Sahihi Buhari Muhtasarı — İnceleme ve Alıntılar

Zebidi - Sahihi Buhari Muhtasarı Tecridi Sarih — çeviren ve notlandıran: Abdullah Feyzi Kocaer — İnceleme ve Alıntılar

Samet Onur
Türkçe Yayın
12 min readFeb 16, 2022

--

İnceleme

Buhârî’nin Sahîh’i ve Hadise Dair

Hicri 194–256 (m. 810–870) yılları arasında yaşayan Muhammed ibn İsmail el-Buhârî, hadis tedvini, rical ve hadis tenkidi noktasında sünni ulema nazarında zirve ve üstat kabul edilir.

1- Kitabın Adı ve Oluşturma Süresi

Onun en kıymetli eseri “Sahîh-i Buhârî” adlı sadece sahih hadisleri toplamayı amaçlayan kitabıdır. Bu eserin kısa adı “el-Câmiu’s-Sahîh”, uzun adı ise “el-Câmiʿu’l-müsnedü’ṣ-ṣaḥîḥu’l-muḫtasar min umûri Resûlillâh ṣallallāhü ʿaleyhi ve sellem ve sünenihî ve eyyâmih”dir (Resulullah’ın [sav.] durumları, sünnetleri ve yaşantısından alınmış özet bilgilerin sahih ve senedli olanlarını bir araya getiren). Bu eser, sadece sahih hadisleri toplamayı hedefleyen ilk hadis kitabıdır. Hocası İshak ibn Rahuye’nin tavsiyesi ve yönlendirmesi ile böyle bir derleme yapan Buhârî, bu kitabı 16 yılda tamamlamıştır.

2- Kaç Hadisten Oluştuğu

Buhârî, bu eserine seçtiği rivâyetleri, 600.000 rivâyet arasından seçtiğini söylemektedir. Hadis ilminde senedi ve metninde en küçük farklılık olan hadisler ayrı bir rivâyet olarak kabul edildiği için buradaki sayıya bakarak seçilmeyen rivâyetlerin çok başka olduğu düşünülmemelidir.

Buhârî, kendi ilmî birikimi, siyasi duruşu, mezheplere cevabı ve vermek istediği mesaj gibi değişik şart ve durumlara göre ulaşabildiği rivâyetler arasından seçim yapmıştır.

Kendisinin bütün sahîh rivâyetleri toplama gibi bir amacı yoktur. Zaten bütün sahîh rivayetleri toplama gibi bir durum da pek mümkün değildir. Çünkü her ne kadar hadis ilminde sened tenkidi kısmî oranda nesnellik barındırsa da, rivâyetlerin tenkidinde asıl olan metin tenkidi noktasına gelindiğinde kişinin birikimi, paradigması, Kuran’a bakışı gibi birçok farklı değişken aynı rivâyetlerin sahîh, zayıf, mevzu gibi farklı hükümler almasına sebep olmaktadır. Nihai anlamda rivâyete verilen hüküm ictihadidir. Tartışmaya kapalı ve sorgulanamaz değildir.

Buhârî’nin Sahîh’inde ortalama 7500 küsur rivâyet bulunmaktadır. Tekrar edenler çıkarıldığında bu sayı 2220'lere kadar düşmektedir.

3- Hadis ve Sünnet Ayrımı

Sünnet, Hz. Peygamber’in din adına, örneklik adına yaptığı örnek alınabilir söz, fiil ve hayatı yaşama tarzıdır. Sünnet, kültürel durumlardan ayrı, evrensel ve örnek alınabilir olmasıyla kendine özgü bir durumdadır. Sünnetin kaynağı sadece hadisler değil, en başta Kuran’dır. Hz. Peygamber’in dini yaşama ve tebliğ sürecinde hayatını inşa ettiği en önemli kaynak Kuran olduğuna göre, sünnetin kaynağının en önemli verisini Kuran’da aramak zorunlu olacaktır. Sünnet, Hz. Peygamber’in dini yaşama, dini hayata aktarma sürecidir. O zaman, sünnet ve hadis farklı şeyler demektir.

