Sorunların Farkındayız.

Deniz Bulut
Türkçe Yayın
Published in
3 min readAug 20, 2020

Sorunların çok fazla farkındayız. Gün geçtikçe de bu sorunlar için duyarsızlaşıyoruz. Her şey bize normal gelmeye başlıyor. Yetişkinliğe adım atan birçok kişi: “Ben, bu dünyaya çocuk getirmek istemiyorum” diyor. Belki de çok doğru bir yaklaşım fakat sizce de çok acı değil mi? Var olmak için emek verdiğimiz bu dünyada, kendi vaktimizin geçmesini bekliyoruz o kadar. Sanırım hayattaki en can sıkıcı şeylerden biri de bu. Çocuk tacizleri, kadın cinayetleri, hayvan haklarının istismarı, eğitim sistemindeki eşitsizlikler, dünyanın bilinçsiz yollarla yok edilmesi, ekonomik krizler, savaşlar ve bunun sonucunda ortaya çıkan insan haklarına aykırı mülteci yaşam tarzı, birçok ülkedeki açlık ve susuzluk sorunu… Bunların birçoğunu yaşasak da yaşamasak da bu olaylar bir yerlerde birilerinin gerçekliği. Böylece hangi yönetim biçimi ile yönetildiğin, hangi dine inandığın, hangi coğrafyada yaşadığın pek de önemli olmuyor doğrusu…

Bu olaylar; bana insan olarak dünyaya gelmemizin, insan olduğumuz anlamına gelmediğini gösteriyor. Kimse ama kimse güvenlikle yaşamak ve azami düzeyde fizyolojik ihtiyaçlarını karşılamak adına bu elem olayları yaşamamalı. Peki insanoğlu bunun için ne yapıyor? Çok basit: Birçoğumuz problemi kabul ediyoruz, bundan rahatsız oluyoruz ama hiçbir şey yapmıyoruz. Hatta yeri gelince kendi çıkarlarımız ön planda olunca bu sorunların yanında yer alıyoruz. Biz bazen insan olmayı unutuyoruz ve yararcı varlıklara dönüşüyoruz.

En çok da sıkışmış hissettiğim durumlar da bu anlar oluyor ne yazık ki. Ne yaparsam ne edersem sanki bir işe yaramayacakmışım gibi hissediyorum. Çiçeği sulasam da o çiçek yaşamayacakmış gibi, yardıma ihtiyacı olan insanlara yardım etsem de onlara gerçekten dokunamayacakmışım gibi hissediyorum. Zihnimdeki bu engeller bana kendimi o kadar yetersiz hissettiriyor ki anlatamam. “Ben mi kurtaracağım dünyayı?” sorusu bile aslında vermeye tenezzül etmediğimiz enerjinin en büyük kanıtı oluyor ne yazık ki… Zamanla bu hayatta; önce kendimizi kurtaralım sonra insanlar için bir şeyler yapabiliriz, diyoruz. Böyle mi oluyor peki? Olmuyor, elbette… Bunun sorumlusu da yalnızca biz de olmuyoruz ama. Kendi hayatlarımızı kazanmak için öylesine bir efor sarf ediyoruz ki sonunda var olmak için dahi enerjimiz ve motivasyonumuz kalmıyor. Sonra zamanla “amaan banane” diyor kestirip atıyoruz. Pek tabii bu bir problem değil, olmamalı da. Çünkü bu kimsenin üstlenmesi gereken bir sorumluluk değil, sonuçta. Ama zaten böyle düşündüğümüz için şu anda böyle bir durumdayız. En son ne zaman durup bir soluklandınız, ne zaman bir çiçeği kokladınız, en son ne zaman sizi gerçekten mutlu ettiğine inandığınız eylemleri düşünmeden yaptınız? Eğer bu sorulara cevap vermekte zorlanıyorsanız, siz de belki bu hayatı umursamıyorsunuz ya da kendinizi çok umursadığınız için her şeyi hiçe sayıyorsunuz.

Kendimizi yaratmaya çalışırken her şeyi yıkıyoruz ve sonra elimizde kalan enkaz ile mutlu olmaya çalışıyoruz. Bu durum bile pek çok açıdan adaletsiz bir döngü aslında. Sanırım bu yüzdendir ki Nazım Hikmet: “Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bu hayatı.” dizelerini yazma ihtiyacı duymuş. Yaşamak harbiden şakaya gelmez çünkü sonunda elindeki şey bir enkaz da olabilir, bir çocuk bahçesi de…

--

--