu kalkıklığıyla;

  • Benim de aklımda böyle bir fikir vardı. Sadece sizin bulmanızı bekledim.

Ben sazı elime alıyorum artık.

  • Bak sen. Neyse. Sende neden halen mayo var üstünü değiştirsene? Pişik olacaksın böyle.
  • Yok ben son bir gece denizine gireceğim.
  • Hava aydınlık halen? Gece dediğin?
  • Bildiğin gece işte. Hava kararsın. Abilerin bir motoru var ona atlayıp açılacağız sonra da denize gireceğiz.

Yeni arkadaşımı gördüm. Zaman büküldü, insanlar dondu. Kumpircinin son kısırı henüz mis kokulu patatesin içine düşmedi, ama o yanıma geldi. Yine.

  • Ona gitmemesi gerektiğini söyle. Annesinden izin alsın.
  • Rıdvan. Abi gece gece gitmesin mi? Sizinkilerin haberi falan var mı?
  • Bir şey olmaz. Sana mı soracağım?
  • Peki abi.

Normal zamana geri döndük. Her şey o kadar hızlı ki şu andan sonra.

Herkes herkesle vedalaştı.

Bilal Habeşi ilgili müminleri camii ye çağırması işini çoktan bitirdi. Gecikiyoruz yani evlere dağılmak için.

Rıdvan Dilmen’in özellikle geleceğin topçusu olacak bu çocuk dediği, ve onunla bir gün program yapacağının sözünü veren Şeytan Rıdvan şu anda bu hikayeyi okusa tam olarak ne düşünürdü?

Dağılıyorduk. Bekcham Rıdvan o kendine has klas yürüyüşü, pembe mayosunu ve de omzuna attığı sarı havlusuyla bize omuzun üstünden artisce bakarak selam çakıyordu.

Bu onu bu hayattaki son görüşümüz oldu.

Dedemler beni kapıda bekliyordu. Meraklılardı. Belki ben de onların yaşını görürsem ben de bu şekilde torun torba merak edecektim.

  • Oğlum neredesiniz bu saate kadar? Yemekler hazır.
  • Dediş. O kadar çok yedim ki bu gün. Annemler bir servet ödeyecek esnafa. Bu akşam bir şey yemeyim ben.
  • Ye oğlum ye. Olmaz öyle şey.

Ve masaya yine çeşit çeşit yaz yemekleri. Ben o gün nasıl patlamadım hayret ediyorum kendime yemek yemekten.

Ama bazen mayınlara basınca değil de ayağını o mayından kaldırınca patlama olur ya.

Bu kurulu mayın da tam saatinde elbet patlayacaktı.

Çünkü mekanizmasına dokunmuştuk bir kere.

Hayatımın en zor sabah kalkışlarından biridir o sabah ki.

Gerçi yeni arkadaşım PAN bana alarmı kurmam gerektiğini tembihlemişti. Adı buymuş. Dün gece hiç uyuyamadığım için bol bol sohbet ettik onunla. Dedim nasıl olacak bu dershane işleri falan, o da merak etme sen insanoğlu nelere alışmadı ki buna da alışırsın demişti, arkadaşlarımı özlerim ama ben dediğimde ise, onlar da zamanla silinip unutulup gidecekler demişti bana. Açık sözlülüğü içimi sıkıyordu bu kıllı arkadaşımın bazen.

Kendisi Yunan mitolojisinden bir anti kahraman. Kırlarda bayırlarda gezermiş. bir iki kıytırık özelliği daha varmış bana göre.

Çizgi filmlerdeki Spider-Man değil de oradaki Osborn gibi düşünebiliriz. Bu yaşımda bu kadar düşünebilirim onun kafamdaki yerini açıkcası. Türk sinema tarihinde de Nurci Alço tadında. Yani filmlerde kötü ama özünde iyi bir arkadaş.

Felsefetik bir yapısı da vardı ama bunun yanında. O na nereden geldiğini sorduğumda, bana, içinden demişti. O gün anlamıştım. Seni neden kimse görmüyor dediğimde ise, belki de görüyorlar ama sana söylemiyorlardır demişti. İnsanlar değişir demişti. An ve an. Ama içleri aynı kalır demişti.

Açıkçası anlamıyordum ne demek istediğini o gece ama belki yaşlanınca anlardım.

‘’Gençler bilebilse, yaşlılar yapabilse’’ sözüne istinaden, yapılabileceklerimin sınırsız olduğu yaşlardı.

Çünkü henüz gençliğim, tecrübelerimin önündeydi.

