Re-Vo-Lüs-Yon!

Sarı yelekliler, Yuval Harari’nin birkaç yıldır altını çizerek anlattığı oluşması muhtemel yeni “işe yaramayan” sınıfın anne babaları. Aslında varoluş mücadelesi veriyorlar.

--

A51 otoyolunu kapatan sarı yelekli eylemciler (Kaynak: Wikipedia)

Benoit ile muhabbet ediyoruz. “Oğlum iki gün boş bıraktım, ne hale getirdiniz memleketi” diyorum. Gülüyor. Alaycı bir tonla “RE-VO-LÜS-YON!” diyor. Ortanın üstü gelir grubunda genel olarak bu hava hakim. Fransız oldukları için zıkkımın pekini yesinler diyemiyorlar, ne de olsa devrimcilik DNA’larında var ama 2005’te Paris’in banliyöleri karıştığında bile olayları çıkaran göçmenlere karşı daha sempatiktiler. Benoit Paris’te oturuyor. Büyük bir şirkette orta düzey yönetici. Şimdi üst düzeyleri hedefliyor. Karnı tok, sırtı pek. Geçim derdi olmadığı için iklim sorunu, eşcinsel hakları gibi daha ‘uhrevi’ konularda aktif olarak sesini çıkarıyor. Bu kadar toplu ulaşım imkanı olan bir yerde araba kullanmak delilik dediği için akaryakıta getirilen ek vergiyi pek önemsemiyor.

Fabien için durum biraz daha farklı. Ülkenin güneybatısında küçük bir şehirde araba tamircisi olarak çalışıyor. Eşi de bir doktorun yanında sekreter. Çalıştıkları şehirde ev almaya paraları yetmediği için yirmi kilometre uzaklıkta bir köyde yaşıyorlar. Herhangi bir toplu ulaşım imkanı olmadığından ikisinin de arabası olmak zorunda. Fransa’nın kırsalında arabasız yaşamak mümkün değil. Dolayısıyla az olan gelirlerine yeni bir vergi yükünün gelmesinden rahatsız. Eylemlere katılmıyor, hatta geçen gün yolu tıkadıkları için işe 15 dakika geç kalmasından şikayet ediyor. Ama yine de eylemcileri haklı buluyor.

İkinci haftanın sonunda sarı yeleklilerin protestolarının şiddete dönüşmesiyle bütün dünyanın gözü Fransa’da. Bizde de, geniş kitlelere yayılan sokak protestoları görmeye uzun zamandır pek alışık olmadığımızdan dolayı herhalde, hemen tek bildiğimiz Gezi direnişi ile karşılaştırma yapma ihtiyacı duyuluyor. Oysa her protestonun çıkış sebebi ve arkasına kattığı kitle farklılık gösteriyor. Sarı yelekliler ile Gezi’yi karşılaştırmak doğru değil. Talepler ve talep edenler bakımından büyük farklar var. Biri diğerinden daha doğru ya da yanlış olduğundan değil. Sadece farklılar. Elmalarla pırasalar meselesi.

Kim Bu İnsanlar?

Eylemlerin çıkış nedeni benzin ve motorin satış fiyatlarına eklenen ve iklim değişimi sorununa karşı insanları akaryakıt kullanımlarını azaltmaya teşvik amaçlı 3,9 ve 7,6 sentlik ek hidrokarbon vergisi. Büyük bir para değil aslında. Motorine konulan 7,6 sentlik ek vergi, ayda yaklaşık 10 avroluk ek harcama demek. Asgari ücretin 1.498 avro, ekmeğin 1 avro olduğu bir ülkeden bahsediyoruz sonuçta.

Geçtiğimiz hafta sonu şehirlerdeki radikal grupların sazı ellerine almış, ortalığı yağmalamış olmalarına rağmen protestocuların çoğunluğu kırsal kesimden. Neredeyse tamamı beyaz, orta alt gelir düzeyinde ve yaş ortalaması 40’larda. Fransızların alışık oldukları genç, sol yumruk havada kitleden de her şeye homurdanan çiftçilerden de farklı, seslerini duymaya alışık olmadıkları bir kesim. İki uzun yol şoförünün Facebook üzerinden başlattığı, sosyal medya üzerinden dalga dalga yayılarak çoğalan protestocuların siyasi görüşleri bile beş benzemez. Biri devrimci bir slogan atarken, diğeri göçmenlere ve eşcinsellere olan nefretini kusuyor. Ama dertleri orayı burayı yakmak değil. Sadece biri de onları dinlesin istiyorlar.

