Rus Edebiyatının İnsanlığa Armağanı: Lev Nikolayeviç Tolstoy

Enes Talha Elbüz
Türkçe Yayın
Published in
9 min readFeb 28, 2021

Rusya; toplumsal dinamikleri, tarihsel süreçleri, coğrafi gerçekleri ve dünya görüşüyle farklı bir duruş sergiler. İhtiva ettiği bu farklılık ve çeşitlilik Rusya’nın kültür, sanat ve edebiyat alanında da başarılı örnekler ve yapıtlar ortaya koymasını sağlamıştır. Rus edebiyatı şüphesiz insanlığa birçok nadide eser ve kıymetli yazar armağan etmiştir. Gogol, Turgenyev, Dostoyevski, Puşkin, Çehov… Dünyaca tanınan Rus yazarlardan sadece birkaçıdır. Bunların içerisinde bir yazar vardır ki; üslubu ve filozof kimliğiyle, yazdıklarının hala dünyanın en iyi eserleri arasında gösterilmesiyle ve hayat tarzıyla diğerlerinden sıyrılır: Lev Nikolayeviç Tolstoy.

İlk Yılları

Lev Nikolayeviç Tolstoy; 9 Eylül 1828'de Tula şehrinin Yasnaya Polyana kasabasında; aristokrat bir aile olan Kont Nikolay Ilyich ve Kontes Mariya’nın beş çocuğundan dördüncüsü olarak dünyaya geldi. Lev Tolstoy, 2 yaşında iken annesini ve 9 yaşında iken babasını kaybetti. Küçük yaşta hem annesini hem de babasını kaybeden Lev, kardeşleriyle birlikte akrabaları tarafından büyütüldü.

Yasnaya Polyana / Tolstoy’un dünyaya geldiği ev

Lev Tolstoy; 1844'te Kazan Üniversitesi’nde Doğu Dilleri bölümünde eğitim almaya başladı. Daha sonradan Hukuk Fakültesi’ne geçti. Fakat; burada da başarılı olamayarak eğitimini yarıda bıraktı ve memleketine geri döndü. Bu süreçte eğlence odaklı bir hayat tarzı benimseyen Lev, vaktinin çoğunu Moskova, St. Petersburg, Tula gibi şehirlerde geçiriyordu. Yazmaya da bu dönem başlayan Tolstoy ilk eseri “Çocukluğum”u da bu dönemde yazdı. Bu eseri muhtelif dergilerde yayınlandı ve bu girişim Tolstoy’un yazarlık bağlamında ilk başarısı oldu. Daha sonradan biriken yüksek miktardaki kumar borçlarından dolayı abisinin yanına, Kafkasya’ya gitti ve orduya katıldı. 1854–55 yıllarında Kırım Savaşı ve Sivastopol Kuşatması’nda genç bir topçu subay olarak görev yapan Lev, savaşın vahşeti ve dehşetine dayanamadı; savaştan sonra ordudan ayrıldı. Savaşta olduğu yıllarda ise diğer eserleri “Sivastopol Hikayeleri” ve “Baskın”ı yazdı.

Lev Tolstoy’un gençlik yılları

Ordudan ayrıldıktan sonra Avrupa’ya iki kez seyahat etti. Ordudaki tecrübeleri ve Avrupa seyahatleri onu şiddet karşıtı ve ruhani bir anarşiste dönüştürdü. Alexander Herzen, Mikhail Bakunin ve Peter Kropotkin gibi isimler de aynı fikirleri benimseyen Rus aydınlarıydı. 1857'deki Almanya, Fransa ve İsviçre’yi kapsayan Avrupa ziyaretinde Paris’te şahit olduğu halka açık bir infaz olayı onu derinden etkiledi. Arkadaşı Vasily Botkin’e yazdığı mektupta şöyle diyordu:

“Gerçek şu ki; devlet yalnızca sömürmek için değil, her şeyden önce vatandaşlarını yozlaştırmak için tasarlanmış bir komplodur … Bundan böyle, hiçbir hükümete hiçbir yerde hizmet etmeyeceğim !”

