Starbucks’taki Altılı Masa
Bu hikaye aynı masada uzun süre oturdukları halde birbirleri hakkında tam bilgiye sahip olamayan bir grup insana ithaf edilmiştir.
Kadıköy’deki Starbucks binası tıklım tıklımdı. İnsanlar ellerinde kahveleriyle oturacak, iş çıkışı dostlarıyla muhabbete dalacak yer arıyorlardı. Manzaraya bakan cam kenarları çoktan kapılmış, deri gömme koltuk ve sehpalar da dolmuştu. Gözüne yangın merdiveninin köşesine iliştirilmiş çalışma masası takıldı Cemal’in. İki kadın bilgisayarlarını açmış yan yana oturuyordu. ‘Masa biraz daha küçük olsa yanaşmaya cesaret edemezdim ama bu masa baya bi kişiyi kaldırır. Geçip oturayım şöyle’ dedi kendi kendine. Ortası mermer bir yükseltiyle ayrılmış çalışma masasında kadınların karşısına oturdu.
Koltuğa yerleşir yerleşmez çantasını açıp bilgisayarını çıkardı. Bir süre de gözlerini laptop çantasından kaldırmayarak bir şeyler arandı. Çanta boştu. Fakat etrafına bir planı varmış gibi hissettirmek hoşuna gidiyordu. Küçük cepte bulduğu yarım kâğıt parçasıyla kalemi çıkarıp bilgisayarının yanına koydu. Karmadan hoşlanıyor olabilirdi. Önündeki yüzlerce gigabayt hafızaya sahip olan cihazın yanına el ayası kadar kâğıt koymak kendisini daha güvende hissettiriyordu. Artık masaya yerleştiğine göre etrafa göz gezdirebilirdi. Karşısında kimlerin oturduğunu merak ediyordu ilk olarak. Arkadaş olduklarını düşünüyordu kadınların. Biri muhakkak ötekinden daha güzel olacaktı. Bu kararı verebilmek için başını kaldırıp kadınlara baktı. Bu bakış masaya tam yerleştiğinin ilanıydı. Masada kendine ait eşya arttıkça yerini sahiplenme içgüdüsü de artmıştı. ‘Normal şartlarda ikisi de tipim değil ama soldaki daha güzel gözüküyor gözüme. Sağdaki biraz daha sessiz bir tip gibi. Öğrenciler mi acaba?’
Kahvesinden bir yudum aldı. Bunu yapmanın da bir zamanı vardı. Önce masaya yerleşilir, komşular tanınır tartılır ve kahveden küçük bir yudum alınır. Racon buydu.
Soldaki kadın masaya yeni gelen adamı süzüp notunu ilk etapta vermişti. Adam oturur oturmaz telefonunu şarja takmak için priz aranmaya başlamıştı. Çantasına dipsiz bir kuyuya bakar gibi uzun uzun kararsızca bakmıştı. ‘Ne yapacağını kendi de bilmeyen birisi, öylesine zaman geçirmeye gelmiş belli ki’ dedi kendi kendine. Üstelik çantadan çıkardığı kâğıdın küçüklüğüne ve bir tam kâğıttan yırtılırken düzgün kesilmeyişine dikkat etmiş; adamın notunu pek de iyi vermemişti.
Sessiz tanışma bir süre daha devam etti. Hepsi kendi işlerine yoğunlaşmıştı.
Masa yangın merdiveninin kenarına konuşlanmıştı. Kadınların sırtı merdivene dönük olduğundan masanın o kısmından geçiş pek kolay sayılmazdı. ‘Baya odaklanmışlar işlerine. Öğrenci mi yoksa bunlar? Sınavlara çalıştıkları için mi bu kadar sessizler’
Adamın kafasından bunlar geçerken masadaki diğer kadının telefonu çaldı. ‘Nerdesiniz, geldiniz mi? Tamam’.
Bu üç kelime iki düşünceye yol açmıştı. Adam masanın kalabalıklaşacağını sezmiş, kızların yeni arkadaşlarının yolda olduklarını düşünüyordu. Adam hakkında kırık not veren kadın ise yanındakinin kalkacağını anlamıştı. Adam gelmeden önce de telefonla konuşmuş yemek yemeye köşedeki köfteciye gideceklerdi.
Telefonu kapattıktan sonra eşyalarını toplayıp masadan ayrıldığını görünce adam şaşırdı. Arkadaş zannediyordu karşısındaki kadınları oysaki. Düşüncesinde yanılmıştı.
Kız kalktıktan sonra iki adam daha yöneldi masaya. Birisi otuzlu yaşlarının sonlarında görünen top sakallı biriydi. Öteki turuncu kazaklı, cüsseli, kazağıyla aynı renk şapka takmış yirmi küsur yaşında olmalıydı. Adamlar masaya yerleşti.
Yarım saat sonra masadaki kadın çantasından sigarasını çıkarıp terasa çıtı. Bu olay turuncu şapkalı gencin hoşuna gitmişti. Yaşı ve mesleği flörtözlüğe müsaitti. Oturur oturmaz kızı gözüne kestirmişti. Top sakallı adamın telefonu çaldı. Sesi de yaşı gibi toktu adamın. Cemal’in yanına oturmuştu. Göz ucuyla adamın ekranına baktı Cemal. Whatsapptan birileriyle yazışıyordu. Yalnız iş yaptığı belliydi. Yazışmalar uzundu. Birilerine uzun uzun açıklamalar yapıyordu. Çözemedi Cemal.