Aralarında büyük şehrin banliyölerinde sıkışıp kalmış yoksullar yok. Ne işçiler ne de işçi sendikaları açık destekte istekli; grev çağrılarına kulaklarını tıkıyorlar. Jean-Luc Mélenchon’un aşırı sol (!) La France Insoumise (Boyun Eğmeyen Fransa) partisi bile olaylara mesafeli yaklaşıyor. Arada birkaç politikacı iktidara gol atma hevesiyle bir iki şey söylese de, özellikle geleneksel politik sistemi temsil eden Sosyalist ve Cumhuriyetçi partiler yoğurdu üfleyerek yiyorlar. Bir Twitter kullanıcısı “hem Suudi cihatçıları istemeyeceksin, hem iklim değişikliğinden endişe edeceksin, ama petrole ek vergiye de karşı çıkacaksın” diyerek eylemcilere olan kızgınlığını paylaşıyor. Kamuoyu yoklamaları halkın %84’ünün eylemcileri desteklediğini söylemesine rağmen sokağa çıkanların sayısı birkaç yüz bini geçmiyor. Kafalar karışık.

Liberté — Egalité — Var Olabilme

Oysa eylemcilerin dertleri gerçek. Üçüncü dünyadan bakıp birinci dünya sorunlarına gülmek kolay ama herkesin derdi kendine. Onlar da reklamlarını gördükleri tatilleri yapıp, filmlerde sunulan hayatları yaşamak istiyorlar. Üzerlerinde yoksulların yenilgiyi kabullenmişliği yok ama başkaları ile aralarındaki yaşam standardının giderek açıldığının farkındalar. Gelir adaletsizliği bir gerçek. Hayat her geçen gün daha zor ve anlamsız hale geliyor.

Aslında Fransa’daki mutsuzlar diğer batı ülkelerindeki mutsuzlardan hiç de farklı değil. Amerika’da Trump’ın seçilmesi, İngiltere’deki Brexit referandumu sonuçları ve Fransa’daki sarı yeleklilerin güçlü bir ortak tarafı var. Dünya doğup büyüdükleri dünya değil. Bir şeyler büyük bir hızla değişiyor. Bir grup insan, özellikle de yeni nesil, büyük bir hızla başka bir yaşama doğru eviriliyor. Geride kalanlar ise panik halindeler. Eski yaşamlarını, olmayacağını bilseler bile, geri istiyorlar. Olmayacağını bilmenin paniği ile de tepki gösteriyorlar, çünkü başka ne yapabileceklerini bilmiyorlar. Kimse de zahmet edip şöyle yapın demiyor.

Yeni dünyanın hızı ile ilerleyenler de geride kalanları anlamıyor. Banliyölerdekiler ayaklansa eyvallah, bunlara ne oluyor? Ayda 10 avro için mi bu tatava? Dünya değişiyor, herkesin ayak uydurması lazım. Sol zaten mavi ekran vermiş durumda. Geçim sıkıntısına karşı ses çıkarmak tamam ama ya iklim değişikliği? İki ucu oldukça pis bir değnek.

Devrim denilince aklımıza Fransız ya da Bolşevik devrimleri gibi hızla ve güç kullanılarak yapılan devrimler geliyor genellikle. Oysa her devrim aynı hızla ilerlemiyor. Bütün insanlığı değiştiren tarım ve endüstri devrimleri çok uzun yıllara yayılmış olarak gerçekleşti. Benoit’nın dalga geçmesine bakmayın, şu anda da benzer bir devrim gerçekleşiyor. Sadece sokağa çıkanlar tarafından değil. Tohumları yirmi küsur yıl önce ilk Hotmail hesabınızı açtığınız zaman atılan, üretim sistemlerinin yeniden değişmesi yolunda hızla ilerleyen bir devrimin içindeyiz. Milyonlarca insan da, şu anda televizyonunu kullanmakta bile zorlanan annemin sıkıntısına benzer bir şekilde, değişime ayak uydurmakta zorlanıyor ve isyan ediyor.

Sarı yelekliler, Yuval Harari’nin birkaç yıldır altını çizerek anlattığı oluşması muhtemel yeni işe yaramayan sınıfın anne babaları. Büyük resmin içinde giderek küçülen bir öneme sahipler. Mülteciler de akaryakıt vergileri de bahane. Aslında varoluş mücadelesi veriyorlar. Sayılarının yüksekliği tepkilerini duyulur hale getiriyor. Seçimlerde ortalığı alt üst ediyorlar. Ama çaresizlik duygularını yenemiyorlar. Yeni dünyaya ayak uydurmuşlar ise geride kalanların sesini duyuyor ama ne söylediklerini anlamıyorlar.

