Cinayetin Tanıkları, Sosyal Medya Girişimcileri ve Bip

Hubeyb Karaca
Türkçe Yayın
Published in
5 min readJan 14, 2020

Neredeyse her gün haber kanallarında sokak ortasında, insanların gözleri önünde cinayet işlendiğini ve kimsenin yardım etmek için kılını kıpırdatmadığını görüyoruz. Google’a “Kimse yardım etmedi” yazarsanız çıkan haber sayısının çokluğu başınızı döndürebilir ve ne yazık ki tüm dünyada durum aynı.

İnsanlar sadece umursamaz oldukları için mi kurbana yardım etmiyor? Peki, sosyal uygulamaların yerli versiyonları neden kullanılmıyor? Ne alakası mı var? Öyleyse size bir ipucu vereyim: Başkaları hakkındaki varsayım ve ön kabullerimiz.

Kitty Genovese Cinayeti ve Seyirci Kalma Sorunu

1964 yılında New York’un Queens ilçesinde Kitty Genovese adında genç bir kadın saldırıya uğrar. Yarım saat içinde genç kadına 3 kez saldıran saldırgan, Genovese’in peşine düşer ve pencerelerinden olayı izleyen 38 komşusunun gözleri önünde onu bıçaklayarak öldürür.

Olayı izleyen 38 komşudan hiçbiri ise polisi aramaz. Bu olay haftalarca New York’ta konuşulur. İnsanlar, olayı izleyen komşuların vurdumduymazlığına inanamaz, gazeteler kent yaşamının soğukluğu hakkında onlarca makale yayınlar. Bu yaşananlar sebebiyle Bibb Latane ve John Darley adında iki psikolog, bir dizi araştırma sonucu “Seyirci Kalma Sorunu” adını verdikleri bu olayı incelemeye karar verir. Bulguları ise çok şaşırtıcıdır; olaya tanık olanların sayısı arttıkça yardım etme oranı bir o kadar düşmektedir.

Örneğin deneylerden birinde Latane ve Darley, bir öğrenciden bulunduğu odada epilepsi krizi geçiriyormuş gibi yapmasını ister. Bitişikteki odada sesleri duyan sadece bir kişi olduğunda o kişinin yardıma koşma olasılığı yüzde 85 olarak saptanır.

Başka bir deneyde ise bir kapının altından duman sızdığını gören insanların yalnız olduklarında olayı yetkililere bildirme oranları yüzde 75 olarak saptanırken, grup halinde gördüklerinde ise bu oran yüzde 38’e düşer.

Latene ve Darley gibi sosyal psikologlara göre, Kitty Genovese olayından çıkarılacak ders otuz sekiz insanın onun çığlıklarını duymasına karşın hiç kimsenin polise telefon etmemesi değil, otuz sekiz insan onun çığlıklarını duyduğu için hiç kimsenin polise telefon etmemesidir.

Bu davranışın altında yatan sebep, başkaları hakkında vardığımız ön kabullerdir. “Burada bu kadar insan var, illaki birisi polisi aramıştır ya da bir tanesi çıkıp yardım eder” şeklindeki varsayımlarımız zamanla bizde bir ön kabule dönüşüyor ve eyleme geçmemizi engelliyor. Yukarıdaki tanıklar umursamaz ya da kötü oldukları için değil, zaten yardım edileceğini düşündükleri için harekete geçmediler.

Şimdi yine dünyayı ilgilendiren bambaşka bir konuya geçelim:

Ortak Malların Trajedisi

Ortak Malların Trajedisi kavramı, insanların belli bir sahibi olmayan ve kullanımı için belli bir bedel ödemedikleri malları kullanırken, bu malları toplumun iyiliğini düşünmeksizin, aşırı ve yanlış tüketmeleri olayıdır.

Bu kavram ilk olarak, 1968 yılında Garret Hardin tarafından yayımlanan bir makalenin başlığı olarak kullanılmıştır. Bu makaleye göre, insanların ortak kullanımına açık mallar, bir sahipleri bulunmadığından bedavacılık sorunu yaşarlar.

Özellikle küresel ısınma ve iklim değişikliği bağlamında ortaya çıkan kuraklaşma, yanlış avlanma sonucu bitki ve hayvan türlerinin yok olması ya da su kaynaklarının tükenmesi gibi ekolojik problemlerin temelinde bu kavram yatar.

Aslında bu kavram, genel bir davranış biçimi olarak daha geniş anlamda sürekli karşımıza çıkar. Lise okuyan her genç “bütün sınıf topluca okuldan kaçarsak yok yazılmıyormuşuz” çağrısına muhatap olmuştur. Peki, kaç sınıf bunu başarabildi? “Ya aramızdan bir kişi bile bizi satıp geri dönerse? Boşu boşuna yok yazılırız.” İşte bu hayali bir kişinin çıkma ihtimali birçok sınıfı durdurmuştur.