Hadis, Hz. Peygamber’in hayatına şahitlik eden veya şehitlik edenlerin başkalarına aktardığı anılar/şahitliklerdir. Hadisler bize rivayet ve yazı yoluyla gelmiştir.

Hadisler de sünnetin kaynağı olmakla birlikte yegâne kaynak değildir. Çünkü her hadiste Hz. Peygamber’in alınacak örnek bir davranışını bulmak mümkün değildir. Aynı konuda aktarılan rivâyetlerin tamamının incelenmesi ve bunların Hz. Peygamber’in sünnetine arz edilmeden, bir kanun metni gibi doğru ve kesin olduğu zannedilip amel edilmesi ve okunan rivâyetin sünnet olduğunun düşünülmesi hadis ilminin kendisine terstir.

Bunun için hadislere yaklaşımda onların sanki Hz. Peygamber’in yanından yeni duyulup aktarılmış gibi bir muameleye tâbi tutulması din adına tehlikeli ve sathî bir görüş ve görüntü ortaya çıkaracaktır.

4- Kuran’dan Sonra En Sahîh Kitap mı?

Buhârî’nin Sahîh’inin Kuran’dan sonra sahihlik açısından en başarılı kitap olduğu konusunda icma iddiaları vardır. Ancak, bu bir iddiadır ve maalesef bu konuda muhaddisler aşırıya varacak şekilde kitabın sahih rivâyetlerden oluştuğuna dair beyânlarda bulunmuşlardır. En başta ifade etmek gerekir ki, onun en sahîh kitap olduğu iddiasında bulunanlar dahi ondaki bütün rivâyetlerin tek tek sahih olduğu konusunda bir icmaya sahip değildir. Sadece bu konuda en başarılı eser olduğunu iddia etmektedirler. Bundan dolayı, Sahîh’in Kuran’dan sonra en sahih olduğu iddiası aşırıya kaçan, bir kitaba kendinde olmayan değeri yükleyen bir ifade olarak ilmîlikten uzak bir söylemdir.

Bu konuda daha detaylı bilgiler için bu makaleleri okuyabilirsiniz:

Enbiya Yıldırım — Sahîhân Üzerinde İcma Meselesi

Kamil Çakın — Buhârî’nin Otoritesini Kazanma Süreci

M. Said Hatiboğlu — Müslüman Âlimlerin Buhârî ve Müslim’e Yönelik Eleştirileri

Buhârî’nin söz konusu kitaba verdiği emek, yüzyıllarca ulemanın bu kitap özelindeki yüzlerce çalışması elbette değerli ve Buhârî’nin sahîh hadisleri toplama iddiasını pekiştiren bir durum olarak durmaktadır. Ancak unutmamak gerekir ki, Kuran gibi bize ulaşması noktasında şüpheye mahal bırakmayan bir temel kitap ile, bir/çok ravinin birbirinden aktarımı neticesi oluşmuş, ulemanın çeşitli incelemelerle kaynaklarına aldıkları rivâyetleri Kuran’a yaklaştırmak, ona eşdeğerliğe giden bir adıma yeltenmek çok tehlikelidir.

Değerli ve kıymetli muhaddis Buhârî, hadis seçiminde elinden gelen çabayı göstermiştir, bunda bir şüphe yoktur. Lâkin, Hz. Peygamber’in dirilip kendi sözlerini onaylama, ayıklama gibi bir imkanı olmadığına göre, onun söz, fiil, takrir, hayatının belli anekdotlarının aktarıldığı çalışmalar bir veri kaynağı olarak kabul edilmeli, bir rivâyet herhangi bir kaynakta geçti diye hemen ona sahîh damgası vurulmamalıdır.

Hadis ilminin rivayeti tashihte vazgeçilmez kaidesi şudur: Bir rivâyetin sahîhliği, geçtiği kaynağa göre değil, sened ve metnine göre verilir.

Bundan dolayı herhangi bir hadis kitabını alıp, onunla amel etmek, hayata uygulamak mümkün değildir. Bu hadislerde geçen ahlakî ilkeler, güzel davranışların elbette hayata aktarılma imkanı vardır.

