Stephen King — Enstitü | Kitap İncelemesi

Anıl Coşkun
Türkçe Yayın
Published in
3 min readMay 2, 2021

“Uçurumla ilgili ne derler biliyor musunuz? Uçurumun içine bakarsan o da sana bakar.”

Zaman zaman dünyanın bir yerlerinde çocukları kaçıran, fidye isteyen ya da organlarını alıp satan mafyaların olduğunu düşünürüm. Ki bu da bir gerçektir. Türkiye’de ve dünyada yılda binlerce çocuk kayboluyor, çoğuna da ulaşılmıyor. Ne kadar korkunç. Hem o kaybolan çocuklar için hem de aileler için. Birçoğunun bulunamaması, onlara ne olduğunu bilmediğimiz için daha ürkütücü bir hale gelmeye başlıyor. Kitapla ilgili yazmaya başlamadan önce dünyadaki bütün kötülüklerin bitmesini diliyorum. Özellikle de kadın ve çocuk şiddeti, istismarı…

“Biliyor musun, Jamieson? Yaşadığımızı sandığımız bu hayat gerçek değil. Sadece bir gölge oyunu ve ışıklar söndüğünde ben kendi adıma memnun olacağım. Karanlıkta tüm gölgeler yok olur.”

Alışık olduğumuz topraklardan, Maine kasabasının biraz uzaklarından, aşağısında bir nehir yukarı kısımlarında orman olan bir yerleşim yerinde Enstitü adını verdikleri bir yer var. Telepati ve telekinezi yetenekleri olduğu için küçücük çocukları ailelerinden bir gece vakti koparıp — üstelik onları da öldürüp — bu Enstitü denilen, tıpkı Nazilerin toplama kamplarına benzeyen bu ucube yere getiriyorlar. Çocuklar telekinezi ve telepati yeteneklerine göre gruplara ayrılıyor, eğer hem telepati hem de telekinezi yeteneği varsa onlar ayrı bir grup oluyorlar ki bunlar Enstitü’nün en değerlileri oluyor. Burası ilk bakışta bir yatılı okul gibi görünüyor. Herkesin kendine ait odası, kafeteryası, abur cubur otomatları ve oyun alanları var. Ama karanlık yüzüne indiğimizde gerçekten tüyleri ürperten gerçeklerle karşılaşıyoruz. Her gün çocuklar belirli testlere giriyor. Kulaklarına çip takılıyor, enjektörle değişik ilaçlar uygulanıyor, daha da ötesinde su tanklarına daldırılıp boğulacak karar suyun altından tutuluyorlar. Bu testlerin amacı ise çocukların telepati ve telekinezi yetenekleri öğrenmek, o yetenekleri daha da ortaya çıkarıp, daha da güçlenmelerini sağlamak. Fakat yapılan testler o kadar acı ki çocuklara üzülmekten başka bir şey gelmiyor elimizden.

Enstitü’yü ve içindeki insanları tanımadan önce Tim Jamieson adındaki adamı tanımaya başlıyoruz. Bu adam bir olay yüzünden çalıştığı polis departmanından ayrılıp New York’a gitmek isterken DuPray adındaki bir kasabaya ulaşıyor ve orada gece bekçiliğine başlıyor. Kitap, Tim’in New York’a giden uçağın içinden inmesiyle başlıyor. DuPray’a gidip kasabanın şerefiyle ve diğer güvenlik güçleriyle tanışmalarını okuyoruz ve gece bekçisi işini aldıktan sonra bir anda Enstitü ve baş karakterimiz Luke Ellis’in gece yarısı kaçırılmasına dönüyoruz. Kitaptaki heyecan ve gerilim o andan itibaren yavaş yavaş yükselmeye başlıyor. Luke Ellis telekinezi yeteneği olan bir çocuk ve Enstitü’ye göre en zeki çocuk. Biz Enstitü’yü, Luke Ellis’i ve diğer çocukları okurken arka planda bir şeyler olduğunu sezmeye başlıyoruz. Özellikle Tim Jamieson ve Enstitü nasıl bağlanacak sorusu kafamızı kurcalıyor. Açıkçası böyle bir bağlanmanın olacağını tahmin etmiyordum. Stephen King inanılmaz gerçekten. Kurgusu o kadar başarılı ki neden King’i bu kadar sevdiğimi bir kez daha kanıtladı.

“Özgürlüğün ne demek olduğunu tam anlamıyla kavrayabilmek için insanın önce tutsak olması gerekir.”

Enstitü’yü okurken dizi izlediğimi hissettim, çünkü her şey o kadar gerçekçiydi ki bundan kendimi alıkoyamadım. Sanırım yayın hakları da alınmış. Bu iyi bir haber. Kitaptaki bazı sahneler tam film sahnesi gibiydi. Sadece bu kadar da değil, King’in çoğu kitabında olduğu gibi diğer kitaplarına göndermeler de var. Jerusalem Lot mesela. Fakat yine de bir genç-yetişkin kitabı ya da gerilim okuduğumuzu zannederken, King metin altından siyasi ve sosyal birçok eleştiri de yapıyor. Enstitü’deki olanları Nazi kamplarına benzetmesi ya da Donald Trump’la ilgili yaptığı espriler gibi.

Diyaloglar ve anlatım beni çok tatmin etti. Son bölümde çocukların bir olduğu bölümler her yazarın yazabileceği şeyler değildi bana kalırsa. Anlatım bir kitabı daha bir üst seviyeye çıkarmış. Bazen sonunu tahmin ediyorum sanırım dediğim yerler oldu fakat King’in anlatım gücü, yaratılan kurgunun atmosferi o kadar iyiydi ki bir süre sonra düşünmeyi bırakıp kendimi sadece akışa bırakıp tadını çıkardım. Karakterler çok güçlüydü hatta Luke Ellis ve Tim Jamieson için ayrı bir kitap bile yazılabilir.

Sonuç olarak, Stephen King’in son dönemlerde çıkan kitapları arasında en iyisi olduğunu düşünüyorum. Yabancı’yı da çok sevmiştim ama bu başka bir seviye. Eski dönem kitaplarını anımsattı bir yönüyle. Bir espiri bile vardır King okurları arasında o alışveriş listesi yazsa bile okurum diye. Tam olarak bu, umarım daha uzun yıllar onun kurgularını okumaya devam ederiz. Var ol Stephen King.

“Luke’a onu sevdiğini söylemek istedi. Ama kelimelere dökmedi, belki buna gerek de yoktu. Telepatiye bile… Bazen bir kucaklaşma kusursuz bir telepatiye bedeldi.”

--

--