Soylulaşmanın “Soysuz” Mağdurları
Bu yazı, Boğaziçi Üniversitesinde tüm lisans bölümlerine zorunlu kılınmış olan HTR312 kodlu ve History of the Turkish Republic II adlı dersin midterm’ü vesilesi ile kaleme alınmıştır.
Nispeten dar bir coğrafyaya yerleşmiş olsa da kalabalık ve oldukça çeşitli bir kitleyi bünyesinde barındıran İstanbul, semtleri içinde çeşitli cemaatlerin ve kimliklerin kendi özgün kültürleri barındırabilme imkanını sağlama kudretine sahip bir şehir. Upuzun tarihinin çeşitli sahnelerinde birçok kimliğin ve kültürün birbirine komşu olarak yaşadığı mahalleleri, sokakları da mevcut. Nitekim bu kudretin zaman zaman askıya alındığı anları görmek de -yine- mümkün. Buna en belirgin örnek olarak sunulabilecek şu: kentsel dönüşüm. Kent mekansallığının ve yaşamının güncelleştirilmesini hedefleyen kentsel dönüşüm projeleri, kent yapılarının yenilenmesinin yanı sıra bu yaşam potansiyelini ve imkanını -maalesef ki- kısıtlayan dönüşümler olarak da nitelendirilebilir.
Bu yazıda İstanbul’un geçirdiği -kentsel dönüşüm ve soylulaştırma/mutenalaştırma gibi- yenileme süreçlerini, azınlıklar üzerindeki etkilerinden yola çıkarak -hak temelli bir bağlamda- değerlendirmeye çalışacağım. Fakir mahallelerin elit semtlere dönüşmesi, güzelleştirilmesi istenen semtlerden kovulan sakinler, kent ve barınma hakkından mahrum bırakılanlar bu yazının gündemi olacak. Dolayısıyla, şehrin uzun tarihi boyunca geçirilen mekansal yenilenmeleri ve yenilenen mekanların kimlere teslim edildiğini de farkı örneklerle değerlendirmek gerekecek.
Bu yazının örneklemini oluşturacak olan semtler Nişantaşı, Tarlabaşı ve Cihangir. Lakin tartışmaya ve örneklem üzerinde değerlendirme yapmaya başlamadan evvel, bazı kavramsallaştırmalar yapmak lüzumlu. İnceleyeceğimiz konu gereği “kentsel dönüşüm” ve “soylulaştırma/mutenalaştırma” kavramları üzerine düşünmek ve bu kavramları tanımlamak gerekiyor.
Kentler uzun yıllar varlıkları süren olgular ama kenti oluşturan yapılar ve malzemeler -doğaları gereği- belli bir ömre sahip. Her bina -ve dolayısıyla kent- bünyesinde gerçekleşen deformasyonu gidermek zorunluluğundan sebep belli zaman aralıklarının ardından tekrar tekrar yenilenmek zorunda. Ek olarak -Çeker ve Belge’in (77) de tahlil ettiği gibi- geçen zamanın ortaya çıkardığı gündelik hayattaki farklılaşma, kent formunun ve işlevselliğinin durağan kalmasının daimi olarak önüne geçiyor. Yani -aslında- kentin değişimi, illa maddî varlığı üzerindeki zararın giderilmesi şeklinde olmak zorunluluğu taşımıyor. Şehir, toplumsal düzenin etkisiyle de işlevsel olarak farklılaşıyor. Kentin ve binanın formunda ve işlevinde gerçekleşen bu beşerî ve gerekli değişimi -daha da spesifik olacaksak yenilenmeyi- “kentsel dönüşüm” olarak adlandırıyoruz.
Nitekim, kentsel dönüşümü gerekli kılan “toplumsal hayattaki farklılaşma”, aynı zamanda kentsel dönüşümden etkilenen de bir olgu. Yani, “toplumsal hayattaki farklılaşma” ve “kentsel dönüşüm” arasındaki ilişkiyi sadece “ilkinin ikinciye sebep oluşu” şeklinde tariflemek -ve tek yönlü bir nedensellik kurmak da- oldukça eksik bir değerlendirme olarak kalır. Bu konuda Aslı Zengin der ki kentin fiziksel yapısına yapılacak müdahale aynı zamanda kent yaşamını, içinde barındırabileceği toplumsallığı, yaşam biçimlerini ve ahalinin o mekan üzerindeki “kent hakkı”nı doğrudan etkilemek, değiştirmek anlamına gelir (360). Başka bir deyişle, herhangi bir mekanda gerçekleşen fiziksel değişim çok boyutlu etkiler bırakacaktır.