Ancak ibadetler, özel durumlar, savaşlar, inanç gibi birçok farklı konu ve durumun devreye girdiği, bir insanın ömrünün 23 yılının şahitlikleri sayılan rivâyetler, isterse Buhârî’de dahi geçse, hemen amel edilmeye elverişli değildir. Çünkü hadislerin belki de en büyük handikabı çoğu zaman bunların bağlamdan kopuk ve mana olarak aktarılmasıdır. Ayrıca hadis kitaplarındaki rivâyetler kronolojik bir sıraya tâbi tutulmamış, tasnif türüne göre ravi ismine yahut konu özelinde sıralanmıştır.

Yaptığım açıklamalarda hadisler kaynak değil, amel edilmez gibi bir şeyi asla demiyorum.

Benim kastım herhangi bir hadisi okuyup Hz. Peygamber böyle yapmış veya demiş olduğu zannedilerek bir karara varılması, amel edilmeye çalışılmasının din adına büyük bir tehlike olduğuna işaret etmektir. Hadisi bir kaynaktan okuyup Hz. Peygamber’in davranışının, sünnetinin böyle olduğu zannına hemen gidilmemelidir. Aynı konudaki bütün rivayetler bütüncül bir şekilde ele alınmalı ve rivâyet adına yapılan açıklama ve araştırmalara bakıldıktan sonra hadisten bir hüküm çıkarılmaya çalışılmalı ve sahîh olduğu iddia edilmelidir.

Bu konuda daha detaylı bilgi için bu makalelere bakabilirsiniz:

Mehmet Görmez Hadislerde Delâlet Sorunu

Saffet Sancaklı Hadislerin Doğru Anlaşılması ve Yorumlanmasında Takip Edilecek Yöntem

Herhangi bir rivâyetin sahîh olduğunu söyleyebilmek için çeşitli aşamalardan inceleme yapmak gerekir: İlk olarak ele alınan rivâyetin bütün şahid ve mütabileri bir araya getirilmesi gerekir. Böylece aynı konu veya durum hakkında eldeki veriler ortaya konmuş olur. Bunu her bir rivâyet için yapmak gerçekten çok zaman alıcı ve zordur. Ancak eğer amaç sahîh bilgiye ulaşmaksa en başta yapılması gereken budur. Daha sonra toplanan rivayetlerin senedleri incelenmeli, râvileri hakkında rical kitaplarına başvurulmalıdır. İkinci aşamayı da geçen rivayetlerin metin tenkidine geçilir. Burada lafız farklılıkları, olayın bağlamı gibi durumlara bakılır. Elde kalan rivâyetler Kuran, Sünnet, tarih gibi birçok farklı duruma arz edilir. Böylece elde sahîh olma ihtimali bulunan bir rivayet elde edilmiş olur. Yine bütün bu süreçler de izafilikten âzâde olmadığı, akıldan çıkarılmamalıdır.

İşbu sebepler dolayısıyla bir kişinin “Buhârî’nin Sahîh’ini okudum; ama hiçbir ibadetin nasıl yapıldığını göremedim.” yahut “Hz. Muhammed’in hayatını tam olarak anlatmıyor.” gibi sözleri hadis kitaplarının metodolojisini bilmediği anlamına gelir.

5- Buhârî’nin Üslup Özellikleri

Buhârî’nin kitabının kendi has özellikleri tekrarlarının çokluğu, rivâyetleri konuya uygun olan yerlerini kırpması (takti) ve bap başlıklarıdır.

İnceleme konusu yaptığım kitap, Buhârî’nin Sahîh’inin muhtasarı olduğu için tekrarlardan arındırılmıştır. Bu yüzden tekrarlar ile ilgili bir açıklama yapmayacağım.

Buhârî’nin takti uygulaması ise rivâyetleri bağlamından koparmakta ve hadisi anlamayı zorlaştırmaktadır. Ancak, Abdullah Feyzi Kocaer, girişte açıkladığı üzere rivâyetleri kesilmiş hâlde değil, olduğu gibi, tam olarak aktarmış ve hadislerin başka nerelerde geçtiğini belirtmiştir. Bu konuda çevirmen anlaşılır olmak adına önemli bir adım atmıştır.

