Saksı Olmanın Faydaları (The Perks of Being Wallflower) Üzerine Ergenlik Dönemi Bağlamında Psikanalitik Bir Bakış
Saksı Olmanın Faydaları (The Perks of Being Wallflower), Stephen Chbosky yönetmenliğinde çekilmiş ve premierini 2012 Toronto Film Festivali’nde yapmış bir filmdir. Film, yine Stephen Chbosky tarafından 1999 yılında yazılan ve The New York Times’ın çok satanlar listesinde yer alan aynı adlı kitaba dayanır. Ergenlik dönemini ‘hayatının en zorlu dönemi’ olarak tanımlayan yönetmen, film boyunca eserin baş karakterlerinden olan Charlie ile “Neden tanıdığımız ya da arkadaşımız olan iyi insanların çoğu kendilerine kötü davranılmasına izin verir? (Why so many nice people that you know or friends let themselves get treated badly?) ” sorusunun cevabını aramaktadır.
Film, ana karakter Charlie üzerinden lise yıllarındaki bir grup gencin hikayesini anlatmaktadır. En yakın arkadaşının intiharıyla beraber bir çöküş yaşayan Charlie, tedavisi sonrası belki de ergenliğin en çarpıcı yüzleşmelerini beraberinde getiren lise hayatına başlamaktadır. Bu durumla başa çıkmak için ise bir planı vardır; okula girdiği ilk andan itibaren liseden ayrılacağı son günü hayal edecektir ve bu doğrultuda geriye kalan günlerini saymaya başlar. Fakat lisenin ilk yılı Charlie’nin beklediğinin aksine pek de sakin geçmez. Futbol maçı sırasında tanıştığı Sam ve Patrick onu bir arkadaş grubunun içerisine davet edecektir. Bir parti gecesinde Charlie, grubun bir sırrına şahit olup ilk uyuşturu deneyimini yaşadıktan sonra bir seremoni eşliğinde “Uyumsuz Oyuncaklar Adasına Hoşgeldin! (Welcome to the Island of Misfit Toys!) ” cümlesiyle gruba kabul edilir. Filmin sonraki sahnesi ise sanki yaşamın tüm zorluklarına bir meydan okuma sahnesidir; Bir grup genç David Bowie şarkısı olan ‘Heroes / Kahramanlar’ eşliğinde arabanın üstüne çıkarak rüzgara karşı bir tünelden geçerler.
Freud, insanın kendini anlama çabasının hayat boyu devam eden bir uğraş olduğunu söylemiştir ki bu keşif kimi zaman oldukça acılı ve yaralayıcıdır. Ergenlik dönemi, bedendeki değişimlerin ergene dayattığı bir zorlamayla belki de bu arayışın en ateşli olduğu dönemdir. Değişen beden puberte öncesi bedenden oldukça farklıdır ve önlenemez cinsel değişimlerle ergenden bazı talepleri vardır. Ergenin bu değişen bedenle nasıl başa çıkacağının hikayesi Bronstein ve Flander’ın (2008) söylediği yerde saklıdır: “ Bu değişimlerle yüzleşme kapasitesi; çocuklukta oluşturulan, ebeveynlerle kurulan ilk ilişkilere göre gelişen ve çocuğun kendi bilinçdışı fantazileriyle değişen psikolojik özelliklerden oldukça etkilenmektedir. “ (s.7.) Zorunlu bir değişimi dayatan bedenin sonucu olarak, yersiz yurtsuz kalan ergen bir yer edinme ve terk edilme endişesiyle ilk dönem deneyimlerine ve nesne ilişkilerine geri dönecektir. Fakat o yaşam deneyimleri güvenilir midir; yoksa onların ağırlığı güncel değişimlerle beraber daha mı ağır olacaktır? Anna Freud (1937), ergenliği tanımlarken şöyle demiştir; “ Ergenlik çağındaki genç hem bencilliğin doruğundadır, kendisini evrenin özeği ve tek ilgi nesnesi gibi görür hem de yaşamının bundan sonraki aşamalarında bir daha hiç olmayacağı kadar özverili ve kendini adamaya hazırdır.” (s. 98.). Bu tanımın da bize gösterdiği gibi ergenlik, ergenin kendini koyduğu yer, hızlı eyleme geçişler ve iki uç arasında gidip gelme davranışlarıyla karakterize bir dönemdir. Birçok anlamda ergenliğin ilklerin, mecburiyetlerin, isyanın ve kabul edişlerin dönemi olduğu açıktır.