Çeker, Belge ve Zengin’in tahlillerini örnekleyecek saha çalışmalarını Egemen Yılgür teneke mahalleleri ve bu mahallelerin dönüşümleri üzerine yapmış. Yine, açıklamak gereken bir kavram olduğu için söyleyebiliriz ki “teneke mahalle”ler, ağırlıklı olarak atık malzemeden inşa edilmiş konutlardan meydana gelen ikamet bölgeleri. Yılgür’ün konuk olduğu bir podcast programında da anlattığı gibi teneke mahalleleri, konut almaya ve/ya yapmaya ekonomik durumu el vermeyen ama İstanbul gibi kentsel bölgelerde yaşamak isteyen -mesela, 1893 Rus harbinden sebep yerlerinden olmuş göçmenlerin- kurdukları mahalleler. Kumkapı ve Nişantaşı bu mahallelerden yalnızca ikisi.
Kuruldukları dönemden itibaren uzun yıllar boyunca bu mahalleler, ağırlıklı olarak oldukça fakir grupların ve çeşitli etnik kimliklerin yaşam alanları olarak kalmışlar. Burada çeşitli “etnik gruplar”ın vurgusunu yapmak mühim çünkü -yine- Yılgür’e göre Nişantaşı’ndaki Taşocağı Teneke Mahallesi’nin uzun tarihçesinde yer eden büyük dönüşüm aslında etnik kimlikler ve bu kimlikler üzerinde şekillenen algılar olmadan değerlendirilemez (32).
Şu anki -bizim bildiğimiz haline- evrilmeden(!) önce bu mahalle, Çingenelerin ağırlıklı olarak yaşadığı bir mahalle (Yılgür, 36). Ayrıca, 1920’lerden itibaren, Kürt coğrafyasında uygulanan isyan bastırma politikalarının/pratiklerinin etkisiyle yerinden edilen Kürtler de bu mahalleye taşınmaya başlamış ve mahallenin ikinci büyük etnik grubunu teşkil etmiş (Yılgür, 36). Toparlamak adına, mahalleye dair vereceğim arka plan bilgisinde özellikle tekrardan vurgulamak istediğim nokta şu ki mahalle ağırlıklı olarak sıcak savaşlar nedeniyle göç etmek zorunda kalmış etnik azınlıkların ikamet ettiği, a(r)tık maddeden yapılmış evlerde kalmalarını gerektirecek kadar fakir toplulukların mahallesiymiş.
Günümüz Nişantaşı’sının üzerinde bulunan “elit” algısı düşünüldüğünde abes gelen bu gerçekliğin mekan hafızasından silinmesine giden dönüşüm sürecinde önemli bir pay da aslında egemen grubun zihnindeki azınlık algısının ta kendisi. Bu algılardan sebep, bu halklar, belli bir çerçevenin içine hapsedilmiştir diye yorumluyor Yılgür (41). Bunun örneğini de veriyor:
1950’lere kadar dönemde mahalle sakinleri tarafından yapılan işlere bakıldığında büyük ölçüde enformel sektör kapsamında değerlendirilebilecek en düşük statülü işlerde yığılma olduğu görülmektedir. Bunlar düşük gelirli, toplumun diğer kesimlerinin yapmayı tercih etmediği işlerdir. Ücretli çalışma durumunda ise genellikle emek arzının kısıtlı olduğu; insan sağlığına zararlı ve düşük ücretli işlerde bir yığılmanın ortaya çıktığı (tütün işçiliği gibi) dikkati çekmektedir. (Yılgür, 37)
Konumuza dönecek olursak, Nişantaşı’nın geneline sirayet eden kentsel dönüşümün Teneke Mahallesi’ni etkilemesi kaçınılmazdır. Etnik kimlikleri nedeniyle güvencesiz ve düşük ücretlerle çalışan mahalle ahalisinin yenilenmiş, güzelleşmiş Nişantaşı’nda yaşamını sürdürmesi pek de mümkün değildir. 1950’de başlayan Nişantaşı’ndaki çehre değişimi -Yılgür’e göre- 80’lerdeki müteahhit furyasıyla birlikte doruğa çıkar ve değişen çehre mahalleyle daha önceden ilişkisi dahi bulunmayanların ilgisini cezbeder (45). Ufak bir ekleme: “80’lerdeki müteahhit furyası” diye nitelenen, kentsel dönüşümün ta kendisidir. Nişantaşı’nın çehresindeki ve ahalisindeki mevzubahis değişimin sebebi -yani, aslında- kentsel dönüşümdür. Aslı Zengin ise 80’lerdeki kentsel dönüşüm furyasını “daha önceki dönemde kent sınırlarını genişletmek üzerine kurulu kentsel kalkınma ve büyüme modelinin yerini, şehir içi bölgelerin değiştirilip dönüşmesine endeksli işleyen rant ve sermaye birikim mekanizması” şeklinde tanımlar (372).