Bab başlıkları, Buhârî’nin en önemli üslup özelliğidir. Ehl-i Hadisin rivâyetlere doğrudan yorum yapmak gibi bir tavrı olmadığı için Buhârî kendi görüş ve çıkarımlarını bap başlıkları üzerinden aktarmaktadır. Ancak bu kitapta bap başlıkları maalesef dâhil edilmemiş. Büyük olasılıkla Zebîdî, ihtisar ederken böyle yaptığı için Kocaer de böyle yapmış; fakat bunlar kitaba dahil edilseydi Buhârî’nin rivâyetlere yaklaşım ve çıkarımlarını da görmek imkanına erişirdik.

6- Tecrid-i Sarih ve Bu Kitap

Hicri 812–893 (m. 1410–1488) arsında yaşayan Zebîdi, Buhârî’nin Sahîh’indeki rivâyetlerin tekrarları ve senedlerini çıkararak kısaltmaya çalışmıştır.

En başta ifade etmek isterim ki, çevirmen Abdullah Feyzi Kocaer başta olmak üzere bu değerli çalışmaya 6 yıl emek verip çeviren ve notlandıran, yine bu değerli esere yaraşır bir şekilde baskı yapan Hüner Yayınevi’ne teşekkür ediyorum.

Kitabın giriş kısmında Buhârî’nin hayatı, eserleri, Sahîh’inin özellikleri, hadis sayısı, bize ulaşma süreci, üzerinde yapılan çalışmalar, ihtisar çalışmaları, bu konuda yeni bir çalışmaya neden ihtiyaç duyulduğu ve kitabı hazırlamada nasıl bir yöntem izlediğinden bahsetmektedir. Daha sonra Zebidî’nin ihtisar çalışmasına yazdığı ön söz verilmekte ve hadislere geçilmektedir.

Çevirmen Buhârî’nin Sahîh’ine tarih boyunca yapılan bazı tenkitlerin olduğunu; ancak bunların hepsinin cevabının verilerek Buhârî’nin eserindeki hadislerin hepsinin sahîh olduğunu ihsas ettirecek bir üslupla yazılmış bir aktarım yapmaktadır. Alıntı yapılan kişi M. Yaşar Kandemir, sözü müsteşriklere getirerek onların hadislerin sıhhati konusunda şüphe uyandırmak için özellikle bu kitabı seçtiklerini iddia etmektedir. Galiba çevirmene göre de Buhârî’deki bütün eleştirilere gereken cevaplar verilmiş ve onda şüphe edilecek bir rivâyet bulunmamaktadır. Çevirmenin bu görüşte olduğuna dair düşüncem, kitap boyunca yaptığı açıklamalar ve rivâyetlere yaklaşımı nedeniyle oluşmuştur.

Kitabın alkışlanacak, övülecek birçok yönü var:

- Hadis çevirilerinin anlaşılır olması için büyük bir çaba harcandığı gözükmektedir.

- En başta Zebîdî’nin çalışmayı yaparken es geçtiği yahut unuttuğu rivayetler tespit edilip bunlar çalışmaya dâhil edilmiştir. Gerçekten bu büyük bir emek. Çevirmene bu konuda müteşekkirim.

- Herhangi bir hadisin benzerinin veya aynı konudaki rivâyetin numarasının belirtilmesi, kitabın kendi içinde bütünlüğünü pekiştirmeye katkı sunmuştur.

- Her bir rivâyet için tahric çalışması yapılmış ve her bir rivâyetin Müslim’in Sahîh’inde geçip geçmediği, Muvatta’da geçip geçmediği, her ikisinde geçtiği farklı sembollerle gösterilmiştir. Bu da takdire şayan bir durum olarak çalışmayı daha değerli hâle getirmiştir.

- Kitabın sonunda rivâyetleri kolayca bulmak için 59 sayfalık alfabetik karma konu dizini oluşturulmuş. Okunan bir rivâyeti tekrar bulmak adına çok kolaylaştırıcı bir düzenleme olmuş.

