Sıradan Özgürlüğümüz
Bir türlü alışamadığım, bana sıradan bir yetişkin olduğumu hissettiren iş hayatının neden olduğu rahatsız kaşıntıyla, izne çıkmama bugünü saymazsam bir gün kaldı hesabı yaparak ve ayaklarımı sürüyerek geldiğim iş yerimde, haberleri okuduktan sonra üzerime çöken ağırlıkla bir süre düşündüm. Sabah işe gelmek, akşam eve gitmek, korona yüzünden bitme noktasına gelmiş sosyallik, kendini ait hissetmediğin bir işte çalışmak, bunun için kendi kendine sürekli dırdırlanmak, işte şimdi ben de herkes gibiyim diye düşünmek, hayıflanmak… nasıl bu kadar lüks gelebildi birden gözüme? Sahip olduğum sıradan özgürlüklerimi düşündüm.
Elbette şartlar, imkanlar, herkesin aynı hayata sahip olamayışı, adaletsizlik, düzensiz giden düzen, bunlar hep vardı ve zaten bana sunulan hayat birçok duruma göre hep şanstı gözümde. Bir başkasının bulamadığı fırsatlardı. Fakat bu sabah, yine benim gibi okuyan, ben yaşlarında, normal bir insan, düz bir yetişkin olmasına çok az kalmış bir gencin öldürülmesindeki detayları öğrenince, kendi sıkıntılarım yine partikül madde boyutuna küçülüp yok olmasa da atmosfere karıştı ve görünmez oldu gözümde…
Yaşadığı korku, son anında ne düşündüğü, ölüm anını hissedip hissetmediği, kurtulmak için mücadele etme şansı olup olmadığı… öldürülürken belki yaşadığı hayal kırıklığı, korku, öfke, çaresizlik hisleri, ailesinin onu teşhis ettiği an, yaşadıkları acı… hepsi toplanıp bir yük kamyonu oldu ve oturdu üstüme. Dümdüz insan, işe giden, akşam eve gelen ailesiyle ya da tek ya da arkadaşlarıyla ya da belki kedi, köpeği, kuşu, balığıyla oturup yemek yiyen, ertesi gün yine aynı şeyleri yapan bir insan olma şansının artık olmaması takıldı boğazıma. Ben korona nedeniyle ailelerimizin katılımıyla gerçekleşmeyeceği için gitmeyeceğim yüksek lisans mezuniyet törenime üzülürken, onun son kalan iki dersi vermek için gittiği üniversite şehrinden diplomasını asla alamayacak bir şekilde aile evine dönmüş olmasının acısı doldu gözlerime.
Düz sıradan bir insan. Sabahları kalkıp havayı kontrol edebilen, rüzgarı ve güneşi hissedebilen, bazen şehrin gürültüsünün içinde kuş cıvıltılarını duyabilen, ayaklarıyla işine gidebilen, etrafta kendisi gibi işine koşturan insanları görebilen, yeni açan çiçeklerin kokusunu hissedebilen, kahvaltıda işe giderken yoldaki pastahaneden aldığı yağlı poğaçayı yeyip sonra pişman olabilen, uykusu açılsın diye gün boyu içeceği çaya kahveye erkenden başlayabilen, bilgisayar başında oturmaktan ya da bütün gün ayakta çalışmaktan beli, kolu, bacağı ağrıyabilen, akşam işten çıkınca, eve gidince neler yapacağını planlayabilen, ve sonra eve gidince koltukta sızıp planladıklarını yapmamanın ufak pişmanlığıyla yatağa yol alabilen, ve ertesi gün bunları tekrar edebilen, düz, sıradan, yetişkin bir insan olabilmek. Dövülmemek, öldürülmemek, katledilmemek, tecavüze uğramamak, kendini korumak zorunda kalmamak, korkmamak, yaşamak. Yaşayabilmek. İnsanca. Basit, sıradan, dümdüz bir yetişkin olabilmek. Evet özgürlük. Büyük bir özgürlük hem de.
