Sabrın Sonu Selamet mi?

Zeliha turk
Türkçe Yayın
Published in
4 min readSep 17, 2023

Hakiki olan her şey acı vericidir. Acı olmaksızın ne sevmiş ne de yaşamışızdır. Acı bağdır. Acı farktır. Acı gerçekliktir.

Byung Chul Han

Photo by Tyler Milligan on Unsplash

Acı ve sabır ikilisi yaşamımızın çeşitli dönemlerinde bizi ziyaret etmiş ayrılmaz iki yoldaştır. Yaşadığımız dijital çağda tüm öğelerin akan zamana ayak uydurmak için günden güne daha da hızlandığına şahit oluyoruz. Günümüz toplumu ve iktisadi yapısı yavaşlıktan, demlenmekten, durmaktan ziyade hislerden ve acıdan uzak, acının dışa vurmadığı, hissizleşmiş, performans odaklı palyatif bir toplumdur. Yani kendini örtmesini, acısını yaşamamasını, olumluluktan ibaret olmasını isteyen bir toplum. Nitekim bağımlı yaşadığımız ağlar ve çevrimiçi platformlar da daima bize olumluluğu aşılar ve bizden negatifi, acıyı ve gerçeği duymak, görmek istemez. Çünkü sistem bu duygularla beslenmeyen, bu duyguları birer zayıflık olarak gören yapıdan oluşmakta.

Acı esasında arkasından gelecek mutluluğun habercisidir. Mutluluk ise aynıların cehenneminde değil ancak bir acıyla, negatiflikle fark edilebilecek bir şeydir. Mutlulukla salgıladığımız hormonların sarhoşluğuyla yaşadığımız negatifliği unutmaya ve o süreçte kazandığımız becerileri göz ardı etmeye meyilliyiz. Esasında bu becerileri bilinçli bir şekilde edinmeye baksak, bu sürecin kazandırdığına odaklansak acının öğreticiliğinin farkına varmış olacağız. Kazanılan davranışın kalıcılığı tekrarında gizlidir. Tekrar yaşadığımız negatif bir olay karşısında duyulan acıyla pompalanan ilk duygu sabır olmalı.

Sabır bize yaşanılan an’dan ziyade sürece çeker. An’ın büyüsüyle taşacak duygulara birer set örüp, önce o duyguların demlenmesini sağlar. Önceki tecrübeler ve şerrin ardından gelecek hayırları bize hatırlatır. Tüm maddi manevi cihazatı olan insanın sabır becerisi olmadığı sürece imani becerileri kadar insani becerileri de gelişemez, esneyemez, derinleşemez.

Photo by Aaron Burden on Unsplash

Sabır kelimesini yaşadığımız acı verici, olumsuz olaylar karşısında gösterdiğimiz tahammül, dayanma ve katlanma becerisidir. Bunu bir benzetmeyle açıklayacak olursak tüm organları yerli yerinde tertemiz olan bir insanın hava alacak organları tıkandığı ve kapatıldığı sürece orda herhangi bir canlılıktan hayattan söz edilemez. Sabır da iç dünyamızdaki sirkülasyon esnasında havamızı yenileyen boğulmadan yaşayabilmemizi sağlayan menfezler gibi vazife görür.

Dünya edebiyatına baktığımızda akla ilk gelen Simyacı ve Siddharta gibi hakikati bulmak için kırk katırdan kırk satırdan geçen, çölleri aşan yaşadığı tüm kayıplar ve acılar içerisinde bile hakikatin, hikmetin ayak izlerini arayan kahramanlar görürüz. Bu sadece dini temelli bir kavram olmaktan ziyade insani becerilerin gelişebilmesi ve dünya hayatının tahammülü açısından ihtiyaç duyduğumuz bir kabiliyettir. Aile hayatımızda, anne babalık ilişiklerimizde, çocuklarımızla, iş hayatında, toplumsal ilişkilerde bizi defalarca boğulmaktan kurtaran can simididir.

Sabrı organ gibi naklettiremeyeceğimiz, elle tutulamayan soyut bir duyu organına benzetebilliriz. Tohumları doğuştan içimize yerleştirilmiş filizlenmesi ve büyümesi bizim irademize bırakılmış bir tohumdur. Yaşanan olayların ve acıların her zaman ardında gizli olan bir hikmet olsa da hayatımızın sonraki zamanları için öğrenmemiz gereken yeni becerileri de içerisinde taşır. İçimdeki kızgınlığın, isyanın, acının taşmasına engel olan o sete kızıp yumruklamak yerine benim için bir sınıfa dönen bu sükuttan birşeyler öğrenebilirim. Yalnızlık ve sessizlik çoğu zaman en iyi öğretmendir. Hızın yaşamımızdaki ana öğe olduğu günümüzde yavaşlamaktan, durmaktan ve düşünmekten gelecek manevi gelişimi, hızla beraber gelen maddi kazanımlarımıza tercih ediyoruz. Ruhumuzun, fikir dünyamızın hislerimizin gelişimini yok sayarak, sadece ana organlarımızın gelişimine odaklanarak şimdiye kadar kazandığımız birçok özelliği de yitirmeye başlıyoruz.

