Tavşan Adası

Cem Uludağ
Türkçe Yayın
Published in
4 min readDec 9, 2018

Yalnız kaldığınızı anladığınızda yaptığınız ilk şey neydi? Ben ilk uçağa atlayıp soluğu Bodrum’da aldım. Gümüşlük’te bir kaç yıldır ailenin hiçbir ferdinin uğramadığı beyaz badanalı bir evimiz vardı. İlk anda aklımdan geçen neydi bilmiyorum. Şok dalgasını atlatmak için hemen yeni birini bulurum diye mi düşünmüştüm? Yoksa madem yalnızım, biraz daha tek başıma kalıp kafa dinlerim mi demiştim kestiremiyorum.

Eve girdiğimde ilk işim kapının yanındaki mavi su vanalarını açmak oldu. Sonra da sigortaları kaldırdım. Elime bulaşan örümcek ağlarını yıkadım hemen dışarıdaki muslukta. Dedemin eski bir motoru vardı. Küçük bir scooter. Çalınmasın diye içeri almış. Mutfaktan çıkardım onu belimi sakatlamamaya dikkat ederek. Koltukların üzerindeki örtüleri kaldırdım. Kapı, pencere ne varsa açtım rutubet kokusu gitsin diye. Balkon ve teras; toprak, yaprak, kum ve ölü böceklerle doluydu. Köşede duran yeşil hortumu musluğa bağladığım gibi fışkırttım zemine soğuk suyu. Kahverengi çamurlu su aktı gidere doğru. Terlikli ayaklarımı da yıkadım serinlemek için. Komşular uyanmamıştı belli ki, kimse görünmedi ortalıkta. Zaten beni tanıyacaklarını da sanmıyordum, hatta hırsız damgası yer miyim diye bir an tereddüt ettiğim bile oldu.

Evin bir miktar yaşanabilir olduğuna karar verdikten sonra çırılçıplak soyunup şortumu giydim. Çantamdan havlumu çıkarıp attım omzuma. Güneş gözlüklerimi yokladım kafamda. Çantamdaki kıyafetleri yatağın üstüne atıp sadece kitap, güneş kremi ve kulaklığı içinde bırakıp çıktım evden. Tişörtümden arta kalan yerleri kapadım havlumla. Berbattı güneş. İlk günden kavrulmak istemiyordum.

Sahile inip havlumu serdim. Şezlongların biraz uzağında, sıcak kumun üzerine. Deniz her zamanki gibi sakindi. Sakin ve mavi. Güvenli sınırı gösteren beyaz dubalar salınıyordu bir aşağı bir yukarı. Tavşan Adası kamburu çıkmış bir deniz canavarı gibi yükseliyordu ortada. Dedem anlatmıştı hikayesini yıllar önce. “Deniz üstünde yürüyebileceğin tek yer,” demişti. Gözleri parlardı dedemin anlatırken. “Tarihi Myndos antik kentinin Kral Yolu üzerinde kurulu yapılardan biriydi,” derdi bilmiş bilmiş. Sanırsın Halikarnas Balıkçısı kendisi. “Halikarnassos kralı Mousolos yaptırmış bu geçidi. Sevgilisi Artemisya ile adaya geçip hem tavşanları besler hem de gün batımını izlermiş kral.”

Hikayenin ortasında uyarmıştı ama. “Annenle babana sakın söyleme bunu. Söz ver Berk!” Ne demek istediğini anlamamıştım ama sır tutmayı pek severdim. Bir oyuna ortak olmak gibiydi. “Söz!” dedim hemen parmaklarımı çapraz yapmadığımı göstermek için ona doğru uzatıp. “Kimseye söylemem.”

“Aferin,” demişti başımı okşayıp. “Ne diyordum. Kral ve sevgilisi gün batımında en tepeye çıkar, Ege’ye yayılan irili ufaklı adaları izler, hayaller kurarlarmış. Kral öldükten sonra da kraliçe bu geleneklerini hiç bozmamış, sanki Mousolos hala yanında gibi onunla konuşa konuşa adaya geçer, tavşanları besler ve güneşi batırırmış.”

“Adada hala o tavşanların torunları yaşıyor. Biliyorum çünkü zaman zaman ben de beslemeye giderim tek başıma. Günbatımını izlerim. Anneannenle konuşurum. Cevap vermez ama konuşurum.”

