Saat Kaç?

Zamanın su gibi aktığı bu zamanlarda belki de farkında olmadığımız o soruyu sorup duruyoruz birbirimize; “saat kaç?”

Ferhan Kır
Türkçe Yayın
5 min readFeb 20, 2024

--

“Tik-tak-tik-tak” diye çalan bir saatin fon müziğinde yaşıyorum hayatımı. Nereye gideceğini bilemez halde, kafası karışmış, korkmuş… bu nedenle de olduğu yerde kalıp endişeli bir şekilde sağa sola bakan biriyim ben. Oysa ne severdim durup zamanı dinlemeyi. Eski masum alışkanlıklarımdan eser yok şimdi, tek yapabildiğim endişe-korku-merak üçgeninde savrulmak.

Sabah uyanıp biraz temiz hava alabilme gayesiyle otobanın yanındaki evimin balkonuna çıktığımda yolda sıra halinde dizilmiş arabaları görür ve onlar için üzülürüm. Her sabah aynı muhabbet! Trafikte arabanı sür, işine yetiş, emeğinin karşılığı olmayan bir paraya çalış, her şey yolundaymış gibi yap ve korktuğunu asla belli etme.

* TELAŞ ÇAĞI

Bin bir gayretle gittiğin iş yerinde nihayet masana oturdun ve mesain başladı. Tonlarca mail, bir türlü bitmeyen işler, yetişmeyen deadline’lar… hepsine yetişmek için özenli bir çaba gerekiyor. Bu esnada su gibi akıp giden zaman sinsi bir gülüş atıp asla istediğin yere zamanında ulaşamayacağını söyler gibi bakıyor. Sahi, nereye yetişmeye çalışıyordun? Sen bu sorunun cevabını düşünürken biz devam edelim konuya, ne de olsa zaman geçiyor, beklemeye gelmez.

Pek çok sıkıcı işin arasında kaybolup gitmişken zaten dağınık olan kafanı biraz daha dağıtabilmek için Instagram’a giriyorsun. Sabah istediği saatte kalkıp sporunu yapan, sağlıklı bir kahvaltı hazırlayıp ardından aşırı pahalı kahve makinesinden kendi kahvesini yapan ve nihayet güne hazır olan insanların hayatlarını izliyorsun. O sırada masanda yarısı yenmiş biraz da susamları dökülmüş simidin ve karton bardakta bir yudum içilmiş ekstra zararlı granül kahven sana buruk bir bakış atıyor. O an ne hissedeceğini düşünemeyecek kadar yoğun olduğun için dönüyorsun işinin başına.

Çocukken kurduğun masum hayaller, ideallerin, ilgi alanların… hepsi zaman içinde savrulup giden bir toz zerresinden farksız. Arada bir aklına geliyor yapmak istediklerin ama bu yoğun iş-hayat dengesinde bunlara zaman ayırmak oldukça zor. Öte yandan her gün sosyal medyalarda hayatlarına tanık olduğun insanlar bir şeyler başarıyor. İlgi alanları üzerine gidiyorlar, geziyorlar, yiyip içiyorlar ve “bunu sen de yapabilirsin” diyerek umut vadediyorlar.

Hafta sonları kendine bile vakit ayıramazken “şunu da yapayım, bunu da yapayım” dediğin işler gözünde büyüyor ve günün sonunda hiçbir şey yapmayıp telefon ekranına bakarak bir gün geçirmiş oluyorsun.

