Karanlıkta Oturalım
Nasıl Olsa Biri Ateş Yakar
Hepimiz film izlemeyi çok severiz. Birçok filmde ‘iyi’ler kötü şartlarda başlar. Zamanında biri varmış ve düzen getirmiş. Şimdi de onun soyundan biri düzen getirecek. Ne hikmetse bütün soy katledilir ve bir bebek kaçar hep. Şans eseri bu kişiye ulaşılır ve düzeni kurması istenir. Yıllarca savaşmış nice komutanlar, güçlü askerler bu kişi karşısında çaresiz kalır. Şans eseri ortaya çıkan ve yine şans eseri ‘kutsal’ soya dahil olan bu kişi ne hikmetse ‘kötü’yü finalde kolayca yener. İşte kardeşlik! İşte dostluk! İşte iyilik!
Kehanette ismi geçen kişi yoksa ne yapılırsa yapılsın başarısız olur. Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Peki ya bizim seçilmiş kişimiz kim? Bizim seçilmişimiz kurtulamadı mı? Yok canım! Seçilmiş kişi elbet başarılı olur! Peki biz neden başarısızız düzen getirme konusunda? Gerçekten oturup seçilmiş kişiyi bekliyor olabilir miyiz? Ya seçilmiş kişi bizsek…
Ne yazık ki bizler bir filmin içinde yaşamıyoruz. Bir kişi çıkıp da ben seçilmiş kişiyim deyip tek hamlede tüm dünyaya düzen getirmeyecek. Durum bu şekildeyken bizlerin oturup birinin bizi kurtarmasını beklemesi hata olacaktır. Hatta kötü dediğimiz insanlara öyle bir fırsat yaratıyoruz ki onlar bile şaşırıyordur bu duruma. Düşünsenize seçilmiş kişi oturmuş seçilmiş kişiyi bekliyor…
Tarih boyunca fikir ayrılıklarımız yüzünden yüzlerce belki binlerce kez birbirimizle savaştık. Sürekli düzenin bozukluğundan bahsedip durduk. Düzen değiştirme vaadi ile defalarca darbe, ihtilal ve savaş yaptık sonra da oturduk düzenin değişmesini bekledik. Tabii ki hiçbir şey değişmedi. Savaşma konusunda çok iyi olsak da bir düzen oluşturma konusunda aynı derecede kötüyüz maalesef. Tarih boyunca düzen hiç onarılamadı sanırım. Hadi ama seçilmiş kişi! Çıksana artık! Seçilmiş kişi neden çıkmıyor? Neden sızlanıp duruyoruz? Neden sızının kaynağını tamir etmiyoruz? Neden kavga ettiğimiz gibi düzeni onaramıyoruz? Peki ya biz gerçekten düzeni değiştirmek mi istiyoruz…
Hiç mi çıkmadı seçilmiş kişiler? Tabii ki çıktılar. Çıktılar ama seçildikleri için değil inançlı, çalışkan ve gerçekten düzeni onarmaya yola çıkmış oldukları için çıktılar. Kendi kendilerini seçtiler… Peki bu kişiler filmlerdeki gibi tüm işi kendileri mi yaptılar? Tek başlarına mı başardılar? Madem çıkıyor böyle kişiler biz neden çabalayalım ki?
Yapılan işleri tek bir kişi yapmış gibi anlatsak da o işte bütün halkın payı vardır. Seçilmişimiz yapılan işlerin birini bile tek başına yapamaz belki de. Bir inşaat yapıldığını düşünün. Mühendis, mimar, yatırımcı, ustabaşı, işçi… ne kadar da çok rol var! Bunların hangisi seçilmiş kişi? Mühendisi seçiyorum. Mühendis artık seçilmiş kişi. Bir sorun var! Projeyi kim çizecek, para nereden gelecek, temeli kim atacak ya da katı kim çıkacak. Hadi seçilmiş kişi! Yap şovunu!