Toparlayacak olursak, kenti büyütme amacı güden kentsel büyüme ve kalkınma politikasının yerini -80’lerde- “var olanı yenilemek” alınca şehrin en işlevsel konumlarından birine sahip olan Nişantaşı semti -maddî ömrünü dolduran binaların yenilenmesi ihtiyacı gerekçe gösterilerek- kentsel dönüşüme girer. Çehresinin değişmeye başlamasıyla birlikte bu işlevsel konum varlıklı, üst ve/ya orta sınıf kimselerin ilgisini çekmeye başlar. Semte olan ilginin artması, arz-talep dengesi gözetilerek düşünülünce, bölgedeki yaşam maliyetinin de yükselmesi anlamına gelir. Üzerinde önyargı bulunmasından mütevellit fakirliğe mahkum edilmiş kimlikler olan Çingenelerin ve Kürtlerin de bu semtte yaşama imkanı -artan ekonomik gerekliliklerin etkisiyle- git gide azalır. Eski ahali mahalleden atılır, kentsel dönüşüm süregider, daha zenginler gelir ve “elit” bir Nişantaşı peyda olur.
Aslında, bakılırsa, bu örnek, kentsel dönüşümün ve mutenalaştırmanın İstanbul’da ne kadar içi içe geçtiğinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Açıklamak gerekirse -Çeke ve Belge’ye göre- deforme olmuş konutların yeniden yapılması, mekan anatomisini kökten bir değişikliğe götürmekle birlikte mahallenin yaşam döngüsünü de bıçakla keser ve bu değişime “soylulaştırma”/mutenalaştırma demek gerekir (79). Gerçekleşen dönüşüm arazi, konut ve kira fiyatlarını arttırır; düşük gelirli grupların mahallede yaşamını devam ettirmesini de çoğu zaman imkansızlaştırır (Çeker ve Belge, 78). Yine, dönüşüm sonrası birlikte yaşamak zorunda kalan farklı ekonomik güçlere sahip zümreler arasında birtakım çatışmalar zuhur eder (Çeker ve Belge, 80). Bu çatışmanın sonunda muzaffer olacak olan -ve dolayısıyla mahallenin sahibi olacak olan- toplumsal hiyerarşide üstte olan olacaktır elbette ki! Zaten soylulaştırma sonucu yerlerinden olanların başında çoğu zaman farklı etnik gruplar gelir (Çeker ve Belge, 80).
Türkiye’deki örnekleri üzerinden tartışmak “kentsel dönüşüm” ve “mutenalaştırma” kavramları birbirinden ayırmayı oldukça zorlaştırır çünkü -dediğim gibi- neredeyse tüm örneklerde kentsel dönüşüme giren mahalleler mutenalaşır. Lakin -yine de- ufak bir açıklama yapmak kavramsal çerçeveyi güçlendirecektir: Teoride, kentsel dönüşümün neden olduğu fiziksel farklılaşmanın dolaylı ve küçük etkisi olarak ele alınır mahallenin toplumsal değişimi. Mutenalaştırma ise daha güçlü ve kökten fiziksel değişim, öncesi ve sonrasında güçlü ve bariz bir toplumsal farklılaşmayı imler.
Aslı Zengin’e göre bu kökten dönüşüm -şehrin kapitalizmle beraber, cinsiyet, heteronormativite, etnik kimlik, egemen din üzerinden de örgütlenmiş olmasından sebep- zaman zaman belli grupları şehir hakkından mahrum eder (361). Elbette bu “belli gruplar”, dezavantajları olan gruplar olacaktır. Halihazırda toplumsal yaşam içinde ötekileştirilmiş olan bu grupların üzerinde duran önyargılar, bireyleri çok fazla haktan mahrum etmektedir. Soylulaştırma süreçlerine girilirken de bu algılar neredeyse her zaman araçsallaşır. Nişantaşı’nda kentin kustukları çingeneler olur, diye anlatmıştım. Bu, bunun yalnızca bir örneğini teşkil eder. Yine, kurulduğu zamandan bu yana ciddi bir değişim geçiren Kumkapı-Kadırga Teneke Mahallesi için de zamanında “serseri eşhas”ın (günümüz Türkçesiyle: “serseri şahıslar”) ve “sarhoş takımı”nın ikamet ettiği ve “uygunsuzluk”lara sahne olduğu anlatısı dillere pelesenk olmuştur (Yılgür, 96). Aynı mahalle, oldukça fakir gayrimüslim tebaanın da yaşam alanıdır aynı zamanda (Yılgür, 98). Etnik ve ekonomik zümreleri gereği, dönüşen mahallelerden atılır bu azınlıklar.
Cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimlere de vurgu yapmıştık, bu dönüşümler bağlamındaki etkilenme ilişkilerinde. Beyoğlu ilçesinin ve semtlerinin başta translar olmak üzere LGBTİ+larla ilişkisi de bu bağlamda gündem edilebilir.
Aslı Zengin’in araştırmasına göre, 1960’larda translar dar bir çevreye, Beyoğlu’na hapsolmuş durumdadır (362). Araştırma için Zengin’le mülakat yapan, Cihangir semti Ülker Sokak olaylarındaki önder figürlerden Demet Demir şu şekilde anlatıyor o zamanları ve devamını:
O zaman [translar arasında] Cihangir diye de bir şey yoktu. Sayılı travesti, transseksüel vardı. Onlar da Tarlabaşı’nda oturuyorlardı. […] Yasaklanınca, para kazanmak için sahneye çıkan zümre, fuhuş sektörüne kaymak zorunda kaldı. Bununla birlikte baskı ve şiddet de arttı, çünkü sahneye çıkamadılar.
Demet’in anlattığına göre Tarlabaşı’nda yaşayan translar o döneme kadar yaptıkları işler -ki bu işler eğlence sektörünün parçası olan enformel işler olsa bile onlara nispeten güvenli çalışma ortamı sağlayan pavyon şarkıcılığı gibi işlerdi- ‘80 darbesiyle birlikte yasaklanınca (Bülent Ersoy’un da sahne almasının yasaklanmasının bir örneği olarak, translara iş vermek, transların sahneye çıkması o dönemde yasaklandı) daha kötü şartlara mahkum oldukları/olacakları işlere başladılar. Nişantaşı’nın Çingene ve Kürt ahalisinin enformel işlere makhum edilmesi gibi, 80 darbesiyle birlikte zaten halihazırda enformel işlerde çalışmak zorunda olan translar da seks işçiliği gibi şartları en kötü enformal iş gruplarından birine ve iş güvenliği riski yüksek bir mesleğe yönelmek zorunda kalır. Bunun sonucunda Tarlabaşı’nda yaşayan trans ahalisinin üzerinde de tıpkı Kumkapı teneke mahallesindekiler için olduğu gibi “uygunsuz”luk etiketi yükselmeye başlar. Şehrin en çeşitli semti olan Tarlabaşı, Bulvar'ın yapımıyla birlikte gittikçe dönüşmeye başlayacak, o süreç bugüne kadar da sürecektir.
Translar önce Tarlabaşı’ndan sürülür, Cihangir’e yerleşmeye başlarlar. İlk durak Pürtelaş olur. Pürtelaş’tan da kovulurlar. Toplu/komünel yaşam kurdukları son durak ise yine Cihangir’deki Ülker Sokak olur. 90’larda Lubunya Olmak kitabında mahalle sakinlerinden Şevval şöyle aktarır:
İstanbul yerlisi de vardı, oyuncular da vardı, her kesimden insan vardı Ülker Sokak’ta. Cihangir tarihinde şimdiki zamana kadar, bu lafı hiç sevmiyorum ama, ‘marjinallerin’, uçuk kaçıkların, ressamların, yazarların, çizerlerin olduğu bir yerdi. Görece daha hoşgörülü diyebiliriz. Başından beri Cihangir öyle bir yer olmuş. Elit ve Aristokrat bir semt olmamış Cihangir tarihinde, hep kaçanların uçanların semti olmuş ama kentleşmeyle beraber, hem de rantla beraber, şimdiki Cihangir İstanbul’un en pahalı en popüler semtlerinden biri. Gelin görün ki, bu da bir ironidir. Oradan translar, zenciler saçlarından sürüklenerek kendi mahallelerinden çıkartıldılar, 96–97’lerde.