Filmin baş karakterlerinden Charlie, en yakın arkadaşının intiharı nedeniyle yoğun depresif kaygıların, halüsinasyonların eşlik ettiği ve bunların sonucu olarak aldığı tedaviyle geçen bir yaz tatilinin ardından liseye başlayacaktır. Bir bitişin ve zorunlu ayrılığın ardından gelen yeni başlangıç Charlie için oldukça streslidir ve buna çözüm olarak tamamen kendisinin kontrolünde, ihtiyacı olduğunda yerinde bulabileceği ve terk etmeyeceğinden emin olduğu bir mektup arkadaşı yaratır. Melanie Klein, henüz iç dış arasındaki sınırın netleşmediği paranoid şizoid konumda olan bebekten bahsederken bebeğin istemediği, olumsuz durumları annenin memesine aktararak bu duyguları kendisinden uzaklaştırdığını söyler. Fakat gelişmeye devam eden bebek depresif pozisyonda anneyi (iyi memeyi) bu olumsuz duygulara maruz bıraktığını fark eder ve yoğun suçluluk hislerini deneyimler. Depresif dönemde kendi ihtiyaçlarını karşılamak için bir başkasına ihtiyaç duyduğunu da fark eden bebek, bu bağımlılığın yaratacağı hayal kırıklığıyla kaybetme endişesi ve suçluluktan kaçmak için manik savunmalara başvurur (Klein, 1935). Charlie için yakın zamanda yaşanan yakın bir arkadaşın kaybı, yıkıcı deneyimlerden ve depresyonun eziciliğinden kaçınmak adına manik bir kontrol davranışını ortaya çıkarmıştır. Bu kontrol zorlantısı bir inhibisyon olarak ortaya çıkmıştır; okulun ilk günü ne kadar istese de arkadaş edinemeyecek, cevaplarını bilse de soruları cevaplamasına engel olacaktır. Ergenliğin etkisiyle zaten pek de kontrol altında tutulamayan dürtüler yeni bir nesne ile kurulacak herhangi bir girişimde tekrar suçluluk ve ve kaybetme endişesini ortaya çıkartabilir.
Biyolojik değişimlerle dışsal gerçekliğin baskısı altında kalan ergen, henüz dış ile içsel olan arasındaki entegrasyonu sağlayamadığı için anneyle füzyonel ilişkinin kurulduğu ilkel zamanlara dönme isteği içerisindedir. Manik defanslar aynı zamanda ergene bu dönüşü hissettirecektir. Peki, cinselleşen bedenin talepleriyle ergen nasıl başa çıkacaktır? Charlie’nin ilk gün okula gitmeden önce bir umut içerisinde olduğu tek yer ileri İngilizce sınıfıdır ve ilk gün edindiği tek arkadaş da bu dersin öğretmenidir. Film boyunca da birçok kitap okuyup yazı yazacak, mix kasetler hazırlayacak ve bir yazar olmanın hayalini kuracaktır. Freud (1914), yüceltme mekanizmasını tanımlarken ‘içgüdüyü cinsel tatminden uzak bir yere yönlendirerek, bu taleplerin bastırma olmadan karşılanmasını sağlayan bir çıkış yolu’ olarak tanımlamıştır. Charlie için de yukarıda anlatıldığı şekilde, dürtülerin baskısından kurtulmak için ego tarafından dönüştürülmüş yol yüceltme mekanizmasıdır.