Herhangi bir kişi tek başına tüm işi yapamıyor. Herhangi bir rolü attığımızda iş yine yapılamıyor. E bu insanların hepsi seçilmiş kişi! Hepimiz kendi hayatlarımızın seçilmiş kişileriyiz. Hepimizin parmak izi nasıl farklıysa nitelikleri de öyle farklı. Birimiz olmadan bir yerimiz yarım kalıyor. Sen yoksan bir kişi eksiğiz!
Hepimizin birer seçilmiş olduğunu kendimce kanıtladım. Bu kadar övgü yeter. Şimdi özelliğimizin sorumluluğunu konuşmaya geldik…
Tarih boyunca şu an olduğu gibi sürekli düzenin kötülüğünden bahsedip durduk. Sürekli yöneten kesmin ne kadar niteliksiz, gaddar, şovmen, hırsız… olduğundan bahsettik. Bazen doğru söyledik bazen yanlış. Korkmayın çoğunlukla haklıydık. Yöneten kesim her zaman hatalıydı. Bizler her zaman haklıydık. Hayır! Tam tersi! Yanlış yapan hep bizdik. Hataları gördüğümüz halde her zaman sustuk göz yumduk. Nasıl olsa biri çıkar diyerek tüm ömrümüzü gözü kapalı geçirdik. Hiç mi görmek istemedik doğruyu acaba? Daha da vahimi toprağın altındakilerden medet umup durduk. Hani zekiydik biz! Hani biz insandık! Nerede bizim o muhteşem irade becerimiz!
Yolda gidiyorsunuz. Kaza yapmak üzeresiniz. Kır direksiyonu! Hayır hayır yan koltuktaki müdahale eder. Belki de arka koltuktaki müdahale eder. Evde vedalaştığınız kişi de müdahale edebilir sanırım. Ne saçmalıyorum ben? Sürekli yaptığımız şey değil mi bu? Maalesef çok ciddi bir çoğunluğumuz direksiyonu başkası çevirmesini umarak hamle yapmıyor. Kimimiz başkasından medet umuyoruz, kimimiz yorulmak istemiyoruz, kimimiz direksiyonu tutmaya korkuyoruz ya da araba umurumuzda değil. Direksiyonu çevirmediğimizde sadece biz mi zarar görüyoruz? Niçin direksiyonu tutmaktan bu denli çekiniyoruz? Direksiyonu tutup arabayı kontrol altına almak gerçekten çok mu zor? Bir başkası direksiyonu tutarsa ne yapacağız?
Sanırım bizim arabanın direksiyonunu başkası tutuyor. Hatta ters yöne girmiş son hız gidiyoruz. Şimdi direksiyonu tuttuğu için bizi kurtarmış mı sayacağız yoksa ters yöne girdiği için bizi öldürmek istediğini mi düşüneceğiz? Sanırım ikisi de doğru. Bizim yoldan çıkmasına göz yumduğumuz arabayı yolda tuttuğu için iyi, ters yöne girdiğimiz için kötü diyeceğiz bu kişiye. E hadi ama! Ters yönde olduğumuzu bile bile niye bir şey yapmıyoruz hâlâ? Neden direksiyonu başkasının tutmasına izin veriyoruz ki? Doğrusunu biliyorsak bizim kontrol etmemiz gerekmez mi arabayı?