Avrupa seyahati sırasında Victor Hugo gibi yazarlar ve Pierre-Joseph Proudhon gibi bir Fransız anarşistlerle de tanışan Tolstoy, Batı’nın yapay ve maddeci uygarlığını insan doğasını bozan bir etken olarak görmeye başladı. Politik olarak görüşlerini ve eğitim noktasında da fikirlerini kafasında netleştirdikten sonra Rusya’ya geri döndü ve köyünde Rus köylülerinin çocukları için 13 okul açtı.

Büyük Eserlerin Yazımı

23 Eylül 1862'de, 34 yaşında iken Tolstoy kendisinden 16 yaş küçük olan Sophia Andreevna Behrs ile evlendi ve bu evlilikten 13 çocuğu oldu.

Sophia Andreevna Behrs

O zamana kadar uçarı ve düzensiz bir hayat yaşayan Tolstoy, Sofia ile evlenince aradığı huzuru ve dinginliği buldu. Evliliklerinin ilk yılları çok mutlu ve huzurlu geçiyordu. Bu, huzur ve saadet ortamı dünyanın en başarılı yapıtlarını yazması için gerekli zemini hazırlamıştı. Lev Tolstoy, eşi Sofia’nın da desteğiyle ilk başyapıtı olan “Savaş ve Barış”ı evliliklerinin ilk yıllarına denk gelen 1863 yılında kaleme almaya başladı. Yazım sürecinde Sofia, Lev’e her anlamda destek oluyor, onun sekreteri ve editörü gibi davranıyordu. 6 yıllık bir yazım sürecinin arından 1869 yılında “Savaş ve Barış” yayımlandı. Bu kitap sayesinde büyük üne kavuşan Tolstoy, 1873 yılında ise bir diğer şaheseri olan “Anna Karenina”yı yazmaya başladı. 4 yıllık bir yazım aşamasının ardından 1877'de yazımını bitirdi.

Savaş ve Barış

İlk kez 1869 yılında basılan kitabın orijinali 2200 sayfadan oluşmaktadır. 500'den fazla karakterin bulunduğu Savaş ve Barış, Tolstoy’un dehasını kanıtladığı en başarılı yapıtı olarak da ifade edilmektedir. Mevcut karakterlerin çoğu derinlemesine işlenmiş ve okuyucuya sunulmuştur. Halkın işgalcilere karşı yurdu savunduğu eserde, doğum, ölüm, kıskançlık, özveri, ihanet, sevgi, şehvet gibi hayata dair pek çok farklı kavram ele alınmıştır.

Eserde; maddi açıdan fakirleşme ve zenginliğin kaybı ile ailelerin yaşadığı dram, sebebi açıklanamayan ve aniden ortaya çıkıp aniden biten aşklar, ve belki de en çok ölüm karşısında insanların “gözlerinin açılması” gibi deneyimler bir çok karakterin başından geçmektedir. Bunun yanında; Borodino Savaşı’nın uzun biçimde anlatıldığı bölümler tarih açısından bir ders olmak ile birlikte, içgüdüleriyle ve inançlarıyla savaşın bütün mantıki gerekliliklerini yerine getiren Fransız ordusunu yenen Rus ordusunun Tolstoy tarafından önümüze konulduğu kısımlar da mevcut.

Şimdiye kadar yazılmış en iyi roman olarak da nitelendirilen eserde, Rostovlar, Bezukovlar ve Bolkonskiler isimli soylu ailelerin üyeleri ana karakterleri oluşturmaktadır. Kitabın sonlarına doğru ise savaşın ve liderliğin doğası, tarih, politika, kahramanlık ve tarihsel kişilikler üzerinde felsefi bir çalışma içine girildiği net bir şekilde görülmektedir.