Laplanche ve Pontalis (1967), travmanın tanımını şöyle yapar; “Bir öznenin yaşamında yoğunluğu, öznenin uygun biçimde yanıtlama kapasitesini aşması, altüst edici ve uzun soluklu etkiler taşımasıyla tanımlanan ruhsal organizasyonu etkileyen olaylardır. Ekonomik terimlerle söylersek, travma öznenin toleransını ve başetme kapasitesini aşan uyarım akışı ile karakterizedir.” (s. 465). Freud ise Haz İlkesinin Ötesinde makalesinde (1920), haz ilkesi ile gerçeklik ilkesi arasındaki anlaşmadan bahsederek travmatik nevrozları açıklar. Egonun baş edemediği, tehlike olarak algılanan durumlarda haz ilkesinin yerini gerçeklik ilkesine bıraktığını söyler ve çocukların oyun oynarken yoğun stresle baş etmek için oyunlarında kullandıkları yinelemeleri örnek verir. Haz ilkesi artık devreden çıkmış ve stres veren durumlar başa çıkmak için gerçeklik ilkesi devreye girmiştir.
Charlie’nin bir akşam kız kardeşinin, erkek arkadaşı tarafından şiddet görmesine şahit olduktan hemen sonra hayatında ‘en değer verdiği kişi’ olarak tanımladığı ve yıllar önce ölmüş olan halası Helen’i hatırlar. Halasına dair ilk flashback’in bu zamanda belirmesi ilginç değildir, çünkü küçük bir çocukken Halası Helen’in de erkek arkadaşıyla yaşadığı sorunlara şahit olmuştur. Charlie’nin çocukluk anılarında oldukça etkili bir iz bırakan Helen ile olan yaşantıları film boyunca Charlie’nin bilincine gelmekte ve bir kateksis sağlamaktadır. Charlie’nin anılarda oldukça depresif ve üzgün bir halde gördüğümüz Helen’e dair en çok tekrarlayan rüyası, Helen’in Charlie için yılbaşı hediyesi getirmek üzere yola çıkması ve kendini öldürmesidir ki burada Charlie’nin bu intihara dair kendine yönelik suçlayıcı duygularını hissetmekteyiz.
Charlie’nin bu bilince çıkan anılarının en yoğun ve rahatsız edici oldukları zaman sevgilisi Sam’in cinsel yakınlaşma sırasında Charlie’nin bacağına dokunduğu andır. Bu dokunuşun verdiği his yabancı değildir ve Halası Helen’in ‘kardeşini uyandırma.’ diyerek Charlie’nin bacağına dokunuşuna çok benzemektedir. Sonraki günlerde Sam ve Patrick’in şehirden ayrılmasıyla Charlie gittikçe kötüleşir ve Helen tarafından istismar edildiği bastırılmış anıları gün yüzüne çıkar. Bu anıların bilince hücumundan kendini koruyamaz ve onları bilinçdışına geri gönderemez. Charlie’nin daha önce bir cinsel deneyimi olmasına rağmen bastırdığı istismar anılarının bilince gelmesi asıl sevdiği ve güvende hissettiği Sam’in yanında ortaya çıkmış olması rastlantı değildir. Sam, hem yanında güvenilir hissettiği hem de gerçek sevginin ne olduğunu deneyimlediği kişidir.
