Tahsin Karaçoban’ın Sıradan Hikayesi

Fatih Kılıç
Türkçe Yayın
5 min readFeb 12, 2024

--

Önce kokuya alışırsın yoğun bakımda. Sonra seslere. Ne içeriye girdiğinde burnuna gelen dezenfektan kokusu ne de hastaların hayatta olup olmadığını gösteren cihazlardan çıkan ritmik sesler etkilememeye başladığında seni, oluyorsun demektir. Her şeye alışabilirsin burada… Dış dünyadan izole edilmiş odalara, pencerenin dışında devam edegelen hayata, akşam nöbete kalacak olmanın sıkıntısına, personelin hangi arabayı alması gerektiğine karar veremeyişine ya da evliliğinden bu yana bitmeyen borcuna olan serzenişine…

Hastaların bilinci kapalı sayıklamalarına bile alışabilirsin. En sevdiği insanın yanında olduğunu sanmasına ve durmadan ona seslenmesine, yakınların kapı önünde sabırsızlıkla içeri giriş saatini beklerken girip çıkan çalışanların yüzlerine merak ve endişe ile bakmalarına, sadece birinci derece yakınların tek tek içeri alınmasına, içeri girip hastayı belki de son kez görmek için minnetle ricada bulunmalara, hastayı gördüklerinde yüzlerinde beliren o anlatılamaz ifadeye…

Yoğun bakıma alışalı epey olmuştu. Mecburi hizmet için geldiğim burada, Elazığ’da, sayılı günlerim bitiyordu artık. Sıradan nöbetlerin birinde yoğun bakım için sıradan bir hasta yatırmıştık. Tahsin Karaçoban. Sararmış bir amca. Pankreas kanserinin son evresindeydi. Kanser karaciğere metastaz yapmıştı. Hastayı bir süre daha yaşatmaktan başka yapabileceğimiz pek bir şey yoktu ama iyi hissettirebilmek için çok şey yapabilirdik. Yoğun bakımlar bazen bunun için vardır. Şifaya kavuşturamazsınız fakat iyi gelirsiniz hastalara.

Sıradan bir hikayesi vardı Tahsin Karaçoban’ın. Baba adı Mehmet, anne adı Hatice. 6’sı kız 3’ü olan 10 kardeşin dördüncüsü. Memleketi Denizli Babadağ Bekirler köyü. Nüfus cüzdanında doğum tarihi 12.02.1951 yazsa da aslında bu tarihten 20 gün önce dünyaya geldi. O devirlerde çocukları nüfusa kayıt ettirmek için nüfus dairesine ayda bir gidilir. O da şehrin pazarının kurulduğu gündür. Köyde ne kadar doğan çocuk varsa hepsi aynı gün nüfusa geçirilir. Bu yüzden 1951 tarihine kadar doğan civar köylerin bireylerinin doğum tarihleri hep ayın ortalarında aynı gündür. O ay Tahsin Karaçoban gibi 2 çocuğun daha doğum tarihi 12.02.1951’di mesela. Birisi amcasının oğlu Ali, onu geçebiliriz. Diğeri ise bu hikâyenin diğer kahramanı, sarı su damlası gibi bir kız.

Biz Tahsin Karaçoban’a dönelim. Dediğim gibi, aslında görünürde sıradan bir hayatı oldu. İlkokuldan sonra okumadı. Köy işlerinde babasına yardım etti. Pamuk ekti biçti, biraz da buğday. Üç beş koyun, bir iki büyükbaş. Askerlik çağı gelince acemi birliğine Sivas Temeltepe’ye, usta birliğine Tunceli’ye gitti. Ülkenin doğusunu gördü, buraları memleketine benzetti. Nöbetlerde içli içli sigara içti, uzaklara baktı, biraz ağladı. Askerliğin bitimine 6 ay kala gelen Çivrilli albay onu çok sevdi, postası yaptı da biraz rahat etti. İyiliği bununla da bitmedi komutanın. Askerlik bitiminde aracı oldu. Devlet Malzeme Ofisi’nde işe aldırdı. İşi de hazır olunca görücü oldular, Altıntepe köyünden annesinin uzaktan akrabası ile evlendirdiler. Sıradan bir evliliği oldu, bir kız üç erkek dört çocuk. İkisi memur biri esnaf, kız ev hanımı.