- Kitapta geçen rivâyetleri asıl kaynaklarından okumak için 2226 rivâyetin tahrici yapılmıştır. Bu tahric çalışmasında yukarıda bahsettiğim Müslim’in Sahîh’i ve Muvatta’da geçen aynı rivâyetler tahrice dâhil edilmiş, sadece Buhârî ile yetinilmemiştir. Böylece bir rivâyetin asıl kaynağına gitmek isteyen kişi buraya bakarak rahatça asıl kaynağa gidebilir.

- Yapılan bazı açıklamalar gerçekten rivâyeti anlamaya katkı sağlamaktadır.

Eleştirilerime gelecek olursam, aslında çevirmen ile birçok konuda oldukça farklı düşündüğümü söyleyebilirim. Zaten çevirilere, tahriclere herhangi bir diyeceğim yok, aksine teşekkürüm var. Lâkin çevirmen, kitapta geçen bütün rivâyetlerin sahîh olduğundan hareketle birçok açıklamada oldukça muhafazakar, savunmacı bir üslupla cevaplar vermiştir. Ayrıca birçok açıklanması, yorum yapılması gereken yerde sustuğu, sorun olmayan bazı rivâyetlerde açıklama yaptığı da gördüklerim arasında. Elbette çok geniş konuları kapsayan bu kadar veri için yeterli ve doyurucu açıklama yapmanın çok zor olduğu bir hakikattir. Ancak kendi açıklamasa bile bir kaynağa işaret etmesi bile yeterdi diye düşünüyorum. Ya da açıklama yapmaması kendince bir problem veya açıklanacak bir şey olmaması ile de alakalı olabilir.

Kocaer’in bazı konular ve rivâyetlerdeki açıklamaları konuyla alakasız gibi geldi.

Kitabın başka bir büyük eksiği ise Türkiye’deki hadis alanında yapılan birikimi, emeği göz ardı etmesidir. Gerek Diyanet İslam Ansiklopedisi, gerekse kitapta geçen birçok hadis için makale ve kitap boyutunda çalışmalar varken çevirmen çoğu zaman Mevdudi, Said Havva gibi isimlerden aktarımlarda bulunmayı yeterli görmüştür. Elbette bu gibi değerli âlimlerden açıklamalar yapması son derece güzel; ancak güncel çalışmalar ve farklı bakışlar yorumlarda yok denecek kadar az.

Buhârî, bazen konu başlığıyla ilgili olmadığı düşünülen rivâyetleri aktarmaktadır. Bu rivâyetlerin neden böyle alakasız gibi görünen yerlerde getirildiğine dair şarihler açıklamalar yapmaktadır. Ancak çevirmen bunlardan bazılarını açıklarken, birçoğunun neden böyle bir yerde aktarıldığına dair bir açıklama yapmamıştır.

Tıbbu’n-Nebevi yani Hz. Peygamber’in tıpla ilgili uygulama ve açıklamalarını içeren rivâyetlerde çevirmen bunların galiba vahiy kaynaklı olduğunu düşünüyor ki, birçoğu için uzun açıklamalar ve ispatlamalara girmektedir. Keşke çevirmen buradaki açıklama gayretini diğer bölümlerde de sunabilseydi.

Çevirmenin ilahiyata ve günümüzdeki ilmî birikime bakışını göstermesi anlamında şöyle bir açıklamasını aktarmak istiyorum:

“İlmin azalması konusuna da pek çok hadiste değinilmiştir. Burada üzerinde durulması gereken husus, azalacak olan ilmin dini ilimler olmasıdır. Pozitif ilimlerde gün geçtikçe ilerleme kaydedilirken dini ilimlerde geçmişteki seviyeyi geçmek şöyle dursun geçmiş seviye bile muhafaza edilememiş gerileme gün geçtikçe artmıştır. İmam Buhârî’nin daha çocuk yaşta iken yetmiş bin hadis ezberlediği bildirilmektedir. Şu anda ezberlediği hadis bakımından acaba hangi hadis profesörü kendisinin İmam Buhârî’ye denk olduğunu iddia edebilir? Bu mukayeseyi Fıkıh, Tefsir gibi diğer dini ilimlere uyguladığımızda günümüzdeki dini ilim ile eskilerin dini ilim seviyesinin çok farklı olduğunu görebiliriz.” (II, 472)