* SEÇENEKLERİN BOLLUĞU

Çok mu umutsuz konuştum? Şu kısacık hayatlarımızda karşımıza çıkan milyonlarca seçenek var. Bu seçenekler arasından kendimize en uygun olanı alıp ilerleyebilme lüksümüz var ama biz biraz aç gözlüyüz, her şeyi yapmak ve bunları aynı anda yapmak istiyoruz. Bir de üstüne, bu milyonlarca seçenek arasında ne istediğimizi bilemez halde kaybolup gidiyoruz. Renata Salecl “Seçme İkilemi” kitabında sürekli artan olasılıkların insanları içten içe kaygıya soktuğunu, çok fazla seçeneğin bizleri daha fazla tatmin ettiğine kendimizi inandırmaya çalıştığımızı söylüyor. Devam eden bölümde Barry Schwart’dan alıntı yaparak daha az seçime maruz kalan insanların daha memnun olduğuna yönelik yapılan psikolojik araştırmalara yer veriyor.

Bunca seçenek arasında dış ortamdan etkilenmeyip kendi iç sesimizi dinleyerek bir tercih yapabilmek çok da mümkün olmadığı için kaygı, yetersizlik ve yetişememe hissiyatı oluşuyor. Son yıllarda kaybettiğimiz zamanın içinde kaybolup sıkışmış hissetmek artık ortak insani bir değer haline dönüştü (üstelik Instagram’da ✨hayatını yaşayan✨ insanlar bile bunu hissediyor).

Bu konuda Sinan Canan’ın çok güzel bir tavsiyesi var. İzlediğim bir videosunda Nietzsche’den alıntı yaparak şunu tavsiye ediyor; “Nasılına bakmadan ne istediğini düşün. Hedeflerin, niyetlerin ne? Bunları nasıl yapacağını düşünme çünkü sen gerçekten bunu yapmaya niyet edersen hayat nasılını halleder.” Bu belki sandığımız kadar kısa bir sürede gerçekleşmez ama günün sonunda mutlaka gerçekleşir.

Nietzsche günümüzde yaşasa bu sözü söyler miydi emin değilim. 😃 Günümüzde yaşam o kadar hızlı bir hal aldı ki bir saniye içinde dünyanın öbür ucunda yaşayan birinin neler yaptığından kolaylıkla haberdar olabiliyoruz. Teknoloji bu kadar ilerlememişken bırak dünyanın öbür ucunu, 20 km ötemizde neler olduğunu öğrenebilmemiz için günler geçmesi gerekiyordu.

Eh, bizler dünyadan bu kadar haberdar olabiliyorken “her şeyi yapabileceğimiz” düşüncesi de bilincimize ilmek ilmek işlendi. Renata Salecl “kitleler sahiden mutlu olduğunda, kapitalizm temellerinden sarsılır.” diye eklemeyi de ihmal etmiyor kitabında. Bizlere toksik verimliliği ve çılgın tüketimi aşılayan sosyal medya kanalları kapitalist düzenin de en büyük öncülerinden biri haline geldi. Tüm bu simülasyonda birer piyon olarak bizler kaygı, korku ve yetersizlikle aldığımız kararların bize ait olduğuna inandırılıyoruz. Düşünmeden aldığımız o ayakkabı, bir hevesle başladığımız keman kursu, sağlıklı yaşamak için aldığımız spor ve sağlıklı beslenme kararları bu nedenle çok kısa sürede eriyip gidiyor. O ayakkabıyı en fazla 5 kere, keman kursuna 4 ders, sağlıklı yaşama düzenine ise en fazla 3 gün uyum sağlayabiliyoruz. Çünkü aldığımız kararı içselleştirip kendimiz almıyoruz, çevremizden görüp etkilenerek, sırf biraz daha uyumlu ve yeterli hissedebilmek için yapıyoruz bunları.

💡 Salecl, “Seçim gayet bireysel bir mesele gibi görünüyor olsa da, insanların seçim yapma şekli başkalarıyla kurdukları ilişkilerle ve başkalarının onları nasıl gördüğüne dair düşünceleriyle esastan bağlantılıdır. … yaptıkları seçimler toplumun neye doğru seçim olarak değer verdiği konusundaki algılarına fazlasıyla bağlıdır.”

