Sosyo-Kültürel Bir Fenomen Olarak Oversharing

Elif Bengüsu A.
Türkçe Yayın
Published in
8 min readApr 21, 2022
Via Google

Rachel Skyes makalesinde 1990’ların sonlarından itibaren popülerleşmeye başlayan “oversharing” kavramının 2000'lerin sonlarına ve sosyal medyanın yükselişine kadar yaygın bir sosyal pratik olmaktan ziyade bir anlık boşboğazlığa işaret eden bir isim olarak kullanıldığını ifade ediyor. Günümüzde over-sharing melez bir tabirle (oversharing yapmak) daha çok bir eylem olarak kullanılıyor. Otuz yılı aşkın bir süredir öyle ya da böyle hayatımızda olan oversharing kavramının işaret ettiği anlamın zaman içinde değişmesi beklenmedik bir durum değil, öyle ki Jen Doll’un ifadesiyle “oversharing yapmak viktoryen dönemde bir kadının erkeklerin de olduğu bir beş çayında korse düğmesinin açılmadığına dair fısıltısı olabilirken” bugün, bağlamdan kopuk görünen tüm ilişkilerimizi ve deneyimlerimizi içeren geniş bir yelpazeye sahip. Aynı zamanda “haddiden fazla” bilgiyi ifşa etmek olarak oversharing; denk gelindiğinde kınanan, sosyal yaptırımları olan genellikle olumsuz bir uygulama olarak kavramsallaştırılıyor. Peki bu “haddinden fazla” nedir? Oversharing ile biriyle paylaşımda bulunmanın sınırı nerededir? Oversharinge eşlik eden pişmanlık ve utanç nasıl anlamlandırılmalıdır? Bu soruları cevaplayabilmek için disiplinler arası ve kapsamlı bir çalışma yürütülmesine duyulan ihtiyacın farkındayım ama oversharing ile ilgili kendi deneyimlerimden ve literatür taramalarından hareketle bir çerçeve oluşturmayı deneyeceğim.

Kavramın kendisinin ve onun hakkında yazılanların güncel olması benim de herhangi bir çevirmenlik iddiasında bulunmamam literatür tararken bulduğum kelimeleri (bu durumun akıcılığa olan olumsuz etkisinin de farkında olarak) olduğu gibi bırakmamla sonuçlandı. İleride konuyla ilgili Türkçe ya da başka dillerde teorik, edebi geniş bir literatür birikir gibi duruyor.

Via Instagram

2000'lerden Bu Yana Ne Değişti?

Oversharing ile ilgili ilk makaleleri kaleme alan New York Times yazarı Bob Morris’in “insanların ağızlarını kapalı tuttukları ve vücutlarını örttüğü belirsiz bir zamana yönelik nostaljiyi” yüceltmesi bize kavrama ve eyleme duyulan tiksintiyle ve sonrasında hissedilen pişmanlığın kökenleriyle ilgili muhafazakar bağlam hakkında oldukça iyi ip uçları veriyor. Bu durum her ne kadar başka bir yazının konusu olabilecek hacme sahip olsa da halihazırda Skyes’in makalesinde de değindiği üzere kadın edebiyatçıların meslektaşları tarafından oversharing yapmakla suçlanmasının da tarihsel olarak benzer bir örüntü izlediğini söylemek mümkün. Dolayısıyla oversharing hakkında düşünürken kavrama duyulan olumsuz duyguların muhafazakar ve mizojinist köklerden de beslendiğini akılda bulundurmak faydalı olacaktır. Öte yandan Morris, oversharingi bir kültürel fenomen olarak tanımlayan ilk yazarlardan biri olarak “röntgenci” reality ve talk showlara yaptığı göndermelerle çok fazla bilgiyi ifşa etmenin “insanların frene nasıl basılacağını bilmediği” günümüz toplumuna ve post modern kültüre özgü endemik bir eylem olduğunu ifade ediyor. Oversharing sınırının nerede başlayıp nerede bittiği halen tartışmaya açık ama oversharingin genellikle dinleyen açısından bir “anlamsal kısa devre”ye neden olduğu ifade ediliyor. Sonuç olarak oversharing esnasında dinleyenler sosyal normların ihlal edildiğini hisediyor ve tüm iletişimsel bağlam çöküyor. Neredeyse dürtüsel bir şekilde başlayan oversharingten sonra karşılıklı olarak hissedilen olumsuz duyguların nispeten yeni sayılabilecek bir başka kavram için kullanılması da tesadüf değil. Aynı şekilde trauma dumping, anlatanın yaşadığı krizleri dinleyicisine neredeyse bir monolog halinde boca etmesini ifade ediyor. Benlik algısının oluşmaya başladığı ilk gençlik yıllarında haşır neşir olunan internetin oversharingi kolaylaştırdığı ifade edilebilir. Ancak, bazı çalışmalar bunun aksini, oversharingin yaşlılar arasında daha yaygın olduğunu gösteriyor. Buna karşılık oversharingin popüler bir sosyal pratik olarak kullanılmaya başladığı dönemden önce ilk gençliklerini ekran karşısında messenger, kişisel ileti, what is on your mind? sorularıyla karşı karşıya kalarak geçirmiş bir jenerasyon için oversharing pratiğinin norm dışı olduğu da söylenemez. Bu durum kavrama dair bir fikir birliğinin bulunmadığını en önemli göstergelerinden biri. Bir başka deyişle oversharingin niceliksel olarak mı niteliksel olarak mı bir bilgi ifşasını içerdiği konusunda herhangi bir netlik yok. Öte yandan insanlar bir ekranın arkasından konuşabildiği için mi trauma dumping hayatımızın bir parçası sorusunun cevabı ise muhtemelen evet.