Hadis ilminin zaman içindeki evrimiyle birlikte ilimden beklenen durum da değişmiştir. İlimden günümüzde ne anlaşılması gerektiğine dair geleneksel bir örnek sunan Kocaer’e göre ilim ezber olarak gözükmektedir. Ancak şunu belirtmek lazım: Buhârî zamanında daha hadisler tedvin aşamasında olduğu için rivâyet ezberi oldukça övülen bir durumdu. Ancak artık günümüzde hadis profesörü/araştırmacısı için hadisleri ezberlemek değil, onların sened ve metinlerini farklı yönlerden incelemek, değerlendirmek, metodoloji yönünden tetkikini yapmak gibi daha birçok durum göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Çünkü artık kaynaklara erişim, onları istediği an bulmak gibi teknolojik imkanlar ezberin de üstünde kolaylıklar sunmaktadır. Açıkçası her ilmin zaman içindeki değişimine göre o ilimle ilgilenenlerden beklenen fiil de değişmektedir. Bu yüzden geçmiş ile günümüzdeki ilim seviyesini bu tarz bir karşılaştırma doğru olmasa gerektir.

Bu konuda daha detaylı bilgi için bu makalelere bakabilirsiniz:

M. Emin Özafşar — Hadis İlminde Alan Evrilmesi

Bu makalenin özeti için buraya tıklayınız.

M. Emin Özafşar — ‘Hadisin Neliği’ Sorunu ve Akademik Hadisçilik

Bu makalenin özeti için buraya tıklayınız.

Yukarıdakine benzer tarzda farklı konularda kendi anlayışına göre oldukça savunmacı anlayışın birçok izini görmek mümkün.

Hasılı, “Muhtasarı Tecrid-i Sarih” kitabı, Buhârî’nin Sahîh’inde geçen rivâyetleri görmek, incelemek ve bazıları hakkında açıklamalar okumak isteyenler için tavsiye edebileceğim bir hadis kitabıdır.

Alıntılar

Dünya Süsü ile Çiçeğinin Açılması ve Servetin Durumu

& 743-) Ebü Said el-Hudri (r.a.) anlatır: “Rasülüllah (s.a.v.) bir gün minbere oturdu, biz de etrafına oturduk:

“Benim sizin hakkınızda korktuğum, benden sonra üzerinize dünya süsü ve çiçeğinin açılmasıdır.” buyurdu.

Orada bulunan bir adam: “Ey Allah’ın Rasülü, servet kötülük getirir mi?” dedi.

Bunun üzerine Rasülüllah (s.a.v.) sustu. O adama: “Sen ne yaptın? Hz. Peygamber (s.a.v.) seninle konuşmadığı halde sen onunla konuşuyorsun.” denildi.

Bu sırada kendisine vahiy geldiğini gördük. Sonunda boşalan terleri sildi.

O kimseyi över bir eda ile: “Hani soru soran nerede?” buyurdu, arkasından:

“Şu biline ki, servet kötülük getirmez, ama derenin / baharın bitirdiği otlardan öylesi vardır ki hayvanı öldürür veya öldürecek hale getirir. Şu kadar var ki, otları yiyen hayvan kamı şişene değin yer, güneşlenir, dışkısını çıkarıp işer (yediğinin posasını dışarı atar sonra tekrar) yayılır. Şüphesiz şu dünya malı tatlı, güzel ve göz alıcıdır. Bu arada Müslümanın fakire, yoksula, yetime ve yolda kalmışa verdiği mal ne güzeldir.” buyurdu.

Yahut şöyle de buyurdu:

“Şu da biline ki, kim haksız yere mal alırsa, bu kimse yiyip de doymayan bir kimse gibidir. Kıyamet günü haksız yere aldığı mal kendisi aleyhine şahit olacaktır.”

Sayfa 348

Gemide Gedik Açmaya Çalışanlara Engel Olmalı

1135-) en-Nu’man b. Beşir (r.a.)’dan.

Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Allah’ın (çizdiği haram) sınırlarının kenarında duran ile içerisine dalan kimselerin misali, bir gemiye binmek için kur’a çekip bazılarına geminin üst kısmı bazılarına da alt kısmı düşen şu topluluğa benzer:

Aşağı kısımda bulunanlar su almak istediklerinde yukarılarında bulunanların üzerinden geçiriyorlardı, bu sebeple:

“Eğer bize düşen yerden bir delik açarsak yukarımızdakilere (gelip geçerek) rahatsızlık vermemiş oluruz.” dediler.

Eğer yukarıdakiler aşağılarındakileri istekleriyle baş başa bırakırlarsa hepsi birden helâk olurlar, ama onların ellerinden tutup engellerlerse hem kendileri kurtulur hem de toptan gemi halkını kurtarırlar.”

Sayfa 515

Savaş Hiledir Ne Demek?

& 1297-) Yine Ebü Hureyre (r.a.)’dan. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in savaşa aldatma adını verdiği rivayet olunmuştur.

(“Aldatma”dan maksat, manevradır. Yoksa sahtekârlık anlamına değildir, yani düşmanı yanıltmak için taktikler uygulamadır. )

Sayfa 595

İtaat Sadece Marufta Olur

& 1672-) Hz. Ali (r.a.): “Hz. Peygamber (s.a.v.) bir seriyye göndermiş ve başlarına da Ensardan bir kimseyi komutan tayin etmişti. Kendilerine, komutana itaat etmelerini emretti.

Bir ara ordu, komutanı kızdırdı o da:

“Hz. Peygamber (s.a.v.), bana itaat etmenizi emretmemiş miydi?” dedi.

Onlar: “Evet” dediler:

“O halde bana odun toplayın” dedi arkasından:

“Ateş yakın” dedi.

Bunun üzerine toplanan odunu yaktılar. Komutan: “Ateşin içine girin” dedi.

Bir kısmı ateşe girmeye davrandı diğer bir kısmı da: “Biz ateşten, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e kaçtık” diyerek onları tuttu, durum böyle sürerken ateş söndü, komutanın öfkesi de geçti.

Sonunda hadiseyi Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ilettiler.

O da: “Eğer ateşe girselerdi kıyamete kadar içinden çıkamazlardı. İtaat, dinin güzel gördüğü konularda (marufta) olur” buyurdu” demiştir.

II, 215

Günahlara Bakış Farkı ve Allah’ın Tövbeye Sevinci

& 2069-) Abdullah b. Mes’ûd (r.a.) iki söz söylemiştir. Bunlardan birisi Hz. Peygamber (s.a.v.)’den diğerisi kendisindendir. Şöyle demiştir:

“Günahlarını, mümin sanki dağın eteğinde duruyor da üzerine düşüverecekmiş gibi görür.. Facir kimse ise günahlarını sanki burnunun üzerinde dolaşıp da şöyle kovalayıvereceği bir sinek gibi görür.” demiştir.

(Hz. Peygamber (s.a.v.)’den anlattığı hadis ise şudur):

“Allah, bir kulun tevbesine; yanında devesi, devesinin üzerinde su ve yiyeceği olan, tehlikeli bir yere inip konaklayıp başını koyarak biraz uyuyan arkasından uyandığında devesi gitmiş sonunda susuzluk ve açlığı şiddetlenmiş veya Allah’ın takdir edip dilediği zorluklar başına gelmiş kendi kendine: “Eski yerime olsun döneyim.” diyen, bunun arkasından biraz daha uyuyup uykudan başını kaldırdığında kaybettiği devesini görüveren bir kimsenin sevincinden daha çok sevinir.”

II, 412

İbadette Zorluğu Artırmak Daha Çok Sevaba Götürmez

{•} 2147-) İbni Abbâs (r.a.): “Hz. Peygamber (s.a.v.) hutbe verdiği sırada ayakta dikilmiş bir kimseyi gördü ve durumunu sordu, kendisine: “Bu, Ebû İsrâil’dir. Kendisi oturmadan, gölgelenmeden ve kimseyle konuşmadan oruçlu olarak ayakta dikilmeye adakta bulundu.” dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.): “Söyleyin ona konuşsun, gölgelensin ve otursun ama orucunu tamamlasın.” buyurdu.” demiştir.

II, 443

--

--