Sosyal Roller, Onaylanma İhtiyacı Üzerine Sosyolojik Bir Değerlendirme

Yaşadığımız modern toplumda çoğu şey çok az kişisel bilgiyle ya da hiçbir kişisel bilgi olmaksızın iletişim kurabilecekleri şekilde örgütlenmiştir.

Duygu Esen
Türkçe Yayın
4 min readMay 28, 2018

--

Hiç kimseyle iletişim kurmadan ya da kismi iletişimle günümüzü bitirebiliriz. Otobüse bir yerden başka bir yere gitmek istediğimde otobüsün güzergahını kimseyle iletişim kurmadan akıllı telefonum ya da duraklarda yer alan tabelalardan öğrenebilir, yine ödemeyi şoförle iletişime geçmeden belediyelerce basılan otobüs kartlarıyla yapabiliriz. Acil nakit para ihtiyacımız olduğunda bu parayı yakın çevremizi- varsa tabii- dahil etmeden yine akıllı telefonumuz aracılığıyla tek tuşla bankalardan talep edebiliriz. Yine sağlık hizmeti almak için doktora gittiğimizde hiç kimse “acaba bu doktor sahte mi” diye niyet okumaya çalışmaz, çünkü bu kontrolü ve yetkiyi bizim adımıza Türk Tabibler Birliği ve Sağlık Bakanlığı yapar.

Modern toplumlarda ilişkilerimizin kişisel olmayan bağlamda yürütülmesi yüzünden kişisel ilişkilere duyulan ihtiyaç giderek artmaktadır. Bireyler, özel olduğunu hissedecek, “sen özelsin” diyecek birilerinin onayına ihtiyaç duyar. Bu onaya ihtiyaç duyan ve kişisel olmayan bu ilişkiler ağından kaçanlardan bazıları kendi komün benzeri, sınırlı ve kendine yeterli olan topluluklar, cemaatler kurmaya başlar. Bu cemaat kültürü ülkemizde de yer almakta olup dünyada da örnekleri mevcuttur. Son zamanlarda çok konuşulan “Wild Wild Country” belgeseli cemaat kültürünün nasıl kurulduğunu, nasıl işlediğini ve bu cemaatin bireyde ve toplumda yaratabileceği etkileri anlatan en güzel yapımlardan biri olabilir-İzlemeyenlere tavsiye olunur-

Sosyolog Zygmunt BAUMAN, “Derin ve bütünlüklü” kişisel ilişkiler için duyduğumuz özlemin şiddetini artıran şeyin içinde bulunduğumuz kişisel bağlılıklar ağının genişliği ve sıklığına bağlar.

Ne kadar çok duygulardan arındırılmış, soğuk, resmi iletişim ağında yer alıyorsak derin ilişkilere duyulan özlem artacaktır.

Hepimizin ise günlük hayatta birden çok rolü bulunmaktadır. Örneğin ben çalıştığımın kurumun personeli, annem ve babamın kızı, ihtiyacım doğrultusunda bir şeyler satın almak için gittiğim mağazanın müşterisi, doktorumun hastası, dahil olduğum sosyal bir kulübün üyesi, takip ettiğim dizinin bir izleyicisi, beni evden işe götüren otobüsün yolcusu, medium.com’da yeni yazar üyesi, birçok yerde birçok bir şeyim. Her yerde benliğimin bir parçasıyla ile var olabilirim. Ne eksik ne fazla. İş yerimde Müdürüme özel hayatımla ilgili bir şey paylaşamam ya da gittiğim göz doktoruna sosyal hayatımda ilgili şeyler anlatamam. Kendimi en çok ait hissettiğim ailem ile bile her şeyi konuşamam. Peyami SAFA, 9. Hariciye Koğuşu kitabında anneye her şeyin anlatılamayacağını, hissedilen acıların anlatılması halinde acıların kartopu gibi büyüyeceğini söyler. Kendimi en yakın hissettiğim ailemde bile benliğimin her yönünü gösteremem. Bu yüzden kendimi nereye gidersem gideyim yuvada hissedemem. Girdiğim her ortamda tanıştığım her insanda benliğimin bir bölümünü sunarım. Ben bu tüm roller toplamıyım. Peki ama gerçekte kimim?

Sosyolog Niklas LUHMAN, özkimlik arayışını, kendini hep hissettiren sevgi ihtiyacının güçlü bir nedeni olarak sunmaktadır.

Sevildiğimizi hissettiğimiz yerde olduğumuz gibi davranma özgürlüğünü hissederiz, onaylandığımızı biliriz. Benliğimin sürekli olarak bir rolden diğerine geçen roller toplamı değil, bir bütün olmasını isteriz. Bu olumlama karşılıklı sevgiyle olumlanabileceği görülmektedir. Ancak bunu istememiz gerçekleşebileceği anlamına gelmemektedir.