Neden Popülerleşti?

Erişilebilirlik: Oversharing ve trauma dumping konusunda sosyal medyaya yapılan vurgunun en önemli sebebinden biri sosyal medyanın erişilebilir olması. İnternet ile ilgili tüm ezberler burada büyük rol oynuyor yani internet sayesinde herhangi bir şey paylaşmak için gereken çabanın asgari oluşu, internet kullanımının kolay olması vs. Bununla birlikte erişilebilirliği nedeniyle sosyal medyayı kişisel bir günlük gibi kullanmanın ya da kişinin sosyal ağındaki insanlarla tek taraflı bir iletişim geliştirmesinin yarattığı karmaşa büyüyor. Televizyonun altın çağında karanlık odadaki mavimsi ışıkla donuk bir şekilde büyülenmiş gibi bir kutuya bakan izleyiciye yöneltilen pasif ve seyirci olduğuna dair eleştirilerin modası geçeli epey oldu. Bugün kendini sosyal medya kullanıcılarının kendi anlatılarını paylaşmaları ve “içerik üreticilerine” dönüşmeleri üzerine kuran bir web 3.0 geçiş sürecinden bahsediliyor. Bu geçiş sürecinde influencerlar, youtuberlar, podcasterlar üzerinden bir dijital içerik üreticisi enflasyonuyla karşı karşıya kaldığımız bir gerçek. Bu içeriklere erişmenin “haddinden fazla” kolay olması internetin yapısı göz önüne alındığında ancak “mainstream akışa sürülmüş bir başka fikir” olarak ortaya çıkıyor. Bir başka deyişle içerik değil, akışa olan niceliksel katkısı ön plana çıkıyor. Yani internetin yapısı için önemli olan akışın –yavaşlamadan– devam etmesi oluyor. Sonuç olarak da “mesajın değişim değeri, kullanım değerini aşıyor.” (Bunu somutlaştırmak için aklıma gelen en iyi örneklerden biri photodumplar. Photodump paylaşımları “demode” instagram paylaşımlarının aksine sayısal olarak çok olduğu gibi gün içinde alınan, gönderilen, paylaşılan görsel içerikler ile daha çok haşır neşir olmamızla doğrudan ilişkili ama aynı zamanda tanımı gereği bir içeriksizlik de vaat ediyor.) Bu noktada erişilebilirliğe ve oversharingin “aşırı/çok fazla” bilgi paylaşımı anlamına gelmesine yapılan vurgunun yanıltıcılığı gözler önüne seriliyor. Zira oversharingteki ‘aşırı paylaşım’ ifadesinin işaret ettiğinin aksine oversharing bir nicelik problemi olmaktan çok bir nitelik problemi.