Mösyö Lö Prezidan’ın Kibri

Eylemlerin bu kadar yayılmasında Fransız Cumhurbaşkanı Macron’un tutumu belirleyici bir faktör oldu. Daha önce kendisine “Hey Manu” diye seslenen bir lise öğrencisini televizyon kameraları önünde “Bana mösyö lö prezidan” diyeceksin diye haşlayan, işsizlikten şikayet eden birini “caddeye çıksam 10 dakikada iş bulurum” diyerek tembellikle suçlayan genç cumhurbaşkanı, halkın gözünde zaten kibirli bir elit olarak görülüyor. Söyledikleri belki yanlış değil ama Manu’nun ciddi bir halkla iletişim sorunu var.

Emmanuel Macron (Wikimedia Commons)

Halbuki iktidara gelirken herkesi dinleyeceğini, tüm toplumu temsil edeceğini söylemişti Macron. O gün söyledikleri ile şu ana kadar yaptıkları ise taban tabana zıt. Bugüne kadar getirdiği reform tasarıları için hiçbir toplum temsilcisi kuruluş ile doğru dürüst görüşmedi. Reformların içeriğinin doğruluğu yanlışlığı ayrı bir tartışma konusu ama bu ben her şeyin en iyisini bilirim havası, bizdekilerin aksine, Fransızlarda kaşıntı yapıyor.

Protestoların başından beri görüntüsü de aynı kibirli elit politikacı şeklinde. Bir Libération yazarı, cumhurbaşkanını yangını söndürmeye çalışan itfaiyeci olmak yerine yangın çıkartmaya hevesli bir piroman olmakla suçladı. Kimseye neden hidrokarbon vergisi getirdiğini açıklamaya zahmet etmedi. Toplanan verginin nasıl kullanılacağını açıklamadı. Protestolara burun kıvırıyor ama insanların niye kızgın olduklarını dinlemeye tenezzül etmiyor. Belki doğru şeyler düşünüyor ama düşüncesini aktarmakta sürekli zorlanıyor. Bu da zaten panik halinde, giderek yeni dünyadan koptuklarını düşünen insanları Marine Le Pen gibi aşırı sağcı popülistlerin kucağına doğru itiyor.

Benoit ile sohbete devam ediyoruz. “Ekonomik durum aslında daha kötü değil” diyor. “Bu yıl emekliler dışında satın alma gücü düşen hiçbir grup yok. Üstelik ciddi vergi reformları da geldi. Örneğin benim annem babam, bu yıl 600 avro daha az emlak vergisi verecekler, bu da hidrokarbon vergisinin getirdiği ek yükten çok daha fazla. Ama insanlar emlak vergisi indirimini bir kez görüyor, benzin istasyonuna ise her hafta gidiyor. Her hafta ek vergi gözlerine sokuluyor ve neden bunu verdiklerini bilmiyorlar. Kimse açıklamaya zahmet etmiyor. Onlar da doğal olarak tepki gösteriyorlar.”

Sarı yelek eylemleri, değişen dünyanın değişemeyenleri ile tepeden dayatma değişim politikaları uygulayan ‘ben bilirimci’ siyasetçilerin bir araya gelmesiyle oluşabilecek gaz ve toz bulutunun güzel bir örneği. Huzursuzluğun mayası Amerika’da Trump’ın seçilmesi ve İngiltere’de Brexit kararının alınmasını oluşturan ortamdan çok farklı değil. Muhtemelen batı demokrasilerinde bundan sonra yaşanabileceklerin de bir ön izlemesi.

Fransızlar bir sonraki seçimlerde başlarında madam la prezidant Le Pen’i görmek istemiyorlarsa sarı yeleklileri dinlemeyi, dertlerini anlayıp değişime bir şekilde onları da dahil etmeyi öğrenmek zorundalar. Aynı şey bütün demokrasiler için geçerli.

Unutmadan hemen şuraya bir not düşelim. Türk medyasının malum güzide yayın organları Fransa’daki protestolardan pek memnun gibi gözüküyorlar. Olayın hala ne ağaç ne de benzin fiyatları olduğunu pek fark edemediler. Keşke durumu biraz daha dikkatli inceleyip sahiplerini uyarsalar. Keza arabasına benzin koyamayanlar bunları yapıyorsa, tenceresine soğan koyamayanlar neler yapabilir, düşünmek bile istemiyorum.

Okuma önerisi: Geçenlerde konuyla ilgili Alican Tayla’nın güzel bir analizine rastladım. Fransa’nın durumunu ve eylemlerin nedenini nasılını çok iyi açıklamış. İlgilenenler için şuraya iliştiriyorum.

Facebook | Twitter | Instagram | Slack | Kodcular | Editör | Sponsor

--

--

Tolga Dorken — Serbest Zırvalamalar
Türkçe Yayın

kendi kendine yazar, gezer, düşünür… herbokolog… tw: @DorkenTolga