Bakıldığı zaman tarih boyunca yöneticilerden nefret ettiğimizi rahatça görüyoruz. Peki neden? Sevdiklerimiz çıkmadı mı hiç? Sevdiğimiz yöneticiler tabii ki çıktı. Hepimizin bildiği bir döngü var. Kötü şartlar güçlü insanlar doğurur, güçlü insanlar iyi şartlar doğurur, iyi şartlar zayıf insanlar doğurur ve zayıf insanlar da kötü şartlar doğurur. Sevilenlerin dönemine baktığımızda düzenin en bozuk olduğu zamanlar ve halkın en çok çalıştığı dönemler olduğunu rahatça görebiliriz. Şans eseri çıkmadı yani bizim seçilmişler. Kadın, erkek, genç, yaşlı demeden herkes üstüne düşeni yaptı, gerekli fedakarlıkları gösterdiler ve iyi bir düzen oluşturabildiler. Sonrasında bu insanların torunları kendilerine hiç çaba göstermedikleri değerlere gerekli önemi vermediler ve sorumluluklarını bilemediler. Araba yapıldı, yola çıkarıldı ve ilerlemeye başladı sonrasında da direksiyonu bize bıraktılar. Bizler de nasıl olsa birileri tutar diyerek direksiyonu tutmuyoruz. Hatta yattığımız yerden bizi yanlış yöne soktu dediğimiz kişilere emanet ediyoruz arabamızı…
Sokağa çıktığımızda düzenin bozukluğundan şikayet insan bulmak çok kolay. Her onumuzdan yedisi şikayetçidir. Peki durumu düzeltmek için ne yaptığımıza baktığımızda ne görüyoruz? Tweet atmak, her sohbette yöneticileri kötüleme belki küfretme, yöneticiyi destekleyen kişilerin ne kadar akılsız olduğunu kanıtlamaya çalışma gibi şeyler. Peki ya kötülediğimiz kişiler ne yapıyor? Sahiplendikleri arabaya daha da sahip olmak için kah iyi kah kötü birtakım işler yapıyorlar. Bakıldığı zaman konuşan kişi mi sürecek arabayı yoksa gaza basan mı? Laf ile peynir gemisi yürümüyor ne yazık ki…
“Ne yapalım canım izin verilmiyor ki!” “Sesimizi çıkaramıyoruz.” “Biz mi değiştireceğiz düzeni?” “Çok sesini çıkarma işinden olursun” “Bize mi kaldı düzen değiştirmek?” gibi bir sürü cümleyi duymuşuzdur hepimiz. Rahat olarak gördüğümüz şeylere o kadar bağımlıyız ki onları kaybetmeyi özgürlüğümüz pahasına vazgeçmiyoruz. Evet. Doğruları yapmaya başladığımızda rahat olarak gördüğümüz şeyleri kaybedeceğiz, çok çalışacağız, yorulacağız belki de hayatımızı bu işe adayacağız. Kahvede, sokakta ya da evde sürekli doğru işleri saymıyor muyuz zaten. Onları yaparken elimizden giden şeyler bizi doğrulardan uzaklaştıran şeyler olmuyor mu o zaman? Bize rahat olarak verilen şey doğrudan uzak olmuyor mu? Kendi uykumuzu beş dakika artırmak için gelecek nesillerin uykusundan bir saat çalmak ne kadar doğru peki? Nereye kadar deve kuşu gibi yaşayacağız? Ne zaman doğruluk, erdem ve iyilik, zevk ve rahattan önemli olacak? Biz muhteşem insanlara yakışıyor mu bu durum?
Büyüklerimizin özgürlük, egemenlik ve haklar için nasıl savaştığını gururla okuyoruz ya da anlatıyoruz. Aynı şekilde eskiden köle olan, dışlanan ve kötü şartlarda yaşayan insanları ses çıkarmadıkları için eleştirebiliyoruz. Hatta bazen başka bir yerdeki yanlışlığa halkın neden ses çıkarmadığına anlam veremiyoruz. Biraz abartıyorum sanırım. O kadar kötü şartlarda yaşamıyoruz. Ses çıkarmamızı gerektirecek kadar büyük bir şey olmuyor sanırım. Peki neden her yerde düzenin kötülüğünden bahsediyoruz? Olan sorunları saymayı denesek yarısını bile sayamayız galiba.