Rene Roussillon (2017), travmaya sahip olan özneyi anlatırken travmaya dair simgeleştirme sürecinin bozulduğunu kişinin anılarına sahip çıkamadığını söyler ve şöyle ekler: “Hiçbir şey görmez, hiçbir şey tanımlayamaz, dahası, şey tasarımından, dil tasarımına geçemediği için yaşadıklarını sahneleştirmeyi de beceremez.” (s. 43). Charlie’nin deneyiminde olduğu gibi sembolize edilememiş, güncel zamanla entegrasyonu sağlanamamış anılar bilinçdışına bastırılmışlardır, fakat bir duygusal boşalım sağlayarak Charlie’nin gündüz düşlerinde olduğu gibi, özneye kendilerini hissettirirler. Charlie’nin sürekli kendisine sorduğu ‘Benim sorunum ne? (What is wrong with me)’ sorusunun karşılığı da biraz burada gibidir. Elbette, bu sorunun travmatik yaşantılarla ilgisi olduğu kadar sorulduğu yaşam döneminin de bu sorunun sıklığı üzerindeki etkisi büyüktür. Ergenlik döneminde benlik, iyi nesneler tarafından tamamen terk edildiği düşüncesiyle kendini suçlayıp cezalandırmaya oldukça açıktır. Charlie için geçmişte değer verdiği bir nesne tarafından terk edilmesi gelişimsel dönemin dayattığı hislerle yoğun bir suçluluğa dönüşmüştür. Bu suçluluk günlük pratikte kendini yoğun inhibisyonlar şeklinde göstermektedir. Sevilen nesne tarafından istismara edildiğine inanmaktansa cezanın kendiliğe yönelmesi yoğun anksiyeteler üzerindeki kontrol duygusunu sağlamakta ve beraberinde getirdiği duyguları daha dayanılır kılmaktadır.
Freud, (1896), ‘Savunma Nevrozları Üzerine Yeni Açıklamalar’ metninde ‘.. açıklanması gereken bu yaşanan deneyimlerin kendilerinin değil ama onların, birey cinsel olgunlaşmaya eriştikten sonra anı olarak yeniden canlandırılmalarının travmatik olduğudur.’ (s. 125) der. Ergenlikle beraber cinsel yaşantıların anlamını fark etmeye başlayan birey, eski çocukluk deneyimlerini de bu boyuttan tekrar gözden geçirecek ve sorgulayacaktır. Charlie için, gerçekte olan duygular tersine çevrilerek ‘dünyadaki en gözde kişi’ olan Helen, artık travmanın ortaya çıkması ve işlenmesiyle Charlie’deki gerçek karşılığıyla bilinçte yaşanmaya başlamıştır. Charlie’nin yaşadığı çöküşten sonra Helen hakkında doktoruna söylediği gibi; ‘O deliydi.’
Yunanlı Psikanalist Stephanatos, travma kelimesinin Yunancası olan titrosko’nun Eschyle tarafından toprak ana Gaia ile onu kaplayan göğün, Quranos’un, çiftleşmesini, yani yaratıcı bir süreci tanımlamak için kullandığını da aktarır (Parman, 2017, s. 73). Charlie’nin edebiyata, müziğe olan entellektüel ilgili bu düşünceyle birleştiğinde kişinin kapasitesi elverdiğinde travmanın yaratıcı süreçlere etkisi açısından da bizi düşündürmektedir. Parman’ın dediği gibi (2019) ’Özne yaşamda kalabilmek için yaşamsal yatırımlarını sürdürmek istemektedir. Ancak bu yatırımların kendilerinin ıstırap veya aşırı bir şiddet kaynağı olması durumunda özne ya tüm gerçekliği ya da bu deneyime karşılık gelen gerçeklik parçasını reddetmek zorunda kalır veya bu dayanılmaz ıstıraba katlanabilmek için bir neden bulmaya çalışır…. İşte yaratıcı potansiyel ıstırabın öznelleştirilmesine karşı yaşamda kalmanın koşulu olarak ortaya çıkar.’ (s. 77).
