Pandora’nın Kutusu Efsanesi ve Günümüzden Bir Bakış

Furkan Elmalı
Türkçe Yayın
Published in
5 min readOct 19, 2023

Yunan mitolojisinde bulunan birçok efsane arasında, Pandora’nın Kutusu belki de ismi ilk akla gelenlerden biridir. Bu efsane aynı zamanda geçmişten günümüze taşıdığı Merak, Kötülük, Hırs, Aşk gibi duygular ile alakalı çok güçlü çıkarımlara sahiptir. Bu yazıda ise sizleri hem efsaneye göre dünyaya gönderilen ilk kadın Pandora ile bir yolculuğa çıkarmayı, hem de bu yolculuğa günümüzden bir perspektif sağlamayı amaçlıyorum.

Pandora’nın yolculuğu, Pandora henüz ne yeryüzünde ne de bu evrende değilken yani henüz var olmamışken başlıyor aslında. Çünkü Pandora, bir amaç doğrultusunda yaratılıyor, var oluyor. Her şeyin başlangıcı ise insanlığın koruyucusu Prometheus’un, Zeus’a ait olan Bilgelik Ateşi’ni çalması ile halihazırda insanoğlu ile hiç iyi geçinemeyen Zeus’un öfkesini körüklemesidir. Bu olay Zeus’u adeta çileden çıkarır. Hemen oğlu Hephaistos’u (Demirciler Tanrısı) çağırarak, ondan Tanrıça güzelliğinde bir kadın yapmasını ister. Zeus bu kadına “Tanrıların hediyesi” anlamına gelen Pandora adını verir. Böylece Pandora var olmuştur.

Varoluş:

“İnsan yalnız başkalarına karşı değil kendisi için de merak duyabilmeli. Kendimi inceliyorum; bundan yorulunca zaman öldürmek için bir sigara yakıyor ve düşünüyorum. Tanrı’nın beni neden yarattığını ya da beni yaratırken bana ne anlam yüklediğini ancak ve ancak Tanrı bilir.”

- Kierkegaard-

Buraya kadar; yolculuğumuzda henüz hiçbir şey gelişmemiş olsa da, yine de bizlere soracak harika sorular veriyor. Her şeyden önce, Absürdizm’in anlamsızlığına tamamen zıt ancak varoluşçu düşüncenin ciddiyetinden de oldukça uzak bir konumda başladığını görüyoruz efsanemizin. Bunun temel sebebi mitolojinin yapısı olsa da varoluş için kusurlu tanrılarla donatılmış bir bakış oluşturabiliyoruz. Örneğin; Pandora’nın varoluş amacı tamamen belli olsa da bu amaç tanrıların son derece insani özellikleri olan öfke ve düşmanlıkları ile doğrudan alakalı. Burada ise bazıları sonradan cevaplanacak olsa bile sormamız gereken sorular var. Örneğin, Pandora kendi varoluşunun amacından haberdar mıydı? Yoksa biz insanlar gibi bu konudan oldukça uzakta mıydı? Bu kadar net bir amaç ile özgür olabilir miydi? Yolculuğumuzdan biraz sıyrılırsak eğer, peki ya biz insanların bu kadar net bir varoluş amacı varsa, bizler özgür olabilir miydik?

Şimdilik bunları bir kenara bırakıp yolculuğumuza devam edelim. Pandora Tanrılar tarafından, kendi düşmanlıkları ve öfkelerinin bir sonucu olarak yaratılmıştı. Varoluş amacı ise isminin aksine, hediyeden ziyade bir ceza olmaktı. Bir tanrıça kadar güzel olan Pandora, varoluş amacı kadar da sinsiydi. Zeus intikamı için, Prometheus’un kardeşi Epimetheus’u hedeflemişti. Pandora, bir hediye olarak Epimetheus’a gönderilmişti ve artık yeryüzündeydi. Prometheus kardeşini defalarca uyarmış olsa da, Epimetheus sırılsıklam aşık olmuştu. Epimetheus için bu gerçekten bir hediyeydi zira, ona sunulan şey sevgiydi. Bunun sonucu ise bir evlilik olmuştu.

Sevgi:

“Eğer biri başka biri tarafından sevildiğini düşünürse ve böyle bir sevgi için ona hiçbir neden sunmuş olduğuna inanmıyorsa, onu zorunlu olarak sevecektir…”

- Spinoza-

Eğer hikayenin bu noktasını Spinoza’dan yola çıkarak incelersek, Pandora’ya biraz üzülmemek pek mümkün değildir. Zira seni nedensizce seven bir tanrıyı sevmemek mümkün müdür? Optimist bir bakış açısıyla Pandora’nın da bu sevgide bir payı olduğunu düşünebiliriz, ancak içinde bulunduğumuz hikaye, Spinoza’nın da dediği gibi nedensiz bir sevgiye karşı verilen zorunlu bir karşılığa daha müsait. Bu noktada, ise bunun gerçekten bir sevgi olup olmadığı tartışma konusudur.

Bu evliliği fırsat bilen Zeus, düğün hediyesi olarak şimdilerde bir kutu olarak betimlense de, topraktan yapılma bir çömlek gönderdi. Pandora’ya, bu çömleği asla açmamasını, içinde sonsuz mutluluk olduğunu ve daha birçok körükleyici söz sarfederek Pandora’nın merak duygusunu perçinledi. Varoluş amacı belli bile olsa, birçok insan gibi Pandora’da merağına yenik düştü.

