Sorgu Odası

Derya Gurer
Türkçe Yayın
Published in
3 min readNov 23, 2020
Photo by Tim Hüfner on Unsplash

“Anlat!” derken, en üst perdeden bir sesin böğrünün derinliklerinde yankılandığını gördüm.

Karanlık, izbe bu odada, bana doğru çevrilmiş kuvvetli ışıkla göz bebeklerim acıdı. Ne anlatacağımı bilemedim. Aslında, beş duyu ile algılanabilecek çok kurgu vardı, ama nasıl başlayacağımı bulamadım. Mesela tek bir bavula sığdırdığım hayatımla o uçağa niye bindiğimi anlatabilirdim veya aslında bir bavula zor sığdırdığım hayatımın dünyalara sığmayan boşluğunu. Yahut elimi uzatamadığım her can için kahrolan yüreğimden gem vurabilirdim. Bir gün bir ekranda tanık olduğum küçücük bir gözdeki korku için destanlar yazabilirdim.

Ben düşüncelerim ile hesaplaşırken yine sordu, “Anlat,” dedi “Ne duydun?”

Nereden başlayayım diye sormak geçti bir an içimden, sorabilseydim. Ama suskunluğumu suçluluğum sandı.

Duyamadım, gördüm, duymamam gereken ne varsa hepsini bir bir gördüm. Tanrının duymamı istemediği her şeyi görmeyi öğrendim zamanla.

Yakılmış kitapları, kana bulanmış parkaları, boyunlara geçirilen kementleri okuyarak başladı yolculuğum. Patlayan bombaların sekiz yaşındaki bir kızın kulağında bıraktığı uğultuyu gördüm. Kimsesizlik ve çaresizlik hissini öğrendim. Küçücük bir bedeni sahile savuran dalgaların sesini gördüm. Yavrusunu bayrağa yatırmış annelerin feryat çığlıklarını gördüm. “Sesimi duyan var mı?” sorusuna, betonlar altından gelen sessizliği gördüm. Yemek bulamadığı için bir kartala yem olan çocukların çırpınışlarını gördüm. Ekmek almak için evden çıkan bir çocuğun kafasına gaz fişeği işaret ederken çıkardığı sesi gördüm. Kömür ile kaplanan bedenlerin çırpınışlarını gördüm. Sadece cinsiyetinden dolayı dövülen, işkence gören, öldürülen kadınların kimseye duyuramadığı çığlıklarını gördüm. Bir otelde, bir yurt binasında cayır cayır yanan bedenlerin çıtırtısını gördüm. Sevdikleri iş makineleri altında kalan ailelerin hukuk karşısındaki çaresiz isyanlarını gördüm. Renginden, dininden, cinsiyetinden dolayı akan kanların şırıltısını gördüm. Kara vebayı kaçıran yaşım covid’i es geçmedi. İntihar eden adamın cebinden çıkan “Hastalığı yendim ama açlığı yenemiyorum” notunu gördüm. Adaletsizliğin kırdığı kemiklerin sesini gördüm. Gördüklerime inanamadım, keşke görmeseydim, yaşamasaydım dediklerim oldu. Çoğu zaman utandım insanlığımdan.

Daha henüz yarı ömrümü tamamlamışken gördüm bunları. Hepsi birer sayı olarak verildi televizyonlarda, büyük puntolarla. Çünkü artan sayılarla yargılıyor insanlar duygularını bugünlerde. Oysa kaç ölümün adını biliyor insanoğlu! Tek bir ruh bütün dünyaya bedel değil mi!

Göremediklerimi duyamadım. Şimdi maskelerinizin arkasında gülümsüyorsunuz ya, “hasta değiliz” edaları ile, ben gözlerinizden görüyorum korkunuzu. Göremediğimiz bir virüs insanlığı yok ediyor bugünlerde. Oysa ben çoktan şahidiyim insanoğlunun kendi kendini yok edişinin. Ne yazık ki bir hastalık gibi kapmıştı insanlık, bu tükenmeyen kötülük hissini.

Şimdi anladınız mı, suskunluğum suçluluğumdan değil, lal oluşumdandır. Endişem; işaret diliyle anlatmaya çalışsam içimdeki fırtınayı, görebilir misiniz? Gördüklerim yüreğimde taş, gözümde koca bir damla iken, bu duyguları anlatacak bir işaret yok alfabede.

Bu parlak ışığın altında, ben anlatmaya başladığımda belki daha da anlamsızlaşır her şey. Belki bir anda yıkılır bu duvarlar veya bir anda biter her şey ve temizlenir bu kin dolu dünya.

Aşının bulunduğu bu günlerde belki hala umut vardır, yolun sonunda varılacak bir dünya…

--

--

Derya Gurer
Türkçe Yayın

kendi halinde, kendini arayan milyon insandan biri, okuyan, oldukça düşünen, dile getirmeye çalışan.