Masaya bir kız daha geldi. Arkadaşlarıyla yemeğe giden kızın yerine oturdu. Masadaki erkekler kızın gelmesiyle biraz daha toparlandı. Turuncu şapkalının telefonu çaldı. Alo ben Hıdır, geçen gün sizin şirkete site tasarımı yapmıştım. Ödemeyle ilgili birime aktarabilir misiniz? Alo ben Hıdır. Şirketinizin sitesini tasarlamıştım. İş bitince ödeme yapacaklardı ama hala yapılmamış.
Fatura kesemem ki. Ben freelance çalışıyorum. Fatura istediğinizi neden önce söylemediniz…
Hıdır’ın sesi kalın olmasa da gürdü. Masadaki herkes Hıdır’ın grafik tasarımcısı olduğunu ve parasını alamadığını biliyordu. Moladaki kadın hariç.
Kadın döndüğünde masayı kalabalık buldu. Yerine otururken yanına yerleşmiş kadını hızlıca süzdü. Top sakallı adam yanına telefonunu da alıp hızlıca dışarı çıktı. Cemal’in telefonu çaldı. Arayan annesiydi. Çalışmasını bölmek istemedi galiba. Açmadı telefonu.
Paltolu ve top sakallı adam masaya döndü. Oturur oturmaz suyundan bir yudum aldı. Sonra hunharca yazmaya daldı. Son gelen kız bilgisayarını açtı. Kılıfı turuncuydu. Hıdır bunu da beğendi. Top sakallı orta yaşlı adam, sırf kılıfı yüzünden kızın dikkat çekmeye çalışan gençlerden olduğuna karar verdi. Hıdır söylenmeye başladı. Az önceki şirketin internet sitesinde gezinmeye başlamış gördükleri karşısında ücretinin ödenmeyişine sinirleniyordu. ‘Plazadalar bir de. Küçük bir şirkette değil ki bunlar. Ödemediler hala’. Moladan dönen kadın Hıdır’ın söylenmelerine kulak astı. ‘Deli mi ne’ diyordu. Turuncu kılıflı kadın çantasından kraker çıkardı. Yemeye başladı. Hıdır parasını alsaydı belki de bir yemek ısmarlayabilirdi bu kadına.
Ne zamandır ucundan kıyısından masayı gözetleyen bir adam sonunda dayanamayarak masaya geldi. Kendisine bir yer açıp yerleşti. Masanın kalabalıklığından ve masadaki ilişki yumağını bilmediğinden epey düşünmüştü oturmak için. Sonunda gidecek başka bir yer olmadığına kanaat getirip yerleşmişti. Bu geliş pek umursanmadı masadakiler tarafından. Sonradan gelen kadının telefonu çaldı. Hıdır ve diğerleri ilk kez sesine şahit oldular kadının. Cemal sesini beğenmedi. Hıdır için hala oluru vardı. Hıdır da birini aradı. Parasını alamadığından bahsediyordu. Yangın merdiveninin dibindeki masada gürültülü bir ortam başladı. Top sakallı adamın dikkati dağılmıştı. Molaya çıkmaya karar verdi. Telefonla konuşan kız da onu takip etti. Cemal bir şeyler almak için masadan kalkınca son gelen adamın telefonu çaldı. ‘Hangi mahkeme? Isparta. Evet benim. Tamam en kısa zamanda ödeyeceğim’. Son gelen adam Hıdır ve ilk oturan kadın için Mahkemelikti artık. Diğerleri bunu bilmiyordu.
Top sakallı adam telefonda konuşuyordu. ‘Evet beş yüz lira verebilirsen haftaya öderim’. Turuncu kılıfa sahip kadın bunu duymuştu. Cemal bu adamın yayınevi editörü olduğunu düşünüyordu. Masaya yanaşmak isteyen bir grup oldu. İçlerinden biri ‘Şuraya bak ya. Çantalarını bırakıp gitmişler. Millet kendisine yer arıyor burada. Adamların umurunda mı?
Turuncu kılıflı kadın masaya döndü. Mahkemelik olan telefondaydı. ‘Tamam efendim. Ben en kısa zamanda halledip size döneceğim. Haber verdiğiniz için teşekkür ederim’. Yerine yerleşirken sesine de şahit olduğu çocuğu yakışıklı bulmaya başladı turuncu kılıflı kadın. Masa bu kadar dolu olmasa kraker ikram ederek tanışma fırsatı arayabilirdi. Cemal elinde pasta dilimiyle masaya döndü. Top sakallı adamdan rica ederek yerine yerleşti. İlk oturan kadın bu kadar kalabalık içerisinde pasta yediği için Cemal’i ayıpladı. Hıdır ile göz göze geldi Cemal. ‘Bu esmermiş be. Turuncu şapkasından dolayı sarışın sanmıştım ben bunu’ diye iç geçirirken pastasını yemeye koyuldu.
İki kadında aynı anda masadan kalktı. Mahkemelik olan burnunu temizledi. Cemal pastayı bir hışımda yedi. Hıdır ayağa kalkıp pantolonun üzerinden iç çamaşırını düzeltti. Paltosuyla oturan top sakallı adam birine telefon açtı. ‘Başlatmayın lan yapacağınız işe’.