“Ama anneannem,” diyecek olduğumda sustururdu beni. “Evet. Bu denizde kaybettim onu. Sahile inmiştik bir gün. Hep inerdik aslında ilk değildi ki. Adaya yürürdük onunla kral ve sevgilisi gibi. O gün hızlı davrandı. Bekle beraber gidelim dedim ama dinlemedi. Benden önce atladı yola. Deniz üzerinde hiç bensiz yürümemişti. Ben yetişemeden yoldan çıkıp denizin derinliğine bırakmış kendini. Yüzme bilmezdi. Bunu bildiği halde saldı zaten kendini Ege ye. Kaza veya sakarlık değildi.” Ağlamıştı dedem. Ben ağlamamıştım ama şaşkındım. Anneannemin ölümü hep normalleştirilmişti benim için. “Hastaydı, hayırlısı oldu onun için” demişlerdi. Şimdi daha güzel bir yerdeydi. Onun için sevinmeliydim hatta. Ama dedem onun için sevinmiyordu hiç.

Bir hafta sonra annemlere ağzımdan kaçırdım sırrımızı. İnanılmaz üzgündüm. Hem anneannemin ölümüne hem de dedeme verdiğim sözü tutamadığım için. Sekiz yaşındaydım ben dede. Özür dilerim. Çok kızdı annem. Sadece bana anlattıkları yüzünden değildi üstelik. O böyle olduğunu söylese de dedeme yıllardır kızgın olduğunu, nihayet açığa vurmak için bir bahane bulduğunu biliyordum. O günden sonra dedemi göremedim bir daha. Yazlığa da gitmedik hiç. Ege’nin tüm koylarında tatil yaptık ama asla oraya uğramadık. Orada tek başına yaşadı dedem. Ta ki hastanede yoğun bakım odasına gizlice girdiğim güne kadar onu görmedim. Cenazesinde evde oturdum tek başıma. Gelmeyi reddettim kesinlikle. Bir anlamı yoktu bu saatten sonra.

Ada kapalıydı şimdi arkeolojik kazı nedeniyle. Deniz üzerinde yine yürüyebiliyordunuz ama. Tarihi kalıntının kırık dökük taşlarına basıp adaya kadar gidip tel örgü çitlere ulaştım. Garip bir histi. Hiç izin verilmemişti bu yoldan yürümeme. Tavşanları merak ettim, kazı yapılırken onlar ne yapıyordu acaba? Yuvalarına sinmiş kazma kürekli insanların gitmelerini mi bekliyorlardı? Yoksa bir yere mi toplatılmışlardı? Geri dönerken yolun ortasında durdum. İki yanım masmavi, dibi görünmeyen denizle kaplıydı. Bileklerimi yaladı serin su. Parmaklarıma baktım, suyun içinde kırılıyordu görüntüleri. Anneannemi hayal meyal hatırlıyorum. Ama ona hak vermemek elde değil. Deniz daha güzel bir yaşamı müjdeliyordu sanki. Onun hayatı hep zor olmuştu, tıpkı şu an benimkinde olduğu gibi. Dedem de onu aldatmıştı belki. Ya da gençliğini çalmıştı ondan. Kimbilir, belki de gün yüzü göstermemişti kadıncağıza. Her şey olabilir. Yoksa durup dururken intihar eden bir anneanne duymamıştım hiç. Olacak iş miydi?

Onun izinden gidip saldım kendimi derin sulara. Daldım en dibe kadar. Ne antik Myndos kentinin taşları ne de sarı yeşil deniz otları görünüyordu şimdi. Gözümü açtığımda uçsuz bucaksız, ışıksız bir lacivert görüyordum. Ağzımdan baloncuklar çıkararak yükseldim aydınlığa doğru. Gökyüzü ve denizi ayıran o çizgiyi gördüğüm gibi yardım başımla. Oksijen doldu tekrar ciğerlerime. Işıldadı gözlerim. Turistler bana bakıyordu. Yerlisi de yabancısı da. “Aramızdaki tek fark” dedim anneanneme. “Benim önümde çok daha uzun bir yol olması.”

Facebook | Twitter | Instagram | Slack | Kodcular | Editör | Sponsor

--

--