“Ben su kullanımıma dikkat etsem de birçok kişi nasıl olsa etmeyecek ve sonuç değişmeyecek. Kendi kendimi kısıtladığımla kalacağım.”

“Ortak malların trajedisi”nde asıl sebep başkalarına duyduğumuz güvensizliğin ötesindedir. Burada da neredeyse bir ön kabule dönmüş güçlü bir varsayım vardır.

Şimdi bu anlattığım iki davranış biçimini heybemize alarak bu durumun yerli sosyal uygulamalarımızla ne alakası olduğunu “Turkcell Bip” örneğiyle anlamaya çalışalım.

Turkcell Bip

Anlık mesajlaşma uygulaması olan Bip’in WhatsApp’tan hiçbir eksiği yok hatta grup görüşmeleri, oyunlar, ödeme sistemi gibi de birçok artısı var. (Bu iki uygulamayı marka ve ürün açısından karşılaştırırsak birçok neden ortaya çıkar ancak şu an konumuz gereği değinmiyorum.) Arkasında da teknoloji ve pazarlama açısından elini oldukça kolaylaştıracak büyük bir şirket var. Bunun yanı sıra geçtiğimiz sene bir markanın başına gelebilecek neredeyse en güzel şey geldi: Toplum, yerli ve milli üretim nedeniyle topluca Bip’e geçme kampanyası başlattı. Ama bu saydıklarımın hiçbirisi bölgesel olarak bile Bip’i WhatsApp karşısında avantajlı duruma geçiremedi.

Peki, neden Bip’e geçme kampanyası bile işe yaramadı? Sokak ortasında işlenen cinayeti neden polise haber vermiyorsak Bip’i de o yüzden indirmiyoruz. Su kaynaklarının tükendiğini bildiğimiz halde neden su kullanımımıza özen göstermiyorsak Bip’i de aynı nedenden dolayı kullanmıyoruz. Burada da aynı davranış biçimi karşımıza çıkıyor: Ön kabule varan varsayımlarımız.

WhatsApp’ı tanıdığımız herkes kullanıyor oysa Bip’in kullanım oranı çok düşük ve istediğimiz herkese buradan ulaşamayabiliriz. Üstelik yerli ve milli ürünler kampanyasıyla biz indirsek bile tanıdıklarımızın çoğunun indirmeyeceğini varsayıyoruz. “Nasıl olsa herkes indirmeyeceği için bir şey değişmeyecek ön kabulüyle yerli üretim kampanyasına destek veren yüz binlerce kişi belki Bip’e bu şansı hiç vermedi bile.”

Peki, yerli sosyal uygulamalar geliştiren girişimciler bu davranış biçimini nasıl kırabilir? Bir uygulamanın sadece yerlisini yapmanın hiçbir şekilde bize avantaj sağlamayacağını zaten biliyoruz ama burada atlanmaması gereken bir önemli nokta daha var: Daha iyisini yapma yanılgısı.

Bir uygulamanın daha iyisini yapmamız normal şartlar altında bizi asla ilk rakibin önüne geçiremez. Bip, WhatsApp’tan farklı olarak istediği kadar özellik (oyun, ödeme sistemi vb.) eklesin hala vaadi bir “anlık mesajlaşma uygulaması” olmasıdır. Anlık mesajlaşma uygulaması denildiğinde de ilk akla gelen her zaman WhatsApp olacaktır. (Metcalfe Yasası ve daha birçok faktör ilk olanın yanındadır.) Yapılması gereken yegâne şey, oyunun kuralını değiştirmek ve kendine yeni bir kategori açmaktır.

Facebook vs Instagram

Konuyu uzatmadan yeni kategori açmaya çok kısa bir örnek vereyim: Facebook’ta istediğiniz paylaşımı (fotoğraf, video, yazı) yapabilir, arkadaşlarınıza ulaşabilir ve özel olarak onlarla konuşabilirsiniz. Facebook bir sosyal paylaşım uygulamasıdır. Instagram’da da video ve fotoğraf paylaşımı yapabilirsiniz, arkadaşlarınıza ulaşır onlarla özel olarak konuşabilirsiniz ancak Instagram aynı sektörde kendine yeni bir kategori açmıştır; Instagram bir fotoğraf paylaşma uygulamasıdır. Önemli olan kendine yeni bir iddia, kategori ve alan açmaktır.

“İlk olmak, daha iyi olmaktan daha iyidir.” Al Ries

Kendinize iyi bakın, yeni yazılarımızda görüşmek üzere.

--

--