Sanal Gerçeklik Teknolojisinin Eğitim Amaçlı Kullanılmasının Başarı Ve Kalıcılığa Etkisi

Furkan Özden
Türkçe Yayın
Published in
4 min readSep 19, 2018
Eugene Capon Pexels

Teknolojinin gelişim göstermesi ile birlikte karşımıza sürekli yeni ürünler, yeni çalışmalar çıkmaktadır. Bunlardan biri de günümüzün hâlâ gelişme gösteren teknolojik oyuncağı ‘sanal gerçeklik gözlüğü’dür. Gelişen toplumlarda insanlar sürekli değişen ve gelişmekte olan teknolojiye ayak uydurmak zorundadırlar. İnsanların yaşamı bu değişim ve dönüşümden etkilenirken, eğitim süreci ve eğitim ortamlarının da bu değişimden etkilenmemesi mümkün değildir. Geçmişten günümüze eğitim verilen alanlarda kullanılan teknolojileri incelediğimizde kara tahta ve tebeşirden, bilgisayar ve internet dünyasına doğru fazlasıyla hızlı bir dönüşüm olduğunu görebiliriz. Özellikle son yıllarda bilgisayar ve internet teknolojileri hayatımızı o kadar çevreledi ki eğitim hizmetlerinin bu alan dışında bırakılması düşünülemezdi. Dolayısıyla bu teknolojik çeşitliliğin artması ve çeşitlenmesi eğitimcilere bu teknolojileri tanıma ve kullanma konusunda önemli roller yüklemektedir.

Şu ana kadar eğlence dünyasından, tıp alanındaki karmaşık bilimsel deneylere kadar pek çok uygulama alanı bulan sanal gerçeklik teknolojisi iş başı ve örgün olmak üzere eğitimin her alanında geleneksel öğrenme araçları karşısında önemli bir rakip olmakta ve bu bağlamda çeşitli amaçlar doğrultusunda yeni fırsatlar ortaya koymaktadır. Bu teknolojinin çeşitli firmaların ürettikleri ürünler ile evlere kadar girdiği şu günlerde eğitim alanında da sağlayacağı faydalar yadsınamayacak kadar fazladır.

Öğrenmenin kalıcı olması için birinci elden bir öğrenme deneyimi her zaman gereklidir, öğrenmelerin daha güçlü ve kalıcı olması o öğrenmeye ne kadar duyunun dahil edildiği ile doğru orantılıdır. Bu bağlamda sanal gerçeklik, eğitim için gelişmekte olan bir teknoloji olarak karşımıza çıkmaktadır.

Üzerinde durmamız gereken asıl problem; çocukların tam bir öğrenme gerçekleştirirken somut verilere daha çok ihtiyaç duyması ve günümüz koşulları ile birlikte içinde yeni teknolojilerin yer aldığı materyallere daha çok ilgi göstermesidir. Bu sebeple eğitimcilere düşen görev de sanal gerçeklik uygulamalarının aktif bir şekilde eğitim hayatına dahil edilmesi üzerine yapılan çalışmalara ağırlık verilmesidir.

Eğitimde sanal gerçeklik teknolojisinin kullanımı üzerine yapılmış olan çalışmalar dahilinde ‘sanal gerçeklik’ (bir başka deyişle artırılmış gerçeklik) kavramının tanımı ve yapılan araştırmalar genel hatlarıyla birlikte şu şekilde ele alınabilir.

Jaron Lenier tarafından 1980 yıllarında “sanal gerçeklik” kavramı ilk kez oluşturulmuş olmakla beraber Paul Milgram ve Fumio Kishino’nun 1994 yılında yaptığı artırılmış gerçeklik tanımı, “gerçek dünya nesneleri yerine dijital ortam ürünlerinin kullanıldığı gerçeklik ortamıdır” en çok kabul gören tanım olarak belirtilmektedir. Ronald Azuma’ya göre ise artırılmış gerçeklik sanal gerçekliğin bir türevi niteliğindedir. Wei Zhu , Charles B. Owen, Hairong Li ve Joo-Hyun Lee’nin yaptığı tanıma göre artırılmış gerçeklik “gerçek dünyanın etkilenmesine sebep olacak bir uygulama olmadan, kullanıcıların gerçek dünya ile etkileşim halinde olduğu, gerçek dünyadaki sanal nesnelerle etkileşime girdiği bir sanal gerçeklik uygulamasıdır.”

