Tapınak

Esra Birand
Türkçe Yayın

--

Kısa Hikaye …

Bir bahar günü, havada ılık bir rüzgar esiyor. Bozkırın ortasındaki taştan bir tapınağın önünde durmuş halde, derin bir iç geçirerek gökyüzüne bakıyor. Her yer bozkır rengi, giysiler bile. Bu giysiler özellikle basit tutulmuş gibi. Uzun bir yelek şeklinde üzerine geçirilmiş geniş bir bez ve beline doladığın bir kuşağı var.

Etrafta tek tük ağaçlar, rüzgarla birlikte salınıyor. Çocukluğundan ona huzur vermesi gereken bir yere bakıyor sanki, oysa gerçekte buranın çocukluğuyla hiçbir ilgisi yok. İçinde gençliğinin verdiği bir enerji, o ise tamamen buna kayıtsızlık halinde. Sanki gidecek bir yer kalmamış, buraya aidiyetini kabul etmek zorundaymış gibi.

16 yaşlarında esmer ve çekik gözlü bir delikanlı bu. Başka bir zamana ait gibi ama tanıdık bir mekanda. Böyle bir mekana belki hiç gitmedi aslında, ya da hep oradaydı. Etrafta yine onun yaşındaki gençler tapınağa girip çıkıyorlar. O da bir süre sonra ağır ve kendinden emin adımlarla merdivenlerden yukarıya tırmanıyor.

İçeride diğer gençler eğitimlerine devam ediyorlar. Belli ki o da aralarında parlak bir kişilik. Herkes ona çok değer veriyor ve saygı duyuyor.

Yıllar önce yine bu okulda bir eğitim alıyordu. Fakat o günlerde çok mutluydu. Ailesi ve arkadaşları etrafında, o ise tam da olmak istediği yerde … Tutkuyla dövüş sanatlarına çalışıyor ve bir taraftan da zaman zaman tahtada anlatılan ilmi bilgileri, büyük bir hevesle dinliyordu.

Sonra şehri kuşatılmış ve gençler için aynı zamanda bir okul olan bu tapınak, istilacıların eline geçmiş. Ailesi ve tüm arkadaşlarını bu savaşta yitirmiş. Fakat istilacılar kötü insanlar değillermiş. Onu sevip, aynı zamanda ona sahip de çıkmışlar. İçeriyi kendi gençleriyle doldurup, burayı aynı şekilde hem bir eğitim kurumu, hem bir tapınak hatta hem de siyasi kararların alındığı bir tartışma meclisi olarak bırakmışlar.

Şimdi büyükler odalardan birinde kendi aralarında tartışıyorlar. Bu arada kendisiyle göz göze geldiklerinde, sevgi ve şefkatle selam veriyorlar. Diğer odaların önünden geçerken yine benzer bir sevgi ve saygı ile karşılanıyor. Kimse içinde neler yaşadığını bilmiyor.

İçinde kanayan bir acı var. Herkes nasıl unuttu bunu? Burada bir savaş yaşandı ve tüm sevdikleri bu savaşta katledildi. Kendisi ise hayatta kalan ve kaçmayan tek kişiydi. Artık ölmüş olsalar da, ailesini ve dostlarını bırakıp gidemedi. Hem nereye gidecekti ki? Tek bildiği bu tapınakta aldığı eğitimlerdi. Gideceği hiçbir yer buradan daha iyi olmayacaktı. Sadece sefalet ve yoklukla karşılaşacaktı.

Burada kaldı, eğitimine devam etmek istiyordu. Fakat eğitimi bu tapınağın istilası ile yarım kaldı. Şimdi onlar bildiklerini anlatmasını istiyorlar, diğer gençleri yetiştirmesini bekliyorlar. Ayrıca onun fikirlerine de çok değer veriyorlar, onunla istişare yapmak istiyorlar. Fakat o hala yarım, tamamlanmadı. Her şey yarıda kaldı. O kadar hevesliydi ki öğrenmek için. Her şey o kadar iyi gidiyordu, öyle hızını almıştı ki. Ve yarım kaldı, eğitimi yarım kaldı. Bundan böyle devam edebileceği bir şey yok artık. Ona güven dolu gözlerle bakan bu insanlara bilgilerini aktaracaktı. Ama bunun ona verdiği bir tat yok.

Eğer tapınağı istila edilmeseydi, bunu şevkle yapmak istiyordu. Fakat artık ne istediğini bile bilmiyor. Sadece odaların önünden ağır adımlarla ilerlerken, izlediği tüm gençler ona kendi yaşantısını hatırlatıyor. Bir zamanlar gerçek olan, bugünse sadece bir taklidini sürdürdüğü yaşantısını.

--

--