(Göreli) Anonimlik: Oversharingin gündemde olmasının bir diğer önemli sebebi de sosyal medyanın sağladığı göreli anonimlik duygusudur. Medya teorisyeni Russell W. Belk’e göre çevrim içi mecralar bireylerin “gerçek benliklerini” çevrimiçi ortamda yüz yüze olduğundan daha iyi ifade edebildikleri sonucuna vardıkları sahne önü ile sahne arkası arasındaki sınıları bozan bir etkiye sahip. Twitterdaki “yan char açma” bahsinin, private hesapların yaygınlaşmasını buradan anlamlandırmak mümkün fakat bu göreli anonimlik duygusundan hareketle gerçekleştirilen tüm bu çabalar bireylere kendi anlatılarını inşa etme ve başkalarıyla iletişime geçme konusunda yardımcı oluyor mu? Yoksa bireylerin dışarıya yansıtmak istedikleri kimlik konusunda bir gerilim hattında kalmalarına mı neden oluyor?Bu göreli anonimlik sayesinde anlatıcı ve dinleyenler arasında güven inşa etmeden paylaşımda bulunmak kolaylaştı mı?

(Bojack Horseman’da Diane’nin yazma tıkanıklığını anlatma şekli travma anlatılarına karşı takınılan tutumun çok iyi bir örneğiydi.)

Kimlik İnşası: Bazı insanların “dürüst ya da özgün olmak” ya da “kendi anlatısını oluşturmak” için kimilerinin yetiştirilme tarzından ya da karakter özelliklerinden “kendine bile ifade edemediği sırlarını” dünyayla paylaşmak konusunda daha rahat olması beklenebilir. Ama kişisel deneyimleri ya da travmaları tedtalkvari bir hikayeye dönüştürme konusunda maruz kaldığımız “sadece kendin ol” motivasyonu bir empowerment exhaustion’a yol açmış gibi görünüyor. Geçtiğimiz yıllarda yükselen kadın hareketinden hareketle #girlboss feminizmi; interneti kadınların kendi ayakları üstünde ve her şeye rağmen ayakta kaldıklarını anlattığı hikayelerle doldurdu. (#girlboss feminizmi ile alakalı en iyi karşı çıkışlardan biri denk geldiğim “I’m not a girl boss. I’m a girl have nothing to sell but my labour power.” tivitiydi ama şimdi arayınca bulamadım.) Öte yandan son dönemlerde Emmeline Clein 2019 yılında ortaya attığı “dissosiyasyon feminizmi” de popüler kültürdeki #girlboss anlatılarının anti-tezi olarak kullanılmaya başlandı. Dissosiyasyon feminizminde eşitsizliklerden doğan anlatılar acımasız, nihilistik, yıkıcı bir dürüstlükle aktarılırken arketipsel bir kayıtsız, “cool” kadın imajı çizen anlatıcı oversharingi problemlerin esas kaynağından ve kırılganlıklardan kaçmak için kullanılıyor. (Fleabag izleyenler ne demek istediğimi daha net anlayacaktır. Hatta yazarlar arasında “Fleabag Dönemi’nin” feminist anlatılara zarar verdiği için bitmesi gerektiğini savunanlar dahi var) Benzer şekilde Jodi Dean, sosyolog Jennifer Silva’nın Massachusetts ve Virginia’da işçi sınıfı mensubu bazı genç yetişkinlerle yaptığı mülakatlarda gençlerin hastalıklarla mücadelelerini, bağımlılık yapan maddelere karşı verdikleri savaşları ve çarpık aileleriyle, kötü ilişkileriyle başa çıkmakta yaşadıkları güçlükleri anlatırken ayakta kalmak için verdiklerin bu savaşın, kendi kendini inşa etmek zorunda olduğu için saygın ve kahramanca olduğu tasavvur edilen bir kimliğin ana unsurunu oluşturduğunu ifade ediyor. Dean bu kimliğin büyük ölçüde savunmasızlığa dayandığından hareketle kimilerinin bu savunmasızlık halini bağrına bastığını, benlik bilincini tüm bu aleyhte şartlarda ayakta kalabilmesinden devşirmeye başladığını öne sürüyor. (Ayrıntılı bilgi için Jodi Dean’in iletişimsel kapitalizm kavramsallaştırmasına başvurulabilir.)