“Hayatın, zamanın Rusya’sının, tarihin, sınıf kavgalarının olağan üstü bir tablosu; insana insanlığa ait ne varsa; insanın mutluluğunun ve büyüklüğünün; felaketinin ve küçüklüğünün mükemmel bir tanımı nedir? Derseniz cevabı şudur: “Savaş ve Barış”
(Strakof)

“Tolstoy’un, “Savaş ve Barış”ı son bin yılda yazılan en büyük on edebiyat eserinden biridir. Bütün 19. yüzyıl romanları içerisinde Tolstoy’un Napolyon’un Rusya’yı işgalini anlatan panoraması, hacmi, insan anlayışı, kahramanlarının soluğu ve tarih üzerine düşüncelerinin akışı bakımından en büyüğüdür. Resmin büyüklüğüne rağmen bireysel fırça darbeleri de her zaman kesin, doğru ve vecizdir !”
(John Updike)

“Savaş ve Barış”, Rusça ilk baskısının kapağı

Anna Karenina

Anna Karenina’yı okuyan herkesin aklına ilk gelen tema “yasak aşk” olacaktır. Zira romanın ana hatları bir kadının aşkından dolayı içine düştüğü tragedyayı anlatmaktadır. Romanın ana ekseninde aşk ve ihanet olmasının yanı sıra Tolstoy dürüst evliliği ve dürüst aşkı sorgular. Düş kırıklıklarını, düşüşü en iyi betimleyen romanlardan biridir. Romanda mutsuz olan çift Anna ve yasak aşkı Vronsky olurken; Kiti ve Levin’in aşkı sağlam zemine oturtulur ve mutlu bir çift olarak resmedilirler.

Okur, Anna’nın yaşadığı yasak aşk ve intiharla son bulan yaşamı üzerine odaklansa da roman devrim öncesi Rus toplumunu, aristokrasiyi, aristokrasideki çürümeyi de anlatmaktadır. Anna, okuru cezbeden buzdağının görünen, hayranlık uyandıran muhteşem yüzü, toplumun katı kurallarına karşı duran bir savaşçıdır.

Lev Nikolayeviç Tolstoy’un kaleme aldığı Anna Karenina romanı yüzü aşkın edebiyatçı tarafından oluşturulan Times listesinde “şimdiye dek yazılmış en iyi roman” seçilmiştir. Onu hiç hilafsız en tepeye oturtan sebep sadece yasak aşk yaşayan bir kadının anlatıldığı bir roman olması değildir elbette. Roman pek çok katmandan oluşan ve farklı okumalara açık bir başyapıttır. Tolstoy bir yandan aristokrasi gerçeğini insanların yüzüne bir tokat gibi çarparken diğer yandan değişmekte olan Rusya’yı gözler önüne serer.

“Çağımızın Avrupa edebiyatındaki benzerlerinden hiçbirisinin, kendisiyle boy ölçüşemeyeceği kadar kusursuz, mükemmel ve ölümsüz bir sanat eseridir.” (Dostoyevski)

Varoluşsal Mücadele

Yazdığı eserlerle Rusya’nın da ötesinde üne kavuşmaya başlayan Tolstoy öte yandan iç dünyasında ise başka bir mücadeleye girişiyordu. Anna Karenina’yı tamamladıktan sonra özellikle ölüm ve varoluş konularında kendini derin bir muhasebeye çekti. Ona göre her şey ölüm karşısında çaresiz kalıyordu ve bu durum onun dine daha fazla bağlanmasına sebep oldu.

50 yaşından sonra köylü halka yönelen Tolstoy, köylüler ile birlikte saban sürüp ekin biçmeye, kendi kıyafetlerini yapmaya başladı. Tek istediği köylü kardeşleri ile gerçek manada bir halk olmak, Tanrı’ya yaraşır bir şekilde yaşamak ve iyi bir Hristiyan olmaktı. Herkesin yücelttiği Tolstoy kendi ruh dünyasında gittikçe dibe batıyor, en günahkar insan kendisi gibi düşünüyordu. Varoluşsal çaresizlik halini anlattığı meşhur “İtiraflarım” adlı kitabını da bu içsel kavganın bir neticesi olarak 1884 yılında yazdı.