Hemen üstüme bir şeyler geçiriyorum. Çala çırpı. C.K parfümümü sıkıyorum, dişlerimi fırçalıyorum evdeki herkes uyurken de evden çıkıyorum. PAN’da gerektiğinde yanımda olacağının sözünü bana veriyor.

Karnım çok ağrıyor.

Final dergisi dershanesi. Beylikdüzü’nde. Tam merkezde. Burger King’in orada. Bir sürü insanın olduğu bir cehennem. PAN belkide böyle bir cehennem de doğmuş ve yaratılışını bizim anne annemin tuvaletin de gerçekleştirmiş olabilir.

Evet. Hazırsak eğer ahşap kokulu merdivenlerden usulca sınıfım olan N- 401'e doğru adım adım ilerleyeceğiz. Birinci adımı atıyorum. Yine alnımdan terler akmaya başlıyor çünkü zerre girmek istemiyorum sınıfıma. Bir sürü yabancı suretli ergen var. Güzel kızlar, sivilceli oğlanlar. Sivilceli kızlar, yakışıklı artis erkekler. Yaşlıca hocalar, seksi hocalar. Kitap kokuları. Defter ve silgi kokuları. Tahta masalar ve kara tahtadan oluşan zamanın ötesinde zamansız sınıflar.

Klimasızlar.

Bu sıcakta klimasız sınıflar. Çünkü elektrik akımını buradan geçmiyormuş. Ondan camlarla ve pervanelerde idare edecekmişiz bir sezon boyunca. Size cehennem olduğunu söylemiştim. Acaba çok bilmiş PAN’ın bir fikri olacak mı bu ortam için merak ediyorum doğrusu.

O da beni duvarların içinden takip ediyor bunu hissediyorum ve bu beni hem rahatlatıyor hem de birazcık geriyor.

Çünkü bazen fikirlerinin beni ürküttüğü oldu.

Siz bilmiyorsunuz ama o gün veresiye işini bakkal ilk anda kabul etmemişti aslında. Onun etmesi için ufak bir çakı yardımıyla azıcık onu tehdit etmiş olabiliriz. Bana inanın ki fikir tamamiyle PAN’ın dı tabiki de.

Yerimize geçiyoruz. Bir masada zaten adım yazıyor. Emilio Santos 179.

Yanıma da 180 no lu numarasıyla, Umay Ana diye birisi gelecek, heyecanlandım.

Göt kadar ufak sıralarda kızlı erkekli oturacağımızı düşünmemiştim açıkcası.

Arkamdan kıllı, tüylü bir el, artık tanıdık diyebilirim bu huzursuzluğu.

  • PAN, şimdi sırası değil. Gerginim zaten yeteri kadar bir de seninle uğraşmayım.
  • Hayır. Şimdi tam sırası. Birazdan hem ilk dersini alacaksın, hem de bir kızla diz dize oturacaksın. Yardımıma ihtiyacın olabilir.
  • Ama senin fikirlerin bazen.. Nasıl desem, biraz şey..
  • ??
  • Off tamam neyse. Evet nasıl geçecek bu stresim söyle bakalım? Karnım çok ağrıyor benim ya.

Henüz PAN saçma sapan fikirlerini bana beyan etmeden hemen önce kız geliyor. Hem de ne gelmek.

Kumral, yemyeşil gözleri ve incecik bir beli var. İnci gibi dişleri, yay gibi kirpikleri. Bütün dünyayı iyiliği ve sevgisiyle kucaklayacak kadar da sevigi olduğuna eminim.

  • Günaydın.
  • Size de günaydın. Umay Ana.
  • Senin de adın, Emilio Santos?
  • Evet.
  • Güzelmiş adın.

PAN devreye giriyor ve biraz önce yarım kalan konuşmasını bitirmek için fırsat kollar bir biçimde, acelece;

  • Ona de ki, senden güzel değil.
  • HAYIR!
  • Evet de işte şunu çocuk. Güdülerine güven.. iç güdülerine. Bazen tehlikeli de olasalar pek az yanılırlar.

Sanırım bir gündür gördük ki kıllı yarı-insan arkadaşım haklı olabilir bu konuda.

  • Sizden güzel değil Umay Ana.
  • Sadece Umay yeterli. Teşekkür ederim. Naziksin.

Terliyorum. Buram buram. C.K parfümüm terimin kokusuyla karıştı. Karnım çok ağrıyor. Daha da arttı. PAN’ı dinlemekle hata mı ettim bilmiyorum.

Sınıfa öğretmen giriyor. İlk dersi herkes tahmin eder. Pazartesileri ilk ders bütün dünyada Matematiktir.