Giderleri tıkanmış, tesisatı harap olmuş bir binanın boruları içerisinde biriken pislikler gibi iç dünyamızda başlayacak infilakların, çöküşlerin ve taşkınların farkında olmadan kasadan beslenmeye devam ediyoruz. Git gide empatimi yitirmeye, öz farkındalığımdan uzaklaşmaya, nezaketin ve düşüncenin hassas dallarını budamaya başlıyorum. Sesim daha gür fakat daha acımasız, düşüncelerim daha hür fakat istikametsiz şekilde beni sarhoş ediyor. Kırk yılda inşa ettiğim tüm sistemi altüst edip yeni bir karakter ortaya çıkarıyor.

Doğu toplumlarının her birine baktığımızda sabrın gelişimi adına manevi birçok metot görüyoruz. İslam kadar Budistlerin de Hinduların da, çeşitli Çin felsefelerinin de ilk adımı sabırdır. Çekilecek çileler için en başta geliştirilmesi gereken ana duygudur. Çekilen çileden ve buna karşı gösterilen sabır kadar ilimde derinleşme, yakini artırma ve yüklerden arınma mümkündür. Dünya hayatına dair ne kadar yükümüz varsa çekeceğimiz acı da buna karşı göstereceğimiz sabır da bunlara paralel artıyor. Onlardan ayrılamıyorsak o zaman derinliğimizi artırmalı, manevi cihazatlarımızı genişletmeli, bu dünyanın aldatıcılığına ve sarhoşluğuna kapılmamalıyız. Tatmin olduğumuz duyguları gözden geçirmeli, bağımlılıklarımızı terbiye etmeli ve nefsimize ağır gelen davranışları, günlük işlerimizin arasına serpiştirmeliyiz. Bu eylemleri ve yeni rutinleri ancak sebatla devam ettirirsek kalıcı hale getirebilir, insani yönlerimizi geliştirebiliriz.

Sabır olayların sonrasında tutunacağımız tavır olduğu kadar öncesini de etkileyebilir. Onu ne kadar geliştirirsek bir çok acıyı yaşamadan engelleyebilmiş oluruz. Muhatabımızın bilinçsizce taştığı, sabır noksanlığıyla sarhoşça yaptığı hareketler karşısında tutunduğumuz tavırla o “an’”a yaşanacak acıyı engelleyebilir, keskin kararların önüne geçebiliriz.

Dönülmez yollara girmeden, pişmanlıkla sükutun ışığında yaşanacak iç hesaplaşmalara şahit olabiliriz. Kendi hatalarımızı süzgeçten geçirerek kırılgan olan ilişkilerde yaşanacak fay kaymalarını tahmin edebiliriz. Olaylar anlık olsa da etkilerinin yıllar sürecek hatta yıllar sonra fatura edilebileceğini ön görebiliriz.

En güçlü ve dirayetli olduğumuz zamanlar acıyla ilk karşılaşma anlarımızda saklıdır veya tam tersi. Acılar topluma, kültüre, coğrafyaya göre değişkendir. Hepimiz aynı acıya çok farklı reaksiyonlar gösterir, derinliğini farklı yaşarız. Onu yaşamaktan kaçmamalı üstüne bir palto atmamalı, farklı bir anda taşkınlık yapmasına engel olmalıyız. İşte sabırla bir sınıfa dönen iç dünyamızda acının öncülüğünde dersimizi alarak, tepkilerimizi insani ve imani çizgiye oturtmalı, dünya hayatının geçiciliğinin farkına varmalıyız.

İşte sabrın sonundaki selametin gizli olduğu anahtar burada saklı. Bizi ulaştırdığı derinlikte, hakikate olan yakınlıkla gördüğümüz şey selamet olacak. Aradığımız şeyin murat olmadığını o derinliğe erişince anlayacağız.

--

--

Zeliha turk
Türkçe Yayın

Merhaba, ben Zeliha. Bazen hayattan, bazen ruhtan kimi zaman da zihinden taşanları damıttığım köşem burası. Eskinin öğretmeni yeniden öğrenci. Kitap sevdalısı