“Tiksinti, iğrenme, dehşet duygularıyla, yürek parçalayan bir sızıyla hatırlarım o günleri. Savaşta askerleri öldürdüm, sivil hayatta öldürmek kastıyla insanları düellolara davet ettim. İçtim, kumarda kaybettim, vaktimi anlamsız zamparalıklarla geçirdim. Serflerime ihanet ettim, kumar borçları yüzünden topraklarını sattım. Yalan söyledim, insanları kandırdım. Vahşet, öldürme, sahtekârlık, kitapta yazan tüm suçları işledim… İşte bir on yılı böyle geçirdim ben.” (İtiraflarım)

Daha sonra kiliseye çekilen Tolstoy bu sefer de kiliselerin, Hristiyanlığı tamamen tahrip eden kurumlar olduğuna gördü ve kiliseyi eleştirmeye başladı. 1880lerin ortalarından sonra ise Tolstoy bu görüşlerinde daha da radikalleşerek Hristiyanlıktaki ölümsüzlük düşüncesini, Ortodoks Kilisesi’ni ve her türlü siyasal iktidarı yadsıyan, kendine özgü bir tür Hristiyanlık anarşizmi geliştirmeye başladı (Tolstoyculuk).Tolstoy, hayatının geri kalanını yeni inancını geliştirmeye ve yaymaya adadı. Düşüncelerini açıkladığı “Dogmatik Teolojinin Eleştirisi”, “O Halde Ne Yapmalıyız ?” ve “Tanrı’nın Hükümdarlığı Kendi İçimizdedir” adlı makalelerin yayımlanmasından sonra 1901'de Kilise tarafından aforoz edildi. Bu dönemde yazdığı “İvan İlyiç’in Ölümü”, “Kreutzer Sonat”, “Hacı Murat” ve son büyük romanı sayılabilecek “Diriliş” gibi eserleri, aynı manevi arayışa, ahlâksızlıkla suçladığı sanatı ve dogmalar ve mucizeler üreten kiliseyi yadsıyışına işaret eder.

Tolstoy’a göre tüm eşitsizliklerin sebebi “mülkiyetti”. Marx’tan önce o tarihlerdeki sosyalistlerin en köktencisi sayılıyordu. Çara, kiliseye ve her türlü otoriteye karşı meydan okudu. Stefan Zweig; Rus devriminin düşünsel temelini oluşturan en temel faktörün Tolstoy’un vaazları ve yazıları olduğunu söylemektedir.

Son Yılları

Benimsediği düşünsel çerçeve onu tüm servetini köylülere dağıtmaya itti. Bu durum eşi Sofia ile arasının açılmasına sebep oldu. Sofia ile tartışmalar daha da alevlenip çekilmez bir hal almaya başladı. İlk yılları harikulade bir şekilde mutlu ve huzurlu geçen evlilik Tolstoy’un yaşadığı içsel kavgadan sonra tam tersi bir hale dönüştü. Bundan dolayı; Tolstoy eşine bir mektup yazıp 1910 Ekim’inde sakin bir hayat ve bir nebze içsel huzur bulma arzusuyla evden ayrıldı. Tren yolculuğu esnasında Astapova istasyonunda rahatsızlandı. Hastalık tanısı zatürre idi. Tolstoy’un hastalık haberi kısa sürede tüm ülkeye yayıldı ve halk, kilise, basın Astapova’ya akın etti. Kilise, Tolstoy’un son anında onu tekrardan Hristiyanlığa davet edip prestij kazanmaya çalıştı fakat; Tolstoy kabul etmedi. Yatırıldığı küçük kulübede kızı Tatyana’dan başka hiçbir aile ferdi ile görüşmedi.

Kızı Tatyana ile birlikte

Ve günlerce süren bekleyiş Rus yazarın 20 Kasım 1910'da, 82 yaşında hayata gözlerini yummasıyla son buldu. Yasnaya Polyana’nın çok sevdiği gölgeli bir köşesine defnedildi.