  • Günaydın arkadaşlar! Herkes kendini tanıtsın öncelikle. Sonrada ÖSS’ye hazırlanmak ve bir soru da tam bin kişinin önüne geçmek için sizlerle ders işlemeye bir saniye bile kaybetmeden başlayacağız!

Herkes kendini tanıtıyor. PAN’ın bana verdiği bir kaç taktikle ben daha bir güzel tanıtıyorum tabi ki de kendimi. Çünkü güdülerime dolayısıyla da PAN’a güvenim hemen hemen tam.

Derse başlıyoruz. Şunu sakın unutmayın, her fonksiyon bir polinomdur, ama her polinom bir fonksiyon değildir!

Çat 1000 kişinin önündesiniz.. ama bunu duyan sınıf arkadaşlarımda 1000 kişinin önünde olacağı için yine aynı yerde sayıp duruyoruz sanırım.

Dersin ortalarına doğru inanılmaz bir ağrı oluyor bende. Artık dayanamıyorum. Dün ki bastığım mayının patlaması şimdi gelmeye başladı. O sucuklu kaşarlı gözlemeler, karışığında karışığı kumpirler, meşrubatlar, ayıp olmasın diye burada size saymadığım — ve canınız çekmesin diye- bir sürü güzel ev yemekleri ve de meyveler.

Birisi bana dokunsa eğer, çat diye altıma patlatacağım yediğim her şeyi. Yüzüm kireç gibi bembeyaz. Dişlerimi kırarcasına sıkıyorum. Havuza girmişim gibi terler damlıyor. Lacivet Nike T-shirt’im tamamiyle siyaha döndü. Fırın gibi sıcaklaştım. PAN, diyorum, ne yapacağız?

  • Hocadan izin iste ve dışarı çık.

Basit ve her basit fikir gibi mükemmel ama uygulaması da bir o kadar zor.

  • Hocam, kendimi iyi hissetmiyorum dışarı çıkabilir miyim?
  • Ne oldu evladım daha dershane ilk gününden?
  • Hocam iyi değilim. Patlamak üzereyim. Eğer bir iki cümle daha kurarsam..
  • Tamam çık bakalım. Bizde revir yok yalnız. Müdüre sor ne yapman gerektiğini.
  • Ta ta ta tabii..

Kendimi iki büklüm bir şekilde deve gibi hörgücüm çıkmış olarak dışarı atıyorum. Öyle sıcak ki hava sinekler bile yaşayamazlar bu havada. Ev dışında hiç tuvalete girmemiş olan ben, buradaki umumi tuvaleti kullanabilir miydim? Güdülerim, korkularım buna ne cevap verecekti.

  • Bence kullan. Ama yine de kullanmazsan eğer sen bilirsin. Alimden zalim, zalimden alim doğar derler. Her yaptığın, ve her yapmadığın şeyin bir sonucu kesinkez vardır.

Yine anlamayacağım bir telden felsefe yiyorum PAN efendiden. Asansör olmadığı için merdivenlerden yürüyerek aşağıya iniyorum. Her iniş biraz daha bağırsağıma baskı yapıyor ve artık yaklaşmakta olan yaklaşıyor.

Bu yaşıma kadar ev dışında tuvaletimi yapmamış olan ben, kendimi sokaklara atıyorum. Merkeze. Burger King’in oraya. Beylikdüzü merkez arkadaşlar. Binlerce insanın olduğu yere.

Külhanbeyli eski kabadayılar İstanbul Karaköy’de nasıl yürürlerse ben de şu an da öyle yürüyorum. Bir sağa bir sola bacaklarımı devasa bir yengeç gibi açıyorum. Mayın patladı artık. Ve paçalarımdan aşağıya kanlarım dökülüyor. Bütün zehir paçalarımdan aşağıya akıyor da akıyor. Rahatlıyorum ama ayrıca büyük bir rezalete de sürükleniyorum. Hadi 3–4 yaşında altına patlatsan bir şey olmaz da, matematik anlayacak yaş da bunun başına gelmesi de..

Ben kala kalıyorum olduğum yerde. PAN o kadar çok gülüyor ki bu halime birisi beni fark etmemiş bile olsa, onu görseler veya duysalar kesin ona bakarlardı ne oluyor ya burada diye. Öyle bir ses çıkartıyor.

Bağırarak ve gözümde yaşlarla leş bir şekilde;

  • Neden bana yol göstermedin? Neden?!!
  • Gösterdim. Bak alimin geliyor.

Umay Ana hakikaten de ismi gibi anaç bir şekilde yanıma geliyor.

  • Sen iyi misin?
  • Değilim. Değilim. Ne olur bana yardım et.

PAN’ın o gün ki ezdiği ve afiyetle yediği fare kadar savunmasızım şu anda.