Benden çok uzakta bir hayatı düşündüm sonra. Uçakla ya da arabayla ulaşması çok kolay ama içinde bulunduğu zaman dilimine taşıtlarla ulaşamayacağımı düşündüğüm bir hayatı. Altı çocuk doğurmuş, birine daha hamile, bütün evin yüküyle beraber belki tarlasını bahçesini süren, belki bir başkasının yanında yevmiye ile çalışan, belki kocasından düzenli şiddet gören, sesini çıkaramayan, ama kayın biraderinin tecavüzüne uğrayınca karakola şikayet etme cesaretini göstermiş ve bedelini canıyla ödemiş, altı çocuğunun üzerine bırakılan travmaları belki de karnındaki bebenin yanına sıkıştırarak bu dünyadan gitmeyi dilemiş bir kadını düşündüm. Ve ihtimalleri.
Düz sıradan bir insan. Ailesi tarafından sevgiyle büyütülmüş, imkanlar dahilinde önüne fırsatlar sunulmuş, mutlu olsun diye, yüzü gülsün diye çaba harcanmış, okusun, kendi ayakları üzerinde dursun diye kurstan kursa gönderilmiş, ya da gönderilememiş, arkadaşlık kurmuş, belki sık değil ama arada sinemaya tiyatroya gidebilmiş, mezun olmuş, ya da olamamış, iş arayabilmiş, bulabilmiş, belki de bulamamış, bir bankta oturup kuşlarla simidini paylaşabilmiş, düşünebilmiş, sevebilmiş, sevilebilmiş, evlenmiş belki, belki evlenmemiş, belki boşanmış, belki çocuğu olmuş ama kendi istediği kadar, kendi istediği kişiden, kendi istediği zamanda. Onların dertleriyle dertlenmiş sonra, çamaşırı, bulaşığı, ödevleri… belki ev işlerinden bunalmış. Ama kendi karar vermiş bunalacağına da. Akşam oturmuş televizyon seyretmiş ailesiyle, ya da tek başına, ama kendi istediği gibi. Düz sıradan insan. Dövülmemiş, öldürülmemiş, katledilmemiş, tecavüz edilmemiş, kendini savunmak zorunda kalmamış, korkmamış, yaşamış. Yaşayabilmiş. İnsanca, özgürce, kendi istediği gibi, kendi seçimleriyle. Evet özgürlük. Büyük bir özgürlük hem de.
Şimdi üzerimde tüm bunların verdiği ağırlıkla ve göğüs kafesimi sıkıştıran o elle belki birkaç saat geçireceğim. Sonra işlerime konsantre olunca belki bunu unutacağım. Unutmak da istiyorum içten içe. Bilmeyince, duymayınca sanki bütün bunlar olmamış olacak gibi kendimi kandırmak istiyor bir yanım. Sonra yarın olacak, yeni haberler duyacağız, o genç kadına bunları yapan “şey”, başka neler söyledi, ailesi acısını başka hangi cümlelerle hangi mecralarda ifade etti, ne denli bir felaket yaşanıyor gözümüze sokacak gazeteler. Sonra o hamile kadın, haberini duymayacağız belki onun, insanlar unutmayalım diyecek, sesi olalım diyecek, ama gazeteler yazmayacak belki, sahip çıkan kimsesi olmayınca, haber yapmaya değer bulmayacaklar. Belki bir başka yerde yine bir kadın, çocuk, hayvan ya da ağaç öldürülmüş olacak, onu okuyacağız. Bugün okumadık mı? Okuduk. Yarın ya da öbür gün belki de haftaya yeni “hashtagler” açılacak Twitter’da. Biz okuyacağız, bu ağırlık üzerimize çökecek, kendi hayatlarımıza bakıp söylendiğimiz her şey için kendimizden utanacağız, özür dileyeceğiz ve şükredeceğiz. Sonra bu ağırlık geçecek, geri çekilecek biraz, sonra o ufalanıp partikül madde boyutuna gelen dertlerimiz birleşip üşüşecekler başımıza yine. Sıradan, düz bir yetişkin olmanın sıkıcılığı çökecek üzerimize. Sonra bir “hashtag” daha. Sonra yine partikül madde.
Özür dilerim Pınar. Özür dilerim Fatma. Sıradanlığım için.