Öncesi ve sonrası arasındaki ayrımı ciddi bir tezat olarak, ironik olarak değerlendiren Şevval’in tespitine itiraz etmek ne mümkün!? Pınar Selek ise bu dönüşümü tarifleyen Şevval’in anlatısını ilerletir ve şöyle bir değerlendirme yapar:
Bir yandan Beyoğlu’nun yeni ihtiyaçlara göre yeniden yapılandırılması, öte yandan egemen kültürün alt kültürlere karşı bilinen dışlama eğilimleri; bir yandan çeşitli grupların ekonomik ve siyasi çıkar hesapları, öte yandan travesti ve transeksüellerin yaşadıkları ekonomik, toplumsal, biyolojik, kültürel sorunlara çözüm geliştirememenin yarattığı inkar ve yok sayma mantığı ve yaşadıkları kimlik bunalımının ve dışlanma psikolojisinin yarattığı tepkiler bir sokakta birleşiverdi.
Tüm bu dönüşümü tetikleyen kişi, hem transların hem Selek’in anlatısında Güngör Gider adlı -mahalledeki bir apartmanı satın alıp kentsel dönüşüme sokan ve içindeki 10 daireyi kiraya vermek suretiyle gelir kazanmayı amaçlayan- bir mülk sahibidir. Selek’in ve mahalle sakinlerinden Esmeray’ın aktarımlarına göre transların sokakta toplu yaşıyor ve dayanışma kuruyor olması sokağın iç dinamikleri içinde onları koruyorken seks içliğinin genel meslek olduğu mahallenin kiralarını düşürüyordu.
Mal sahipleri ve mülk korunurken 80’lerin rantta dayalı sermaye birikimi transları sokaktan atar (Selek, 172). Selek’in başka bir şekilde de ifade ettiği gibi, “Beyoğlu’nu eski İstanbul’un seçkinlerinin mekanı haline getirme özlemi, yani Beyoğlu’nun ‘ruhunu’, ‘eski halini’ yeniden canlandırma projesi, buradaki seçkin ve nezih olmayan sosyal dokunun temizlenmesi, dışarıya sürülmesi olarak biçimlenir.” (Selek, 140)
Sonuç yerine söylenebilir ki aslında birbirinden ayrılan kentsel dönüşüm ve mutenalaştırma pratikleri -özellikle 80’lerdeki eskinin dönüştürülmesi şeklinde özetlenebilecek olan kentsel gelişim politikasıyla birlikte- iç içe geçer. Bu dönemde gerçekleşen Nişantaşı-Taşocağı (“Çingene Mahallesi”), Tarlabaşı, Cihangir-Ülker (Trans Sokağı) dönüşümleri eski mahalle sakinlerinin sürülmesiyle sonuçlanan rant kavgalarına dönüşür. Aslında miadı dolmuş binaların yenilenmesi amacıyla başlayan dönüşüm toplumsal yaşamın bir anda bıçakla kesilir gibi sonlandırıldığı ve gündelik hayatın sekteye uğratıldığı bir sürece dönüşür. Dolayısıyla, Türkiye’de mutenalaştırma ile iç içe geçen kentsel dönüşüm özellikle önyargılar yüzünden hayatları ciddi sıkıntılarla geçen azınlıkların kent haklarından men edilmesiyle sonuçlanır. Kentsel dönüşümle birlikte soylulaşan kentsel alanlardan “soysuz” diye etiketlenenler sürülür çünkü “soylulaştırma”, egemen baskı mekanizmalarını kullanarak kendi soysuzlarını yaratmıştır.
References
Aslı Zengin,“Trans-Beyoğlu: Kentsel Dönüşüm, Şehir Hakkı Ve Trans Kadınlar”; Yeni İstanbul Çalışmaları: Sınırlar, Mücadeleler ve Açılımlar, (der.) Ayfer Bartu Candan and Cenk Özbay, 2.baskı, İstanbul/Türkiye, Metis Yayınları, 2019: 360–375,
Egemen Yılgür, “19. Yüzyıl İstanbul’unda Teneke Mahalleler: Kumkapı-Kadırga ve Nişantaşı-Taşocağı Örnekleri”, Açık Alan, no.1 (2019): 90–114.
Egemen Yılgür, “Nişantaşı Teneke Mahallesi: Mekansal Dönüşümün Algısal Ve Sosyolojik Arka Planı.” Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, no.8 (2013): 31–46.
Pınar Selek, Maskeler Süvariler Gacılar, 2.baskı, İstanbul/Türkiye, Ayizi Yayınları, 2014.
Rauf Belge ve Ali Çeker, “İstanbul’da Kentsel Dönüşüm Kapsamında Gerçekleşen Bir Olgu: Soylulaştırma”, Türk Coğrafya Dergisi, no.65 (2015): 77 – 86. https://doi.org/10.17211/tcd.30494.
(haz.) Yavuz Cingöz ve Erdem Gürsu, 90'larda Lubunya Olmak, 1.baskı, İzmir/Türkiye, Siyah Pembe Üçgen, 2013.