Tüketim Alışkanlıklarımızda Ahlaki Sorumluluk Üzerine
(Sosyolojik Açıklamalar ve ‘True Cost’ Belgeseli)
19. yıl başlarından itibaren yeni buluşların ve buhar gücünün etkisiyle makineler üretim sürecine dahil edilmiştir. Tarım Toplumu’nun aksine artık iktisadi faaliyetler bir araç olmaktan çıkmış, amaç haline gelmiştir. Sanayi Toplumu ile kar elde etmek en önemli motive edici faktör olarak ortaya çıkmıştır. Bilim, teknoloji sayesinde her geçen gün gelişen Sanayi Toplumu’nda yeni temel çalışma kuralları, davranış tarzları ve bunlarla ilgili ilkeleri belirleme ihtiyacı doğmuştur. Geçmiş dönemin aksine geleneklerde çözülmeler ve dini inançlarda ise zayıflamalar ortaya çıkmış, Sanayi Toplumu’nda daha çok üretme ve daha çok para kazanma anlayışı içinde toplum yeniden inşa edilmeye başlamıştır.
Tarım Toplumu’nda ev ve iş yeri birbirinden ayrı değildi, her ailenin küçük de olsa kendi ihtiyacını karşılayabilecek kadar bir tarlası vardı, tüm üretim faaliyetleri tüm aile bireylerinin yardımıyla yapılıyordu. Sanayi Toplumu’ndan sonra insanlar evlerinden ayrıldı ve fabrikalara, seri üretim yapan atölyelerde çalışmaya başladı. İş ve ev hayatının ayrılmasının modern toplumun en bariz niteliği olduğunu ilk kaydeden sosyolojinin kurucularından kabul edilen Max Weber olmuştur. Sanayi toplumunda ev ve iş hayatı birbirinden ayrılan kişi iş etkinliğini yürütürken aile bağlarından uzak durur, başka bir ifadeyle ahlaki görevlerin baskılarından sıyrılmıştır. Üretim yapılırken asıl amaç ahlaki sorumluluklar değil, sanayi toplumunun gereği olarak çok kazanmak ve sermaye biriktirmektir. Ahlaki sorumluluk önemli bu kavrama sıkça değineceğiz. Yine sanayi toplumu ile beraber karmaşık üretim sürecinden dolayı iş bölümünde uzmanlaşma önem kazandı. Bireyler fabrikalarda, atölyelerde çalışırken üretilen malın sadece bir bölümünde yer alıyordu. İşçi üretim sürecinin tümüne hakim değildi, kendisine verilen görevin yetkinliğine sahipti, diğer bölümlerdeki iş ve işlemleri bilmiyordu. Çünkü verimli ve hızlı üretim yapılabilmesi için asıl olan iş bölümünde uzmanlaşmaydı.
Bireylerin fabrikalarda çalışmaya başlamasıyla iş ve ev hayatının birbirinden ayrılmış, Sanayi Toplumu’nun dayandığı en önemli unsurlar olan verimlilik ve kar elde etme isteği iş bölümü ve uzmanlaşma getirmiştir. Sanayi Toplumu’ndan önce üretim sürecinin tümünde yer alan birey, Sanayi Toplumu’ndan sonra birey, emeğini kapitalist sistemle satmaya başlamıştır. Marx’a göre insan, makinenin bir parçası haline indirgenmiştir. İşgücünü satan işçinin emeği, artık yaratıcı faaliyet değil, fakat sadece geçim sağlayıcı faaliyettir. Marx’a göre bu durum insanın kendi emeğine yabancılaşmasına neden olur. Emeğinden uzaklaşan bireyler ise davranışlarını ahlaki sorumluluklara göre değil, özçıkarlarına gözeterek yerine getirir.
Bilgi çağında yaşanan tüm bu teknolojik gelişmeler, bireyleri sadece ürettiği ürüne yani emeğine yabancılaştırmakla kalmadı aynı zamanda tükettiği ürününe de yabancılaştırmıştır. Bireyler ürünlerini satın alırken nerde üretildiği, hangi aşamalardan geçtiği, üretim sürecinde hangi malzemelerin kullanıldığı, doğaya ve çevreye, işçiye etkilerinin neler olabileceğini sorgulamayı unutmuştur.
Kapitalist toplumda bireyler, satın alma sürecinde “fiyat/kalite” ilişkisi içinde tercihte bulunuyor olsa da tükettiğimiz her ürünün bir hikayesi olduğunu “moda” sektörü üzerinden anlatan “True Cost” isimli trajik ama çok etkileyici çekildi 2015 yılında. Netflix yapımı bu belgesel, giysilerimizin ardındaki yüreklerle ve ellerle nasıl ilişkili olduğumuzu sergileyen bir hikaye.
Fast Fashion endüstrisini besleyen ve yeniden üreten tüm unsurları(reklamlar, ihtiyaç sanrısı vs.) açıklarken bu endüstriden en çok zararı gören kim onu sorguluyor. Belgesel, ilk olarak her şeyin bedeli artarken 1990’lardan sonra kıyafetlerin fiyatlarındaki bu anlamlı düşüşün sebebi nedir sorusu ile başlıyor. Sahiden her şeyin maliyeti artarken kıyafetler nasıl bu kadar ucuzlayabildi? Bir çoğumuz modern toplumda yaşayan her “rasyonel” bireyler olarak üzümünü yedik bağını sormadık. Ama tükettiğimiz diğer birçok şey gibi moda sektöründe de kanlı hikayeler var ne yazık ki. Markalar, her yıl 80 milyarın üstünde cirolar yaparken ucuz iş gücünün olduğu Hindistan, Bangladeş, Kamboçya gibi ülkelerde giyim işçileri günlük 2$ kazanç elde edebiliyor. İnsan onuruna yakışmayacak, gerçekten çok kötü şartlarda çalışıyorlar. 2013 yılında Bangladeş’te çöken Rana Plaza’da 1000’den fazla işçi hayatını kaybediyor. İlk defa moda sektörünün yarattığı tahribat sorgulanmaya başlıyor.
Belgeselde bir giyim işçisi “O giysilerin bizim kanımızla üretildiğine inanıyorum. Bir sürü işçi o kazalarda ölüyor. Kimsenin bizim kanımızla üretilen giysileri giymesini istemiyorum.” Tükettiğimiz ürünlerin ardındaki hikayeyi önemsemek ve gerekli hassasiyet göstermek için bu sözlerden daha hakiki ve acıyı bu kadar iyi anlatan başka ne var bilmiyorum.
Belgeselde, moda endüstrisinde her şeyin karı artırmak pahasına yapıldığını ama aslında doğaya verilen zararın maliyetinin, işçinin alın terinin, eğitim ve sağlık sigortasının insanı değerinin hesaplanmadığını, gerçek bedelin hesaplanandan çok daha fazlası olduğunu anlatıyor. Gerçek bedelin hesabında sistemsel problemlerin yanında tüketen bireyler olarak hepimizin sorumluluğu olduğuna inanıyorum.
Dilerim bu yazı tüketim alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçirmenize yardımcı olur.
Sevgiler.
Podcast| Youtube | Slack | Facebook | Twitter | Instagram | Kodcular