Dış ortamın etkilerinden arınmak imkansıza yakın görünüyor çünkü aslında olayları nasıl algıladığımız, hislerimiz, değerlerimiz, düşüncelerimiz bu zamana kadar çevremizle kurduğumuz etkileşimin bir sonucudur. Bu noktada insanın dış ortamın sesi ile kalbinden gelen sesi ayırt edip gerçekten ne istediğini bilmesi önem arz etmektedir. Bu kaygı dolu seçim yapma sürecini tamamladıktan sonra sıra tercihlerimiz sonucunda niyet ve hedefleri belirlemeye geliyor.

* AYAK UYDURMAK

Eğer ben gerçekten istediğim şey konusunda diretir ve uğrunda emek harcarsam bir şekilde karşılığını alacağımı bilmek içimdeki umutlu çocuğu çok mutlu ediyor. Bu telaş çağında niyetlerim doğrultusunda minik hedefler koyarak ilerlemek ve daha bugünden yarını beslemek mantıklı bir yol gibi görünüyor. Örneğin bir gün çok satan bir kitabın yazarı olmak istiyorsam bugün düzenli yazı yazmalı, hayatı gözlemlemeli, kendimi dinlemeliyim. Bu basit adımları düzenli olarak gerçekleştirirsem belki de ileride gerçekten hayal ettiğim romanı yazabileceğim. Belki zaman içerisinde fikrimi değiştirip roman yazmaktan vazgeçeceğim ama o zamana kadar her gün yaptığım pratiklerimle kendimi beslediğim için başka bir hayalimi gerçekleştirebileceğim. Bu ihtimallerin sürprizlerle dolu olması da ayrı bir heyecan sebebi.

Öte yandan, pandemiden sonra etkilerini iliklerimize kadar hissettiğimiz toksik verimlilik hali bizi aynı zamanda birden fazla konu üzerinde uzmanlaşmak için dürtmeye devam edecektir. Bunun yanında her zaman olduğu gibi kaygıyı da beraberinde getirecek ve “acaba yanlış mı yapıyorum?”, “herkes bir şeyler başarıyor, ben olduğum yerde kaldım” düşünceleri içinde saatin tik-tak sesleri kulağımızda çınlamaya başlayacaktır. Bu süreçte zamanı kaybedilecek bir şey olarak görmekten çıkıp sevdiğimiz işlerle meşgul olarak vakit geçirmek atılacak adımlardan biri olabilir.

💡 “Hayatta geçinip gitmekten başka bir şey istemeyen biri, içindeki dehanın hakkını vermez.” (Emerson)

Telaşa kapılıp seçenekler arasında kendine yabancılaşmak yerine bir durmalı insan. Önce kendini sonra çevresini fark etmeli. “Bu ortamda ben ne yapıyorum?”, “bu benim amaçlarıma hizmet ediyor mu?”, “kendi varlığımı olduğum gibi burada ortaya koyabiliyor muyum?”, “yoksa ben bu simülasyonun bir parçası haline gelip kendime mi yabancılaşıyorum?” diye sorabilmeli kendine. Cevap verirken bahanelerin ötesine geçilen noktada kendimize bir adım daha yaklaşmış olacağız. Belki de sürekli yakalamaya çalıştığımız ama asla yakalayamadığımız zamanın peşinde koşmayı bırakıp, o “an”ı yaşamaya odaklanabileceğiz. Ve böylece “saat kaç” diye sorduğumuz soru zamanı yakalamak için değil o anı öğrenmek için sorulan masum bir soru haline gelecek.

Beni takip ediyor ve yazılarımı beğeniyor isen düşüncelerini yorumlarda benimle paylaşman beni çok mutlu eder! Aynı zamanda bu yazıya clap atarak da beni destekleyebilirsin. Sevgilerle 💜

--

--

Ferhan Kır
Türkçe Yayın

Yaşama dair farkındalıklarımı yazıyorum. Profilime hoşgeldin! Substack'te de yazıyorum: https://konubendegilim.substack.com mail: ferhankr28@gmail.com