Tolstoy’un Edebi Kişiliği

Gerçekçi edebiyatın en büyük temsilcilerinden olan Tolstoy, eğitimci ve filozof yönleriyle de nam salmıştır. Yazarın amacı, ahlaksal yaşam felsefesinin eserleri aracılığı ile belirlenmesi ve yükselmesidir. Dünya ölçüsünde fikir ve sanat değeri olan eserlerinin birçoğunda inişli çıkışlı yaşamın etkisi görülmektedir. Hayatı boyunca yaşamın nasıl bir şey olduğunu anlamaya ve çözmeye çalışmıştır.

Tolstoy, önceleri yüksek kültürü temsil eden bir yazarın halka inebileceğine, halk için eserler meydana getirebileceğine inanmıyor, hatta kabul bile etmiyordu. Daha sonraları yüksek sınıf için yapılan sanata isyan etti ve sanatın bütün halka mal edilmesi, özellikle köylünün hayatî ihtiyaçlarını karşılaması üzerinde durdu. O zamana dek yaşadığı hayatın sahteliğini, kötülüğünü düşünerek kendi sanat anlayışını lanetleyecek kadar ileri gitti ve bu sıralarda yazdığı İtiraflarım adlı eserinde “Artık içinde yaşadığım hayatı terk edeceğim; çünkü bu hayat yapmacık ve sahte bir hayattır; gerçekten uzaktır.” demiştir.

Tolstoy, düşüncesi bakımından Rousseau’ya benzer. Onun gibi, insanların ahlâkını bozan sanata düşmandı. Zorbalığa ve büyük mülkiyete cephe almakla birlikte, hayatıyla düşüncesini bağdaştıramadı. İdealist ve mistik Tolstoy, gerçeği ele alışıyla çağının en büyük yazarlarından biridir. Üslûbuna dikkat etmekten ve romanı bir sanat hâline getirmekten özellikle kaçınmış, Rus toplumunu ve ruhunu büyük bir güçle yaşatmayı ve tahlil etmeyi başarmıştır.

Çok uzun bir süre seyahat etmiş, tabiatı ve insanı incelemiştir. Batı’yı ve kendi ülkesini, insanlarını tanımış, yeni pedagoji sistemi geliştirmiştir. Çağını çok iyi gözlemlemiş, aristokrat sınıfın amaçsız, debdebeli yaşantısına ateş püskürmüştür.

Tolstoy, son eserlerinde görüldüğü gibi, oldukça uzun süren hayatı boyunca daima sosyal haksızlıklara ve sınıf farklılıklarına karşı mücadele etmiştir. “Balodan Sonra” adlı hikayesinde bir yandan 1840 yılındaki sosyeteye, diğer yandan da zulüm ve kan kokan Çarlık rejimine öfkeyle bakmıştır.

Tolstoy ve torunu Tanya Sukhotina

Doğumunun yüzüncü yılında başlatılan bir çalışmayla eserleri 90 ciltte toplandı. Tolstoy, Shakespeare’den sonra dünya dillerine en çok tercümesi yapılan yazardır. Sadece 1888–1908 yılları arasında, çeşitli dünya dillerine çevrilen eserlerinin sayısı 20 milyonu bulmaktaydı.

Tolstoy, Rus kültüründe, Turgenyev’in temsil ettiği Batıcı muhafazakar liberaller, Dostoyevski’nin temsil ettiği Ortadoks Slavofiller ve Çernişevski’nin temsil ettiği devrimci demokratların kesişme noktasında yer alır. Son döneminde Dostoyevski’ye daha çok ilgi duymaya başladığı söylenir. Onun düşüncelerinde ahlaki bir kaygı yatar: İnsanların başkalarını sömürerek ahlak bakımından bozulmalarına yol açmayacak bir yaşam düzeni nasıl kurulabilir? Bu ahlak felsefesi, yapıtlarının edebi bütünlüğünü kimi zaman bozmuştur, ama romanlarında inanların ruhsal gerilimlerini, düşüş ve yükselişlerini, yaşamın hayranlık uyandırıcı ayrıntılarını anlatan ve gösteren de bu katı ahlak felsefesinden yayılan enerjidir.

Kaynakça

--

--