İyilik, dostluk, kardeşlik, akıl ve mantık kavramlarına sahip olan insanların düzeni değilmiş bu düzen. Barınamazlarmış bu dünyada. Hadi oradan! Bugüne kadar savaştık da elimize ne geçti? Sadece yıkım, kavga, kin ve düşmanlık. Bu düzenin değişme vakti çoktan gelmiştir. Seçilmiş kişiyi bekliyoruz sadece. Eskide kalmış savaşların düşmanlığını devam ettiren, insanlar arasında bitmek bilmez kin tutan bu düzeni değiştirmek bizim elimizde. Bu uğurda para, rahatlık, ev, yat, kat kaybedebiliriz ama insanlığımızı kazanırız. Zekasını kullanan tek canlı olma özelliğimizi geri kazanırız. Belki bizler başaramayız ama bizden sonrakiler bu mücadeleyi devam ettirip elbet kazanacaklardır. İşte o zaman hümanistlerin dünyası değil burası diyenlere dönüp “Savaşanların dünyası değil burası!” deriz. İşte o zaman gerçekten işleyen ve iyi bir düzen kurabiliriz. Peki mümkün mü bu? Yoksa sadece bir ütopya mı? Nasıl başaracağız bunu?
Öncelikle, bu söylediklerim kesinlikle ütopik hayaller değil. Bizler insanız. O akıllı, iradeli, mantıklı ve iyi varlık! Ne kadar tam tersi gösterilmeye çalışılsa da iyilik, doğruluk bulaşıcı birer hastalıktır. Bizler de hastalıklara karşı zayıfız gördüğümüz üzere. Bunların herkese bulaşmasını kimse engelleyemeyecek! Bizlere düşen bunları olabildiğince çok insana bulaştırmak. Bir kibrit tek başına birkaç kibrit yakabilir fakat ateşi bütün kibritlere ulaşıp da hepsini yakabilir. Çakın kibritinizi yakın diğerlerini! Dikkat edilmesi gereken ve kesinlikle uygulanması gereken bir şey var. Kesinlikle silah zoruyla değiştirilmeye çalışılmamalı düzen. Silah zoruyla olan işlerin akıbetini hepimiz biliyoruz. Hem zaten bizler de savaşların bitmesini istemiyor muyuz? Gelecek dünyasında tarih öncesinden kalma şekilde birbirimize silah mı tutacağız? Yok canım olur mu öyle şey? Akıllıyız biz…
Kısaca toparlarsak; bizi kurtaracak herhangi bir seçilmiş kişi yok. Hepimiz özeliz ve hepimiz seçilmiş kişileriz. Oturup da başkasından medet ummak artık yok! Atatürk’ün dediği gibi “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” hepimizin kanı oldukça kudretli olduğuna göre gereken güç hepimizde bulunmakta. Sürücü koltuğuna geçip ters yönde giden arabamızı doğru yöne sokmak bizim görevimiz. Evimiz yanarken nasıl sessiz kalamayacaksak düzenimiz yanarken de sessiz kalamayız. Doğrusunu bildiğimizi iddia ediyorsak ve yöneticiler yanlış yoldaysa dümeni almak bize farzdır. Fakat bizim oluşturacağımız düzen bir başka olmak zorunda. Alıştığımız, işlemez, hatalı ve sakat düzenler gibi kavgayla, dövüşle, savaşla ve yıkımla değil akılla, mantıkla, erdemle ve bilimle gelmelidir. Başarıya bizler ulaşamayacak olabiliriz fakat bu yolun sonunda bizim torunlarımızın doğru bir hayat süreceğini unutmamamız gerekir. Gerekli fedakarlık, çalışma ve azim maddi olarak bizi yıpratsa da manevi olarak bizi zengin yapacaktır. Kumdan kale yapmak zordur ama yıkmak için bir kova su gerekir. Biz o kaleyi yapacağız ve yıkılmasına asla müsade etmeyeceğiz. Canlar ve kanlar tüketilerek kurulan tarih öncesinden kalma vampir düzenlerin yerine akıl ve mantık kullanarak bilim ışığında kurulan çağdaş düzenler gelecektir. Bir kıvılcım çakın ve ütopik olarak görülen ateşin sıcağının keyfine bakın!
Seçilmiş kişiyi beklemeyip, iyiliği ve erdemi kaybetmeden çürümüş düzenleri bilimle, akılla ve mantıkla kaldırdığımız günler görmek dileğiyle…