Kimse anlam veremese de 1986’da bir anda Elazığ DMO’ya tayinini istedi Tahsin Karaçoban. Eşi karşı geldi. Gelmek istemedi Elazığ’a. Haksız da sayılmazdı. Denizli nere, Elazığ nere? Ne bir arkadaşları vardı ne bir akrabaları. Ne işleri vardı ki Elazığ’da? Eşi günlerce yalvardı, evi terk edip çocuklarını da alarak ablasının yanına gitti fakat kocasını ikna edemedi. Tahsin Karaçoban göçü aldı geldi. Emekli olunca Elazığ’da yıllarca kirada oturduğu evi satın aldı. Eşi bazen gelse de çoğunlukla kardeşlerinin yanında kaldı. Birkaç aydır ara ara olan hafif karın ağrısı ile ilgili doktora gitti geçenlerde. İştahı da azalmış biraz kilo vermişti. Tanısı kondu. Adı konunca hastalığı daha hızlı ilerledi sanki. Şimdi işte burada, yoğun bakımda. Bütün sıradan hikayesiyle sapsarı bir adam.

Hasta dosyasından hikayesini okuyunca hemen yanına gittim. “Hemşerim hoş geldin. Ben de Denizliliyim.” dedim. Şaşırdı önce, gözleri biraz büyüdü. Sonra kayıtsızlığa büründü. İçten içe merak ettiğini biliyordum fakat bir taraftan da sormak istemiyordu.

Tahsin amca fazla konuşmazdı. Sorduğumuz sorulara kısa cevaplar verir, bazen onu da vermez başıyla işaret ederdi sadece. Fakat gözleri çok şey anlatırdı. İçinde büyük hikayeler birikmiş gözler daha farklı bakarlar, bunu ilk görüşte anlarsınız. İşte öyleydi Tahsin amcanın gözleri. Bir gün karnının içinde dolmuş olan sıvıyı boşaltmak için müdahale ediyorduk. “Uğraşma doktor” dedi, “Yine dolacak nasıl olsa.” “O zaman biz de musluğu kapatırız.” dedim. İlk defa o zaman gülümsediğini gördüm. Sapsarı gözleri çok güzel gülüyordu.

Sakin nöbetlerin biriydi. Saat 2.32’ydi. Hemşire masasındaki bilgisayarda çok kısık seste radyo açıktı. Sezen Aksu Ünzile’yi söylüyordu. İçten içe inleyen bir hasta dışında herkes uyukluyor ben tedavileri planlıyordum. Baktım Tahsin amca uzaktaki yatağından sesleniyor, radyoyu kapatmamı istiyordu. Müziği duymasına imkan yoktu aslında ama yine de kapatıp yanına gittim. “Nasılsın hemşerim” diye sordum. Gözleriyle kayıtsız bir işaret yaptı. “Tahsin amca,” dedim, “Hadi beni anladık. Mecburi hizmet için geldim buraya da senin ne işin var Elazığ’da?” İşte o zaman nedendir bilmem “Neresindensin?” diye sordu. “Çivril” dedim. Gözleri güldü yine, “Can komutanımın memleketi.” Aslında annem Çivrilliydi fakat ne fark ederdi ki? O arada hemşire hanım bir hasta için çağırdı, anlık bir yoğunluk oluştu, Tahsin amcanın yanından ayrıldım. Sabaha karşı değerlerini kontrol ederken uyuklayan Tahsin amca beni gördü, gözlerini açtı ve “Kaçtım doktorum.” dedi, “Daha doğrusu kaçmaya çalıştım. O yıl bir şarkı çıktı. Biraz önceki şarkı. Her yerde o çalmaya başladı. Ünzile. Aynı benim Ünzile’mi anlatıyordu şarkı. Gönlümün yandığı Ünzile’mi. Şarkı çaldıkça dar geldi bana Denizli. Şarkı çaldıkça üstüme yığıldı bütün şehir. Ben de kaçabileceğim en uzağa, ta Elazığ’a tayin aldırdım geldim…”