Bu tanımlara bir bütün olarak bakıldığında artırılmış gerçeklik, sanal nesneler kullanılarak oluşturulmuş ve duruma göre değiştirilmiş gerçek dünyalar olarak tanımlanabilir. Bu tanımlara göre artırılmış gerçeklik ortamını gerçek dünya ortamı taklit edilerek oluşturulmuş sanal dünyanın üzerine deneysel amaçlarla yerleştirilmiş sanal nesnelerden oluşan gerçek ve sanal ögelerin oluşturduğunu söyleyebiliriz. Günümüze bakıldığında artırılmış gerçeklik teknolojileri her ne kadar yaygın durumda olmasa da şimdilik giyilebilir teknolojilerin ön planda olduğu söylenebilir.

Sanal gerçeklik kavramının resmiyette kullanımı 1990'lara kadar uzanmaktadır. NASA’da yer alan bu teknoloji yaygınlaşarak daha geniş bir alana ulaşmıştır. Artırılmış gerçeklik teknolojisi sanal gerçeklik teknolojisinin ilk sürümü olarak görülebilir. Artırılmış gerçekliğin gerçek dünyaya sanal gerçekliğe göre oranla daha fazla bağlı kalması artırılmış gerçekliği sanal gerçekliğe göre daha maliyetli olmasının temel nedenlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.

Artırılmış gerçekliğin önemi eğitimde sunduğu faydalar dahilinde eğitimciler tarafından oldukça ilgi çekici bulunmuştur. Özellikle çeşitli bağlantıların zor kurulduğu gelişim dönemlerinde bu teknoloji özellikle mekanlar ve kavramlar arasında bağ kurmayı kolaylaştırmıştır.

Indian Hills Community koleji öğrencileri için geliştirilmiş olan bir simulasyon uygulaması da fermantasyon (mayalanma, bir maddenin bakteriler, mantarlar ve diğer mikroorganizmalar aracılığıyla, genellikle ısı vererek ve köpürerek kimyasal olarak çürümesi olayıdır.) işleminin sanal ortamda üç boyutlu olarak modellenmesine ve biyo-kimyasal süreçlerin nasıl gerçekleştiklerinin izlenmesine olanak sağlamaktadır. Bu şekilde öğrencilerin öğrenme performanslarının ve derse katılımlarının arttırılması sağlanmıştır.

Artırılmış gerçeklik konusunda ülkemizde de çeşitli çalışmalar yapılmaktadır. Ülkemizde eğitimcilerin sanal gerçeklik üzerine yaptıkları çalışmalar alan taraması ve eğitimde sanal gerçeklik uygulamalarının kullanımı konusunda deneysel çalışmalar olarak yer almaktadır.

H. Hakan Çetinkaya ve Muammer Akçay’ın “Eğitim Ortamlarında Artırılmış Gerçeklik Uygulamaları” adlı çalışmalarında artırılmış gerçeklik kavramının eğitimde nasıl kullanılacağına yönelik yönergeler ile birlikte bu teknolojinin kullanımına ilişkin uygulama örnekleri de ele alınmıştır. Artırılmış gerçekliğin eğitim alanında uygulamalarına bakıldığında ise ülkemizde yapılan deneysel çalışmalara Hasan KARAL ve Mustafa ABDÜSSELAM’ın yapmış oldukları “Fizik öğreniminde artırılmış gerçeklik ortamlarının öğrencilerin akademik başarısı üzerine etkisi: 11. Sınıf Manyetizma konusu örneği” çalışmaları ele alınabilir. Bu çalışma incelendiğinde deney ve kontrol gruplu olarak ele alınan bu çalışmada deney grubu artırılmış gerçeklik uygulaması meşgul olurken, kontrol grupları ise sınıf ve laboratuvar ortamlarında sadece MEB müfredatına uygun çalışmalar yürütmüştür. Çalışma sonucunda ise deney grubunun başarı düzeyinin kontrol grubuna göre artmış olduğu gözlenmiştir.

Sonuç olarak ülkemizdeki eğitim sistemine bağlı okullarda yer alan bilgisayar, fizik, kimya vb. laboratuvarların kapısına ‘çocuklar bozar’ diye kilit vurmak yerine yeni öğrenmeler kazanmaları ve bulundukları dönemden dolayı ilgilerini çeken bu ortamlara yanaşmaları için teşvik edilmeleri gerekmektedir. Bu malzemeler ve laboratuvarlar hakkında gereken oryantasyon eğitimi verildikten sonra öğreticilerin gözü kapalı şekilde öğrencilerine güvenmeleri gerekmektedir. Maddi zarar bir şekilde düzeltilir. Ancak öğrencinin yaşadığı o anlar hayatı boyunca aklından silinmeyecektir. Olumlu olsun ya da olmasın…

Facebook | Twitter | Instagram | Slack | Kodcular | Editör | Sponsor

--

--