Son kale; Misafir Odası

Emre Fidan
Türkçe Yayın
Published in
3 min readAug 6, 2024

Bir süredir Doğu toplumlarının modernleşme/Batılılaşma süreçleri üzerine okuyor ve düşünüyorum. Tarihte bu denli derin ve çok yönlü kırılmaların olduğu dönemler oldukça nadirdir. Tam da bu sebeple bu süreçler kendi içlerinde muazzam bir zenginlik taşırlar. Tek başına bu bile yeterli bir ilgi sebebi olsa da benim için en az bunun kadar önemli başka bir sebep de şu; ülkemizde bugün dahi hemen hemen her alanda etkisini hissettiren sosyo-kültürel kamplaşmanın zeminini modernleşme meselesi ve buna yönelik tepkiler oluşturuyor.

Hali hazırda okuduğum kitap Fatma Müge Göçek’in “Doğu’nun Batı ile Karşılaşması” isimli eseri. Osmanlı imparatorluğu 18. yüzyılın başında aldığı askeri yenilgiler sonucu Batı dünyasına karşı olan gururlu tavrını bir kenara bırakmış ve Batı ülkelerindeki gelişmeleri daha yakından izlemek için Fransa’ya bir elçi gönderme kararı almıştır.¹ İşte kitap Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin bu elçilik görevi sırasındaki aldığı notlar, gönderdiği mektuplar ve iki tarafın çeşitli kaynaklarından edinilen bilgiler ile bunların yorumlanmasından oluşuyor.

Kitabın en çok ilgimi çeken bölümlerinden biri “Adab-ı Muaşeret” başlığı altında, yemek ritüelleri özelinde bu iki medeniyetin mekan kullanımına dair farklılıkların aktarıldığı bölüm oldu. “Temel Osmanlı-Fransız farklılığı özel ve kamusal hayatın sınırlarının çizilmesinde ortaya çıktı. Yaşam alışkanlıklarını ortaya dökme âdeti Osmanlılar için tamamen yeniydi. Osmanlılar kamusal ve özel alanları mekânsal olarak farklılaştırmıştı; yaşam biriminin sınırları özel sınırları.”²

İki medeniyetin özel ve kamusal hayata dair çizdiği sınırlar ve bunun mekan kullanımına etkisi beni, bizim neslin çocukluk yıllarının unutulmaz fenomeni ‘misafir odası’na götürdü. “Haberli gelen, ev sahibinin önemsediği kişiler, evlerin yasak bölgesi olan misafir odasına alınırdı. Bunlar apartman düzenine geçilmeden önce evin oturma odasından küçük, diğer odalarından büyük olan, en iyi döşenmiş odaydı. Misafir gelmedikçe kapısı açılmaz, kışın sobası yakılmazdı. Evin diğer odalarının mefruşat anlayışında divan başı çekse bile, misafir odalarında koltuk takımı bulunur, ev halkının en değerli eşyaları bu odada dururdu. Temizliğine çok önem verilirdi. Kimse girmemiş bile olsaydın diğer bölümlerinden daha fazla sıklıkta temizlenir, her gün tozları alınır, en iyi perdeler bu odaya takılırdı. Ailenin şeref duyduğu aile büyüklerinin resimleri, gonglu duvar saatleri, yedi adet cam fil biblosu, değer verilen yakınların getirdikleri hediyeler hep bu odanın eşyalarıydılar. En iyi halılar bu odaya serilir, kollarına dantel örtüler örtülmüş koltukların ortasında büyükçe bir sehpa bulunurdu. Sehpanın ortasında birbirinin eşi iki kül tablası, ortada bir sigara kutusu ve masa çakmağı dururdu.” ³

Hayatımın ilk on senesinde şahit olduğum misafir odası, doğal olarak Ayfer Tunç’un anlattığıyla bire bir örtüşmüyordu. Ne de olsa 70’lerden 90’lara birçok şey değişmişti. Fakat bu odaya ilham veren kaygı ve odanın yüklendiği sorumluluk aynıydı; mahrem alan ile namahrem arasında kesin bir sınır çizmek. Özel yani mahrem alanın aynı ev içinde dahi olsa mekânsal olarak ayrılması ve çok yakın olunan misafirler dışında buradaki yaşamın gözler önüne serilmemesi gerekiyordu. Mahremiyet Doğu toplumları için önemliydi. Fakat misafir de asla geri çevrilemezdi. İşte burada evin özel alanlarından bağımsız ve çoğu zaman evin çocuğunu mutsuz eden kurallarla yüklü, her daim hazır ve nazır misafir odası imdada yetiştirdi.⁴

Misafir odasından bana kalan son eşya bu tip bir kül tablasıydı.

Benim kişisel yaşantımda 1999 yılında misafir odası ile yollarımız ayrılmıştı. Çünkü SGK emeklisi anne ve babanın geleceğe dair ekonomik kaygılar nedeniyle bir odadan feragat edip daha küçük bir eve çıkması gerekmişti. Elbette feda edilen oda misafir odası olmuştu. Sanırım yine benimkine yakın bir dönemde ve yine sanırım benzer sebeplerle ülke genelinde de misafir odalarıyla vedalaşıldı. Artık kapitalizm eskisi kadar geniş evlerde oturmamızı istemiyordu, hele ki toplasan yılın bir iki ayı anca kullanılan âtıl bir mekan, amentüsü verimlilik(!) olan bir sistem için asla kabul edilemezdi. Tabi bu durum o yıllarda benim için çok da önemsenecek bir şey değildi. Oysa bugün anlıyorum ki, küçülen evlerimizde gözden çıkarılan bu mekan yalnızca bir oda olmaktan başka anlamlara da sahipti; bu oda aynı zamanda, mahremiyet ve ağırbaşlılığın geçer akçe olduğu bir medeniyetin, aleniyet ve şatafatın hücumlarına karşı direnen son kalesiydi.

¹ Elçinin gönderileceği ülkenin özellikle Fransa olarak seçilmesi ilerleyen yıllarda Osmanlı dış ilişkilerinin temel yönelimi olacak olan ‘denge politikasının’ ilk işaretidir.

² Doğu ile Batı’nın Karşılaşması, Fatma Müge Göçek, Fol Kitap, 2024, s.68

³ Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek, Ayfer Tunç, YKY, s.315

⁴ Benim köy yaşamından deneyimlediğim kadarıyla köy evinde bu işlevde kullanılan mekan avlu idi.

--

--