Merak:

“Merak, rahat vermeyen, ahlak tanımayan bir tutkudur.”

-Sheridan Le Fanu-

Sonunda, sorularımızın bir kısmına cevap bulabileceğimize inanıyorum. Aristoteles’in de söylediği gibi, insan doğal olarak bilmek ister. Merak, burada bu istencin körükleyicisi konumundadır sadece. Bir şeyi yapmak istemek ise, tamamen kişinin kendisine bağlıdır. Yani burada bir özgürlük söz konusudur. Zeus’un Pandora’ya kutuyu açmasını emretmemesi ve onu manipüle etmesi, Pandora’nın irade sahibi olduğunu bizlere gösteriyor. Her ne kadar kısıtlanmış ve belirlenmiş bir hayat yaşıyor olsa da, Pandora özgürdür.

Kutuyu açtığında ise, Pandora büyük bir dehşete kapılır. Kutuya Zeus tarafından yerleştirilmiş olan ölüm, öfke, hastalıklar, salgınlar, açlık, kıskançlık, haset ve bütün kötü hasletler dışarı fırlar. Bu dehşetle Pandora, kutuyu hızlıca kapatmak ister. Hızlıca kutuyu kapattığında, umut her zaman olduğu gibi geç kalmıştır. Zeus, insanların bütün bu kötülüklere karşın umut duygusuna her zaman tutunmalarını istemiş ve kutuya onu da yerleştirmiştir. Ancak Pandora’nın paniği, umudun dışarı çıkmasına engel olmuştur.

Umut:

“Umut en büyük kötülüktür, çünkü işkenceyi uzatır”

-Nietzsche-

Bu noktada, umut konusunu irdelerken Pandora ve insanlık için hangi noktada durduğunu ele almamız gerek. Zeus, bu şekilde nefret ile yaklaştığı bir ırka karşın acıma duygusu besleyerek umudu kutuya yerleştirmiş olabilir mi? Elbette hayır. Umut, Nietzsche’nin de irdelediği gibi kutuya, son bir kötülük olarak yerleştirilmiştir. Asla geçmeyecek olan kötülüklere karşın beslenen umut sadece çekilen acıyı uzatacaktır. Irvin D. Yalom’un Nietzsche Ağladığında eserinden bir alıntı yapmak gerekirse;

Nietzsche adeta haykırmıştı. “İnsanca, Pek İnsanca adlı kitabımda ileri sürdüğüm gibi, Pandora’nın kutusu açılıp, Zeus’un içinde sakladığı bütün kötülükler dünyaya saçıldığı zaman, orada son bir kötülük kaldığından kimsenin haberi olmamıştı: Ümit. O zamandan beri, yanlışlıkla kutuyu ve içindeki ümidi iyi şans olarak yorumladık. Fakat Zeus’un arzusunun, insanların kendilerini işkenceye teslim etmeleri olduğunu unuttuk. Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır.”

Gördüğümüz üzere Irvin D. Yalom’da, Nietzsche’de kutunun içindeki sona kalan duyguyu, bir iyilik olarak değil en son kötülük olarak yorumlamıştır. Zeus göz önüne alındığında ise bu yorum, su götürmez bir gerçeğe dönüşür.

Umut konusunda parmak basmak istediğim son bir nokta ise, aslında günümüz dünyasının bir noktada oldukça benzer nitelikler taşıdığını fark ettiğimiz de bu yüzyıllarca anlatılagelmiş efsanenin ne kadar ilginç bir noktaya evrilebildiğidir. Evet, bizim umudumuz var. Ancak kaçımızın bir gün ölmeyeceğine, ölümcül bir hastalıkla boğuşurken bunu atlatabileceğine, kıskançlık, öfke ve haset gibi duygularla başa çıkabileceğine dair net bir umudu olabilir ki? Bu noktalara umudumuzu yönlendirmemiz, güçlü kalabilmemiz bizler için her zaman zor olmuştur. Bu yüzden belki de kutunun içinde hapsolmuş olan o umut kırıntısını beklemektense, elimizde olan ve diğer konular için beslediğimiz güçlü umutları dönüştürelim. Böylece belki de Zeus’un büyük kötülüğüne karşın da olsa bir tölerans geliştirebiliriz.

Yolculuğumuzun sonunda maalesef çoğu efsanede olduğu gibi birçok soru hala cevapsız kalıyor. Ancak eminim ki efsaneler, bu cevapsız sorular ile daha etkileyici ve ilgi çekici bir hale geliyor. Her ne kadar üzücü olsa da, bu sorulara herkesin kendi cevabını bulması ve belki de bilinmezlik durumunu içselleştirmesi gerekiyor. Binbir türlü kötülük ile baş ederken güçlü kalabilmeniz dileğiyle. Umarım sizler için keyifli bir yolculuk olmuştur.

--

--

Furkan Elmalı
Türkçe Yayın

Bir şeyler yazmayı seven; izledikleri, okudukları ve oynadıklarından gördüklerini paylaşmak isteyen biriyim. Sık sık düşünüp araştırarak yazılar yazacağım.