Sonuç Yerine

Sosyal medya platformlarının aleni doğası göz önüne alındığında, “bağlam dışı” bir şey paylaşmamak yeterince zor. Özel alan kamusal alan gibi ikiliklerden bahsedemediğimiz teknoloji ve insan arasındaki sınırlarının eridiği bir dönemde belki de oversharing kaçınılmaz. Gündelik hayatta oversharingi/trauma dumpingi anlamaya çalışırken de “bir tarafta ayakta kalma mücadeleriyle şekillenen ve bu mücadelelerin neden olduğu acılara, travmalara bağlanan kimliklerden başka pek de tutunacak bir şeyi kalmamış ayakta kalanlardan, diğer tarafta ise çok büyük ölçeklerde işleyen, son derece karmaşık, öyle ki bırakın etkilemeyi, idrak etmekte bile zorlandığımız sistemler, süreçlerin varlığından” hareket edilmesinde yarar var. Gittikçe daha fazla sayıda insanın gittikçe daha yoğun belirsizlik, güvensizlik ve istikrarsızlık yaşadığı günümüz toplumunda kişisel ilişkilerimiz sıkışık takvimlerin, düşük dikkat aralığının ve tahammülsüzlüğün sınırlarına itilirken görünür ve duyulur olduğumuzu daha şiddetli bir arzuyla istememiz ve travmatik yaşantılarımızı bizi oluşturan yegane unsurlarmış gibi göğsümüzde bir madalyon olarak taşımamız makul görünüyor. Kimlik mücadelelerine yapılan gereğinden fazla vurgunun yıkıcı etkileri de buna dahil. Sonuç ise birbirine ve trajik olaylara karşı bir çeşit savunma mekanizması olarak kayıtsız, kendi mücadele hattında -herkese ve her şeye rağmen- ayakta kalma savaşı veren bireyler oluyor. Oysa oversharing ve trauma dumping sonrasına eşlik eden olumsuz duyguları yeniden üretmek yerine mevcut koşullarda kendimize ve birbirimize yeni alanlar açmak için (tercihen yüz yüze) çaba sarf etmek de bir seçenek olabilir. Bir kültürel fenomen halini alan oversharing kavramının kendisi de bağlamdan kopuk bir şekilde ele alınmamalı. Daha da önemlisi oversharing ya da trauma dumping ile ilgili vurgulanması gereken esas noktanın “bir kişinin ‘çok fazla bilgi’ paylaşma anı olarak gördüğü şeyin, bir başkası için bağlantı kurma fırsatı olduğunun” gözden kaçırılmaması.

KAYNAKÇA

D’Antonio V. (2017) Thank You for Oversharing! Re-thinking Privacy and Publicity in the Era of Big Data, Communication & Media Researches, International Association of Social Science Research (IASSR) p. 177–187 ISBN 978–83–943963–3–6 (E-book)

Dean, J. (2021) Yoldaş: Siyasi Aidiyet Üzerine Bir Deneme, İstanbul: Minotor Kitap

Doll, J. (2013) “In Defense of Oversharing a Little Too Much Information” Erişim adresi: https://www.theatlantic.com/national/archive/2013/05/undershare-vs-overshare/315525/

Garland, E. (2022) “Enter the Fleabag era: What does it mean to be a ‘dissociative feminist’?” Erişim adresi: https://www.dazeddigital.com/life-culture/article/55375/1/fleabag-era-what-does-it-mean-to-be-a-dissociative-feminist

Hermida, A. (2014). Tell Everyone: Why We Share and Why It Matters. Doubleday Canada

Long, M., Horton, W., Rohde, H., Sorace, A. (2018) Individual differences in switching and inhibition predict perspective-taking across the lifespan Cognition Volume 170, Pages 25–30

Morris, Bob. (2000) ‘The Age of Dissonance; Don’t Spill It On Me.’ New York Times, Erişim adresi: https://www.nytimes.com/2000/11/05/style/the-age-of-dissonance-don-t-spill-it-on-me.html

Sykes, Rachel (2017) ‘“Who gets to speak and why?”: the poetics of oversharing in contemporary women’s writing’, Signs, vol. 43, no. 1, pp. 151–174.

--

--

Elif Bengüsu A.
Türkçe Yayın

mesaiden kalan boşluklarda, ekseriyetle kitaplar hakkında.