Kendimi kendi pisliğimin içinde yere bırakıyorum ve şükür ediyorum ki o kız o gün tam da o an da oradaydı.

Karım. Canım, caanım eşim, benim biricik anaç sevgilim. Ve artık ergenlikten uzak diyebileceğim çocuklarım. Bir kızım, bir oğlum. Balca, ve Pars. Ve onların da kendi veletleri. İsimlerini hatırlayamıyorum şu anda. Koluma bir serum bağlı. Biraz canım yanıyor. Ama 89'un da ki bir bunak için bu kadar ağrı pekela katlanılabilir.

Torunlarım elime akıllı telefon denen bir şeyleri veriyorlar. Bak dede bak diyorlar. İnanılmaz gür sesleri var. Başım çatlıyor.

  • Torunlarım. Bekcham Rıdvan’a ne oldu o makineye sorar mısınız?

Diyorum nazikce.

  • Tamam DEDE diyorlar.

Elime veriyorlar makineyi. Okuyorum. Gözlerim sulanıyor ansızın.

‘’ İngiliz yıldıza benzetilerek ‘Beckham Rıdvan’ olarak tanınan genç futbolcu 28 günlük yaşam mücadelesini kaybetti. İstanbul Büyükçekmece’de arkasında yüzdüğü teknenin pervanesine çarptığı bacağı kopan ve karnından ağır yaralanan 17 yaşındaki Rıdvan Beder, 28 gün sonra hayatını kaybetti’’

  • Tamam alın, diyorum.

Demek ki Rıdvan o gün hakikaten kurtulamamış. Keşke o da kendi PAN’ını dinleseymiş. Belki bu güdüsü onu kurtarabilirmiş. Yazık.

Herkes odadan çıkıyor çünkü dinlenmem lazımmış. Zaten bütün gün dinlenip yorulduğum için şimdi sıra yine dinlenip yorulmakta.

Eski ve kadim dostum artık eskisi kadar gözükmese de yine meydana çıkıyor.

  • Nasılsın?
  • Eh işte. Sen?
  • İyidir. Facebook hesabın var mı senin?
  • Hayır, hatırladığım kadarı ile. Rıdvan ölmüş. Diğer tayfadan haberin var mı? Yaşıyorlar mı onlar?
  • Gerçekten bunadın. Herkes öldü. Senin de vaktin az gibi duruyor. Artık büyüdün. Bana ihtiyacın daha azaldı. Beni kullanmak yerine insanlar artık sosyal medyayı kullanıyorlar.
  • Evet haklısın. Ben şanslıydım. Zalim bir an bana karımı verdi. O gün umumi tuvalet kullanma fobim olmasaydı bu gün bu hayatı da sürmüyor olacaktım.

Öksürüyorum ve altıma sıcak sıcak kaçırdığımı hissediyorum.

  • Ama aynı zalim an çeşitli canları da yanında götürdü. Demek oluyor ki, hislerimiz bizi her zaman doğru yönlendirmiyor. Ve yine aynı hisler tecrübelerimiz artıkça bizleri yalnız bırakıyor. Tepe her zaman tek kişiliktir.
  • Evet. Artık sen de kendine göre bir bilgesin. Korkularınla ve seni boğan anlarla nasıl yüzleşeceğini artık bildiğine göre benim gitme vaktim geldi.
  • Beni giderken öpmeyeceksin değil mi?
  • İster misin?

Gülüyoruz. Hem de hiç gülmediğimiz kadar gülüyoruz. PAN gidiyor. Başka bir çocuğun korkularıyla yüzleşmesine ve ona tecrübe katmasına yardımcı olmaya gidiyor. Ama açıkcası saklambaç oynamayan bu çağ da bunu yapması oldukça zor olacak, bunu o da biliyor.

Zar zor doğruluyorum yatağımdan. Belkide son bir kez hava alabilmek için.

Kalkar kalmaz, o kadar uzun zamandır yattığım için yere düşüyorum.

Bu sesi duyan karım yanıma geliyor tıpkı o gün ki olduğu an da ki gibi.

Hiç bir dostum gelmiyor, çocuklarım, torunlarım ve dostlarım beni kaldırmaya gelmiyor.

Ama o geliyor.

Ve biz son bir kez içimden geçirerek sessizce haykırıyoruz;

‘’ İçinizden geldiği gibi yaşayın ve güdülerinize güvenin ama bazen de aptal olmayın! ‘’

Kendimi kendi pisliğimin içinde yere bırakıyorum ve şükür ediyorum ki o kız o gün tam da o an da orada.

*Beckham Rıdvan’a adanmıştır.

Medium Türkçe

--

--