Deneme

Seven Sıkılmaz mı?

Yeni fark ediyorum ki “neyi seviyorsan onu yaparsan hiç sıkılmazsın” gibi bir inancım varmış içimde. Öyle mi gerçekten?

Burcu Karael
Türkçe Yayın

--

Photo by Sinitta Leunen on Unsplash

Dün tüm günümü evde yalnız geçirdim. İş için gelen kısa bir telefon ve kapıdan anahtar almaya gelen arkadaşım (selam Naim) hariç biriyle görüşmedim. Temizlik yaptım, bir şeyler okudum, izledim, dinledim. Çok dinlendirici bir gün oldu. “İşte ben bunu seviyorum” diyesim geliyor, ama öyle değil. Çünkü bunu sevdiğimi ve hiç sıkılmadan yapabileceğimi düşündüğümde ve hayatımı buna göre ayarladığım anda arka arkaya hep evde geçirdiğim günler referans noktasını kaybetti ve kendimi bir şey yapmaya ikna edemez oldum. Yarın dükkanda olacağım mesela, heyecanlıyım bunun için. Ama üç gün ard arda dükkanda olunca insanlarla diyalogdan kaçamamak, olan programa adapte olmak ve hiçbir şeyi, tuvalete gitmeyi veya yemek yemeyi bile, istediğin değil bulduğun zamanda yapmak zorundasın.

Yeni fark ediyorum ki “neyi seviyorsan onu yaparsan hiç sıkılmazsın” gibi bir inancım varmış içimde.Belki de öğrenilmişlik, emin değilim. Ya içe dönüksündür ya da sosyal vedışa dönük birisindir gibi. Ben de hep ne olduğumu bulup orada durmayı aradım öyle olunca, kimsem neyi seviyorsam orada doğru yerde durayım dedim, duramadıkça da vaz geçip başka şeye sarıldım, başka yere gittim. Bariz görünüyor belki dışardan bakınca ama dengeyi, insanın iki zıt şeyi de sevip keyif alabileceğini ama sıkıladabileceğini yeni ve biraz da geç kavrıyorum; ilgilerin, ihtiyaçların statik değil dinamik olduğunu da. Olsun. Hiç kavrayamamaktan iyidir. Önceleri sevdiğim bir şeyden sıkılınca sahtekar gibi hissederdim. O kadar seviyorsam gerçekten sıkılmam di mi? Demek ki gerçekten sevmiyorum. Ama herkes sevdiğimi sanıyor. Herkesi kandırdım, hem de istemeden, berbat bir sahtekarım. Oysa ki insan sevdiği şeyden de sıkılır, ona ara verebilir. Bu kadar basit bir düşünce kenarından bile geçmiyordu zihnimin işte, kızıyordum sadece kendime:

“Bunu da gerçekten sevmiyorsun işte, ben içe dönüğüm tek başıma vakit geçirmeyi severim dedin ama, bak sıkıldın insanlarla görüşmek istiyorsun. Rol yapıyorsun sadece. Ne istediğini bilmiyorsun hala. Sahtekar seni!”

Kestik! İç ses, daha doğrusu his böyle bir yerde. Hayır bunları kelimeleri dökerek söylese komik oluyor zaten hadi oradan diyebilirsin ama arkandan gelip seni bu sahtekarlık hissinin içine fırlatıyor sadece. Karşı gelebileceğin bir şey de yok, içine düştüğün sınırı belirsiz bir his.

Belirli hale getirmek işe yarıyor öncelikle. Yazmak beni buna alıştırdı. Bazen (yalnızsam tabi) kendi kendime konuşmaya başlıyorum. Emin olun kafamın içindeki gürültüden çok daha iyi. Duyuyorum sesimi öncelikle. Soruyorum sonra: “Ne oldu, niye üzgün veya kötü hissediyorsun, hissin adını koyalım, hadi sonra da sebeplerine bakalım ve düşünelim ne yapabiliriz.” Sebepler gün yüzüne daha çıkarken buharlaşıyorlar çoklukla. Ama bazı bulduğum şeyler ise topraktan çıkan bir kristal gibi. Binbir baskı ile oluşumundan beri ve ilk defa bir göz tarafından görülüyor. Gözümün önüne koyuyorum ve anlamaya çalışıyorum. “Gerçekten seviyorsan sıkılmazsın” da bu günyüzüne çıkarma işlemleri sırasında derinlerde bulduğum bir inanç. Henüz çıkartamadım tamamen topraktan ama arada ayağım takılınca onun yüzünden takılıp tökezlediğimi biliyorum. Ve bazen üzerinden atlıyorum. Şimdilik yeterli.

--

--