Aşk ilişkisini özellikle zayıf ve kırılgan yapanın bu karşılılık ihtiyacı olduğunu söyler Zygmunt Bauman. Sevgi bekliyorsak karşımızdaki partner de bizden bunun karşılığını isteyecektir. Ya da partnerimizden hiçbir sırrımızı saklamıyorsak onun da bizimle her şeyi paylaşmasını bekleyebiliriz. İkili ilişkilerde ise bu ideali yakalamak çok zordur. Daha kötüsü ortak nokta bulmak bile epey zordur aslında. Çünkü bireylerin sizin hayatınıza dahil olmadan önce uzun bir geçmişi vardır. Zaman ilerledikçe partnerin geçmişine ya da karakterine dair bu gizler ortaya çıktıkça partneri olduğu gibi kabul edemeyeceğimizi anlamaya başlarız. Özellikle evli çiftler evlendikten bir süre sonra sıklıkla “evlendikten sonra çok değişti çok, artık onu tanıyamıyorum” derler, aslında bu da bir yanılgıdır. Çoğunlukla kişi değişmemiştir, bundan şikayetçi olan kişi partnerinin olay ve durum karşısında tepkisine şahit olmamıştır, saklanan ya da ortaya çıkmamış kişiliğine dair ayrıntıları fark edememiştir.

Psikologlar, sosyologlar aşkın karşılılık beklentisine girmediğinde güvende olacağını söyler. Müzakere, anlaşma ve sözleşme olmazsa aşkın sürdürebileceğini ifade edilir bu alanda çalışan kişilerce. Aşkın karşılıksız olması düşüncesi mümkün olmadığı ya da mümkün olsa bile bedeli yüksek olduğu için günümüzde aşkın yerini aşkın işlevini üstlenecek ilişkiler almıştır. Zygmunt BAUMAN, psikanalitik seansların, psikolojik tedavilerin, aile danışmanlığı vb. başarısının gizinin burada yattığını söyler mesela.

Bir kişinin en içten duygularla en mahrem sırlarını anlatması ve sonuç olarak bu kimliğinin onaylanması kişi için çok değerlidir. Birey, herkesten saklamak zorunda olduğu kimliğini sonunda açabileceği bir alan bulabilmiştir. Aşkın getirdiği tüm o yükümlülüklerden uzakta , bedeller ödemek zorunda kalmayarak kişi sevilme ihtiyacını satın almıştır. Psikolojik terapi alan kişilerin, psikologlarına duygusal şeyler hissetmeye başlamasının altında bu karşılığı bulan onaylanma ihtiyacının mutluluğu yatmaktadır diyebiliriz.

Reklamlar da sloganlarıyla onaylanma ihtiyacımızı pekiştirmektedir. Satmaya çalıştıkları ürünlerle “sen özelsin” mesajını iletir. Sosyal medya da onaylanma ihtiyacımıza yanıt veren mecralardan birisidir. Kişinin bir konu hakkındaki düşüncesini, paylaştığı bir fotoğrafını “like”layarak onu onaylamış oluruz. Ancak bu onaylanma ihtiyacının getirdiği haz uçucudur. Mutlu olacağımızı düşünerek aldığımız ayakkabının biraz zaman geçtikten sonra ilk aldığımız andaki kadar bizi mutlu etmediğini fark ederiz. Ya da güzel olduğumuzu düşündüğümüz bir fotoğrafı paylaştıktan birkaç sonra like’ların devamı gelmeyecektir, bu nedenle yeni “güzel fotoğraflara” ihtiyacımız vardır. Sosyal medyada sürekli olarak paylaşılan selfie fotoğraflarının ya da provokatif paylaşımlarının altında onaylanma psikolojisi bulunmaktadır.

Sonuç olarak tüm arzularımızın aynı anda karşılanmasının neredeyse imkansız olduğu görülmektedir. Bir yandan sosyal rollerimizin tümüyle birleştiği ve özkimliğimizin onaylandığı güvenli, tamamiyle kendimiz olabildiğimiz bir alan yaratmak isterken bunun bireyselliğimize zarar vermesi, beraberinde büyük yükümlülükler ve sorumluluklar doğurması, getirdiği baskılar nedeniyle kaçınırız.

Medium’da ilk yazımı beğendiyseniz, alkışınızı eksik etmeyin.

Sevgiler.

Podcast| Youtube | Slack | Facebook | Twitter | Instagram | Kodcular

--

--