Sen Hiç İyilik Kazandın Mı?

Zeynep Bozkurt
Türkçe Yayın
Published in
4 min readMar 21, 2019

Sınıfın içinde hafif mayhoş bir karanlık vardı. Öğretmen masasından kalkıp, tahta da yazanları, defterine geçiren öğrencilerin arasında dolaşmaya başladı. Elleri bazılarının omzuna dokundu, bazılarının ise saçlarını okşadı parmakları. Sınıf sessiz. Tek ses sobanın çıtırtısı, dışarıda ise yağmur…Camın önünde dikildi öğretmen. İçinden bu kış sert geçicek diye düşündü. Odun yeter mi, kömür yeter mi diye düşündü. “Bir öğretmen düşünün işte, tek derdi ders anlatmak değil, odunu kömürü dahi düşünen, damlayan çatıyı tamir eden, elleri tebeşir kokan”. Ama her camdan baktığında dışarıda daha fazla çocuk hayal eden…

Öğretmen o camın kenarında daha da içini gömüldü. Sanki zaman durdu o anda, çok geçmişe gitti. Kendini kara önlüğüyle, misket oynarken buldu. Botunun yırtık yerinden ıslanan ayak parmaklarını, bir o zaman hissetmiyordu. Misket oynamak, misket yarışlarına katılmak onun en büyük tutkusuydu. Tek hayali bir sürü parlak misketlerinin olmasıydı. Misket alamazdı. Annesi “Miskete para mı verilirmiş der”para vermezdi. O da annesini haklı bulurdu. Zor güç buldukları ekmek parasını miskete veremezdi. Mahallede arkadaşlarıyla misket oynardı. Birbirlerinden misket üterlerdi. Oyunlardan az çok misket biriktirmişti. Ama daha fazlasını, daha güzellerini, böyle dışı cam gibi parlak, içi rengarenk misketler istiyordu. Bu misketler sadece birinde vardı. Köyün ağasının şımarık çocuğunda. Her gün sınıfa misketlerini getirirdi ama kimseyle oynamazdı. Küçük öğretmen, imrenek bakardı onun misketlerine. Ona göre şımarık çocuk misket felan oynamasını bilmiyordu, misketlerini sadece hava atmak için getiriyordu. O yüzden o misketleri kendinin hakettiğini düşünüyordu. Bir gün şımarık çocuğa”Sen oynamasını felan bilmiyorsun kendine güveniyorsan benimle oynarsın”dedi. Şımarık çocuk afalladı, kendine yediremedi, kabul etti. Herşeye karar verildi. Kazanan bütün misketleri alacaktı. Sonunda kendi misketlerinden de olmak vardı ama olsun, o kafasına koymuştu bir kere, alacaktı o misketleri. Yarın okul çıkışında, göl kenarında büyük oyun vardı. Küçük öğretmen heyecandan bütün gece uyuyamadı.

Okul çıkışında göl kenarına gittiler. Bir, iki, üç derken bizim küçük öğretmen bütün misketleri topladı. Arkadaşları sevinç çığlıkları atıp üstüne atladılar. Şımarık çocuk bunu kendine yediremedi. Kendi misketleri de dahil bütün misketleri göle fırlattı. Herkes o anda dona kaldı. Küçük öğretmen, şımarık çocuğun üstüne atladı, “onlar benim herşeyim”diye feragat figan içinde ağladı. “Beş parasız, zorluklarla elde ettiğiniz bir şeyi biranda ellerinizden kaydığını görmek size de bu kadar acı verir miydi. ”Küçük öğretmenin de içinde tarifi olmayan bir acı işte. Çamurda yuvarlana yuvarlana tepiştiler. Küçük öğretmen üstüne üstelik bir de dayak yemiş oldu. Herkes dağıldı. Hava çoktan kararmıştı. Yağmur sanki onun acısına daha da şiddetli yağıyordu. Adeta onunla birlikte hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Neyi düşüneceğini şaşırdı. Annesi “kıyafetlerinin halini görünce” babası “eve hava kararınca geldi” kızar mı diye düşündü. Daha da acısı karanlık göle bakıp bakıp misketlerini düşündü. Hayali suya düşmüştü ve kaybolmuştu. Daha fazlasının ve güzellerinin peşine düşeyim derken, elindekinden de olmuştu. Kazanmıştı o haketmişti. Daha da öfkelendi, olanları düşünüp düşünüp bağırdı. Sonra bir sakinleşti tekrar düşündü. Evet o kazanmıştı ama şımarık çocuk ömür boyu kaybetmişti. İyiliği kaybetmişti. Annesi ona hep “İyi ol derdi, iyiliğini kaybeden ömür boyu kaybeder”derdi. Acıdı şımarık çocuğa, kazandığını sandığı zaferlerin de aslında hep kaybedecekti. Çünkü iyiliğini kaybetmişti. Onun hiçbirşeyi kendi emeğiyle başaramayacağını düşündü, hiç hayal kuramadığım düşündü. “Ne yazık yazık hayal kurmayan çocuk mu olur”dedi.