Hasta dosyasında yazmayan, kimselerin bilmediği başka bir hayatı daha vardı Tahsin Karaçoban’ın. 23.01.1951’de doğdu. Onunla aynı gün nüfusa kaydedilen köyden karşı komşusu sarı saçlı, güneş bakışlı o kızı çok sevdi. Ünzile’ydi onun adı. Ünzile de ona karşı boş değildi aslında. Ünzile on birine gelip de biraz boy atınca, köyde dikkat çekmeye başlayınca, bir de Tahsin ile Ünzile’yi çeşme başında görenler olunca başlamadan bitti hikâye. Kızının adının çıkacağı korkusuyla haber saldı Ünzile’nin babası. Pamuk tüccarı Abbas Ağa görücü geldi, kaç koyun istersin diye sordu babasına. İstediğinin iki katını verdi, bir o kadar da pamuk tarlası. Düğünde bardaktan boşanırcasına yağmur yağdı. Ünzile’nin dayaktan morarmış yanaklarını kına sakladı, gözyaşlarını yağmur. Ağa on bir yaşındaki kızı aldı götürdü kuma olmaya. O günden sonra Ünzile’yi bir daha hiç görmedi Tahsin. Ekin biçti, koyun güttü, askere gitti… Uzaklara baktı, iç çekti, gizli gizli ağladı… Ünzile’yi hiç unutmadı da 1986 yılında iyice belledi yeniden. Çünkü o yıl Sezen Aksu isminde Denizlili bir şarkıcı Ünzile diye bir şarkı çıkardı. Her yerde bu şarkı çaldı. Dayanamadı bugünden sonra Tahsin, aldı evini Elazığ’a göçtü. Fakat Tahsin Karaçoban hiç bilmedi şarkıda geçen Ünzile’nin O’nun sevdiği Ünzile olduğunu. Memleket benzer kaderi yaşayan binlerce Ünzile ile doluydu o yıllarda. Nereden bilebilirdi ki şarkının yazarı Aysel Gürel’in yolunun 1962 yılında bir Anadolu turnesinde köylerine düştüğünü? Köyün dışına doğru bir çitin yanında gözyaşı döken güzeller güzeli Ünzile’siyle karşılaştığını. Ve babasından bir hafta sonra kendisinden 40 yaş büyük bir adamla evlendirileceğini öğrendiğini. Çok üzüldüğünü ve bunun üzerine bu şarkıyı yazdığını…

Tahsin Karaçoban’ın sıradan hikayesi burada bitti. Ya da ben öyle sanıyordum.

Ertesi sabah bir mucize oldu. Tahsin Karaçoban’ın yanında boşalan yatağa bir hasta yatırıldı. 12.02.1951 Denizli doğumlu bir kadın. Ünzile Kara. Savcı olan oğlunun söylediğine göre gece bir ara bir ismi sayıklayarak uyanmış. Ayağa kalkmaya çalışmış ve olduğu yere yığılıp kalmıştı. Beyin kanaması. O saatten bu yana bilinci kapalıydı. Şimdi de bir yoğun bakım servisinde Tahsin ile Ünzile yan yanaydı işte.

Tahsin amca benimle konuştuktan sonra uykuya dalmış henüz uyanmamıştı. Büyük bir merakla gidip geliyor Tahsin amcanın uyanmasını, o büyülü anı bekliyordum. Öğleye doğru sol tarafına doğru başını çevirdi ve gözlerini açtı. Önce gözlerine inanamadı. Gözlerini kapayıp tekrar açtı. Gerçekten de O’ydu. Gözlerinin içi öyle bir güldü ki o bakış bir ömre değerdi. Sonra yumdu gözlerini, bir daha da açtığını görmedim.

Çeşme başında son kez buluştukları o tarihten bugüne, 62 yıla eşdeğer 62 gün yan yana bilinci kapalı bir şekilde yattı Tahsin ile Ünzile. Ve sonra bir gün, birkaç saat arayla iki hasta taburcu oldu yoğun bakımdan. Şaşırmayın, yoğun bakıma gelen her hasta mutlaka taburcu olur. Ve bazen ölüm bile güzel bir taburculuktur.

--

--

Fatih Kılıç
Türkçe Yayın

sekiz milyarda bir. hekim. okur, seyreder, düşünür, gönüllü olur, yürür, sürer, bir şeyler anlatır.