Film boyunca Charlie’de hissedilen birbirine geçmiş utanç ve suçluluk duygusu travmanın ortaya çıkmasıyla beraber baskın bir suçluluk duygusuna dönüşmüştür. Psikanalitik çalışmalar ergende suçluluk duygusunun, bir suç duygusunun doğuracak herhangi bir eylemden çok daha önce ödip kompleksinden kaynaklı olarak var olduğunu söylemektedir. Özellikle ergenlikte yoğunlaşabilen suç davranışları ve eyleme geçmeler daha çok bu hissi doğrulamak ve kontrol etmek içindir. Utanma ise öznenin kendisiyle, benlik ideali ile ilgilidir. Ergenlikte henüz gelişmekte olan ve son halini daha sonraları alacak olan benlik ideali üstbenliğin etkisi altındadır. Charlie’de bu iki duygunun birbirine yakın halini görmemiz boşuna değildir. Bilinç düzeyinde daha çok utanmayı hissederken, bilinçdışında olan suçluluk duygusudur. Helen’in Charlie’nin hediyesini almak üzere gittiği yolda kaza geçirmesiyle kendini hissettiren suçluluk duygusu, Charlie’nin cinsel travmalarını hatırladıktan sonra kız kardeşiyle telefonda konuşurken sorduğu ‘Helen, benim yüzümden mi intihar etti?’ sorusuyla Charlie’nin kendisine yönelik suçlamalarını net olarak göstermektedir. Ödip kompleksinden kaynaklanan ve ergenlikte daha yoğun olarak hissedilen suçluluk duygusunun Helen’in tacizi ve intiharı ile bir nevi adı konmuştur. Bu noktadan sonra Sam ve Patrick’in de şehirden ayrılışıyla gittikçe kötüleşen Charlie için geriye kalan terk eden nesneler, kontrol edilemeyen düşlemler, ezici dürtülerdir ve artık çöküş kaçınılmazdır.
Filmin başında bizi karşılayan David Bowie şarkısı sonunda da eşlik eder. En başta adı bilinmeyen şarkının adı da tüm travmaların ortaya çıkması gibi bulunmuştur ve yine bir tünelin içerisinden geçerek sanki meydan okurcasına ve özgürlüğü kucaklarcasına söylenir. “Ben kral olacağım ve sen, kraliçe olacaksın.” sözleriyle başlayan şarkı “O zaman Kahraman olabiliriz, sadece bir günlüğüne. Ama daha güvenli olabilirdik, sadece bir günlüğüne. ” sözleriyle devam ederek yazı boyunca bahsettiğimiz ergenliğin bireyselleşme, kendi kimliğini keşfetme, yaşamın erken dönemleriyle yüzleşme sorunlarına dair bize ergenin arzularını hissettirmektedir.
KAYNAKÇA
Bronstein, C. and Flanders, S. (2008). The development of a therapeutic space in a first contact with adolescents. Journal of Child Psychotherapy, 24(1), 5–36.
Freud, A. (2004). Ben ve savunma mekanizmaları (1). (Y. Erim, Çev.) İstanbul: Metis Yayınları. (1937)
Freud, S. (1914). On Narcissism. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of
Sigmund Freud, Volume XIV (1914–1916): On the History of the Psycho-Analytic Movement, Papers on Metapsychology and Other Works, 67–102
F, Sigmund. (2001). Haz İlkesinin Ötesinde (1). (A. N. Babaoğlu, Çev.) İstanbul: Metis Yayınevi. (1920)
J. Laplanche, J. B. Pontalis. (1967). The language of psycho-analysis. (D. Nicholson-Smith, Çev.) London:
The Hogarth Press and the Institute of Psycho-Analysis. (1973. s. 465).
J. Laplanche, J. B. Pontalis. (1967). The language of psycho-analysis. (D. Nicholson-Smith, Çev.) London:
The Hogarth Press and the Institute of Psycho-Analysis. (1973. s. 62).
Klein, M. (1935). A Contribution to the Psychogenesis of Manic-Depressive States. Int. J. Psycho-Anal., 16:145–174.
Parman, T. (2003). Ergenlik ya da merhaba hüzün (2). İstanbul: Bağlam Yayınları.
Parman, T. (2017). Travma ve yaratıcılık. Psikanaliz Yazıları, 35(1), 73–79.
Parman, T. (2017). Nedenbilimsel bir unsur olarak travma ve psikanaliz. Psikanaliz Yazıları, 35(1), 19–26.
Roussillion, R. (2017). Travma ve Simgeleştirme. Psikanaliz Yazıları, 35(1), 39–50.