Ayaklarına sızan su parmaklarını dondurdu. Tenine değen ıslak kıyafetlerini hissetti. Üşümeye başladı, titredi. Kendine geldi. Orada ne zamandır öylece duruyordu bilemedi. Acısı ona hiçbirşey hissettirmemişti. Yavaş yavaş eve koyuldu. Evde birde azar işitti.

O gün onun için kara gün oldu. Misketleri karardı, göl karardı, bütün hayalleri karardı. Artık misket oynama hayalleri yoktu, o hayali gölde boğuldu. O gün o defter kapandı. Tek yaptığı yazları tarlada çalışmak, okul zamanı derslerini çalışmak ve bir de okumayı söktükçe yazmak. Yazmayı sığındığı tek liman gördü. Artık tek gayesi öğretmen olmak oldu. Okuyup öğrencilerine “iyiliği kazanmayı”öğretecekti. Azmetti okudu, büyük öğretmen oldu. Artık acı felan yoktu içinde. Bir sürü kitap okumuştu. O acıyı yaşamanın bile bir sebep olduğunu öğrendi, onun buraralara gelmesine sebep olmuştu. O hayallerini kendisi izin vermediği sürece kaybedemeyeceğini keşfetti. Hayatından biranda kayıp gidenler için üzülmek yoktu. Çünkü bir gün herkes gidecekti, görevini yerine getirip gidecekti. Tıp kı kendisi gibi…

Görevinin ilk günü kendine söz verdi. Kendi ışığıyla aydınlatacaktı öğrencilerini. İyiliği kazanmayı öğretecekti.

“Her çocuk matematiği anlamayabilirdi, bir pastanın dörde bölündüğünde 1/4 nün 3/4 nün ne olduğunu anlamayabilirdi, ama bir pastayı herkesle paylaşması gerektiğini anlatırsa, anlayabilirdi. Her çocuk türkçeyi anlamayabilirdi, zamirleri sıfatları, fiilleri anlamayabilirdi, ama kitap okumanın bütün kapıları açacağını anlatırsa, anlayabilirdi. Her çocuk sosyal bilgileri anlamayabilirdi, hava olaylarını, coğrafi şekilleri anlamayabilirdi, ama onlara dünyanın her coğrafyasından insanların eşit olduğunu dil, din, ırk ayrımı yapmadan barış içinde yaşamayı öğretirse, anlayabilirdi. İşte böyle iyilik bütün evrene yayılırdı. Dünya o zaman yaşanılan en güzel yer olurdu. Kibrin, kötülüğün, mevki sevdasının ve savaşın asla olmadığı bir cennete dönüştürdü. Gelecek hep aydınlık olurdu.

Öğretmenlik görevi boyuncada hep bunu yaptı. Onun bir kara günü olmuş olabilirdi. Ama o gün ışığını bulmuştu aslında. Öğretmen olduktan sonra hergün daha aydınlıktı onun için. Gelecek daha da aydınlık…

Gözlerinden akan yaşları gören öğrencileri, hemen koşarak öğretmenlerine sarılmaya gittiler. Öğretmen o anda kendine geldi. Ne kadar uzun süredir daldığını, gözlerinin dahi ıslandığını farkedemediğinden anladı. Öğretmenliğin ilk gününde de, şu dakikada da onu kendisine getiren öğrencilerine sımsıkı sarıldı. Çünkü öğretmenleri onlara sımsıkı sarılmayı öğretti. Sevginin gücünü hissettiler. Yağmurun ve sobanın sesi o ana bir melodi çaldı. Gülen yüzler o anın fotoğrafını çekti. Bir siyah beyaz fotoğraf anısı geleceğe gitti. Aydınlık bir geleceğe…

Facebook | Twitter | Instagram | Slack | Kodcular | Editör | Sponsor

--

--