Psikoloji Bilimi: Toplum Ve Birey

“Bir Birey Ve Toplum” üzerine söyleşi:

Ssemihersoy
Türkçe Yayın
3 min readJan 6, 2023

--

Söyleşi olarak ele aldığım “Bir Birey Ve Toplum” yazımın; kuşaklar arasında farklılık gösterdiğini bilmenizi isterim. Özellikle 15–35 yaş arasına hitaben yazmış olduğum bu yazı, gelecek nesillerin karşılaşacağı benlik kaybının sebebine istinaden yazılmıştır.

Toplum;

Günümüz itibariyle çokça duyduğumuz toplum kelimesinin, bizler üzerindeki etkisinin ne denli olduğunu bilmek, alışılagelmişin ötesinde değildir. Peki bu bilginin bize yararını biliyor muyuz sizce, yoksa bir muamma sillesi içerisinde hayatımızı idame mi ettiriyoruz?

-Kesinlikle öyle yapıyoruz.

Bir birey üzerinden ele alacak olursak bu konuyu, herkesin kendine özgü düşünceleri ve değerleri vardır. Bu değerleri yargılamak veya yorumlamak kimsenin haddine değildir, fakat bilmeliyiz ki gelinen nokta hiç iç açıcı değildir. Bireylerin toplumu oluşturduğu gerçeğiyle yüzleşmek ve gelecek nesillerin nasıl bir toplumu inşa edeceği düşüncesini öngörmek, aklı baki her insanı tedirgin etmektedir. Birçok sebebi olan bu tedirginliğin en büyük etkenliği ahlaki kısmındadır. Ahlak deyince aklınıza hemen dini konular gelmesin. Toplumsal olarak yanlış yorumlamalar yapmaktayız ki, bu da onlardan bir tanesidir. Ahlaki olarak bahsetmek istediğim aslında insanın kendi benliğini bilmezlikten gelmesi ve bunu kabul etmesi. Çünkü bu davranış insanın ahlaki olarak zayıf ve dürüst olmadığını göstermektedir. İnsan ilişkilerini farklı bir noktaya sürükleyen bu davranış, “mükemmeliyetçilik” kavramıyla bütünleştiğinde, toplumun büyük bir kesimin bozulmasına yer açacaktır ki açmış gibi de gözükmektedir.

Neden bir iki kavrama istinaden bu yorumu yaptın? Diye soracak olursanız şayet;

Freud, mükemmeliyetçilik kavramını başarı ve karakter olgunluğu ile özdeşleştirmiştir. Farkındalığın en temel birikimi olgunluk ve başarıdır. Bir insan farkında oldukça değişir, olgunlaşır ve başarıya ulaşır. Bizler bırakın olgunlaşmayı, gittikçe bu kelimeden uzaklaşıyoruz bile. Etrafınıza biraz göz gezdirin ve sadece bakın. İnsanları okumaya çalışın. Kim nasıl, ne şekilde bu kavramları karşılıyor görün. “Herkes eskiye nazaran çok daha farkında aslında, ben her şeyin farkındayım ki?” dediğinizi duyar gibiyim. Hiçbir şeyin farkında değiliz. Bir takım şeyleri bildiğimizi zannedip farkında olduğumuzu düşünüyoruz. Bir şeylerin farkında olabilmek için gerçekten bilginin özünü benimsemek gerekir. Bizler bilgiyi almadan farkında olduğumuzu varsayıyoruz. Bilginin sınırsızlığını görmekten ziyade, mükemmeliyetçilik yaklaşımıyla benliğimize boş bir doygunluk hissi veriyoruz. Kibirli yaklaşımlar gösteriyor ve kitlesel hareket ediyoruz. Gerçekten başarı ne bilmiyoruz bile. Kendi dünyamızda sınırlandırdığımız gerçekleri kabullenip, hayatın akışını izliyoruz. Akışı etkilemeye ya da akışta olmaya bile çalışmıyoruz. İşin kötü yanı şu ki toplumsal olarak hareket ettiğimiz için birbirimize benziyoruz.

Bu gelecek nesiller için büyük derecede önem arz eden bir sorundur. Çünkü kabullenilen bu doygunluk, kibri ve bilgisizliği doğurur. Tabii ki de farkındalığı olan birey bilgisinin etkisiyle bu rolden çıkacaktır. Değinmek istediğim hususta tam olarak bu zaten. Farkında olduğumuzu zannedip, bu düşünceleri kendimize yakıştırmıyoruz. Sorunun başlıca sebeplerinden olan mükemmeliyetçilik tutumuyla, kibirli bir yaklaşım sergiliyoruz…

Ve yazımı bitirmeden önce sizlere bir soruyla veda etmek istiyorum:

“Gelişi güzel bir yaşam, akışına bırakılan bir hayat sizce neyin, ne kadar farkındadır?”

--

--