Teşekkür Ederim: Patti Smith ve Robert Mapplethorpe
İlham ve İdolden Öte
9 Kasım 2013’te Tüyap Kitap Fuarı’ndan ayrılırken çantama giren ganimetlerimden biri: Patti Smith, Çoluk Çocuk’tu. Kitapların rastgele bir sayfasını açıp gözüme takılan ilk cümleyi okumak gibi bir huyum vardı. Yine huyum kurusun, bu davranışı “başkasının dünyasına işaret parmağımla dokunmak” olarak görürdüm. Hala öyle.
Hani üfleyerek baloncuk çıkardığımız oyuncak var ya, heh işte ondan çıkan bir baloncuğu patlatıyormuş gibi bir his gelirdi içime.
İşte yine o gün, yol aldığım otobüsün cılız, sarı ışığında kitabın kapağını kaldırdım ve gözüme ilişen rastgele bir cümle ile “başkasının dünyasına” ilk dokunuşumu yaptım:
“Sanatçı olmak için gerekenlere sahip olduğuma dair bir kanıtım yoktu, fakat sanatçı olmak için yanıp tutuşuyordum. O çağrıyı hissettiğimi hayal ettim, gerçek olması için dua ettim.” diye yazmıştı Patti Smith.
Cümleyi okuduktan sonra kitabın kapağını usulca kapattım. Ancak meraktan ölecektim. Acaba bu kitap elimden tutup beni hangi dünyalara götürecekti?
Henüz hakkında pek de bir şey bilmediğim bu kadın, elimi yakalayıp beni başım dönesiye kadar çevirdi çevirdi ve bir anda bırakıverdi.
“Hadi! Git şimdi, yolunu bul.” dedi. Tıpkı bir zamanlar kendisinin yaptığı gibi.
Yazıya başlamadan önce “Kendine özgü tavrıyla punk rock’ın kraliçesi olarak anılan, yaşadığı dönemi yansıtmaktan çok onu değiştirmeye inanan bu asi ruhlu kadınla alakalı yazmak haddime midir?” diye sormadan edemedim.
Fakat sevgili Patti, sen nasıl Rimbaud’un dizelerinden, John Lennon’ın sözlerinden Bob Dylan’ın ya da Jim Morrison’ın tınılarından güç aldıysan, nasıl onları aile bireylerin olarak gördüysen işte 2013 yılından beri bana da aynı şekilde güç veriyorsun.
Kahve ve jöleli çörek bağımlılığının tadını, arka arkaya üç kez “Strawberry Fiels” dinleyerek çıkardığını söylerken şunları ekliyorsun:
“Bu benim özel ayinimdi, güçsüz düştüğümde ihtiyacım olan kudreti John Lennon’ın sesinden ve sözlerinden alırdım.”
Evde kaldığım bu dönemde, altını defalarca çizmekten yıpranmış kitabının sayfalarına tekrar geri döndüm. Ellerimi bir kez daha sana doğru uzatarak şunları söyledim:
“Yine tut elimden, başım dönene kadar çevir. Sonra bırak. Biliyorum, yolu bulmak için önce kaybolmam gerek.” Zira benim de “kaderin beni iten eli olarak yorumlayacağım” o “küçük beyaz cüzdana” ihtiyacım vardı.
Bahsetmeye çalıştığım salt sanatçı olma hayalinin peşinden gitmek değil, yanlış anlaşılmasın. Benim için Patti Smith sanatından, yaptıklarından, sahip olduğu her kimlikten bağımsız bir sembol. Bir idolden, bir ilhamdan öte bir şey.
Ara sıra Çoluk Çocuk’u elime alıp okurum. Bazense sadece altını çizdiğim cümlelere göz atarım. Kitapta Robert ile paylaştıkları hayalin, dahası hayatın hikayesi anlatılıyor. Patti tutulması zor bir söz veriyor Robert’e: hikayelerini anlatma sözü. Birbirlerine sırtını vermiş iki gencin özne olduğu bu hikayede yola tanıdık isimler, bilindik yerler de katılıyor. Böylece biz de sadece Patti’nin günlüğünde kalmayan anılara ortak oluyoruz.
Bu da yetmiyor bazılarımız o anıları metafor haline getirip hayatına iliştiriyor.
Patti’den öğrendiğim ilk şey: asıl meselenin zor koşullarda fark yaratmak olduğu.
Çünkü hayatta ulaşılmayacak hedef yok. Çünkü insan istediği her şeyi yapabilir. Ancak yola çıkmadan önce yüzüne kapatılan kapıları açmak için alet çantasına alması gerekenleri hazır etmesi ve kapıları nasıl açacağını öğrenmesi gerekir. Alet çantasına konulacakları tespit etmek için ise önce hedef belirlenmelidir. Neticede herkes Alice ya da çilingir değil.
Meteliksiz bir halde New York’a doğru yola çıkarken itici gücünü bulan Patti de şöyle diyor:
“Geleceğimi kimse bilmiyordu, ancak herkes beni bekliyordu.”
New York’a gelen Patti’nin Robert ile yollarının kesişmesi de enteresandır. Sonra o yol, içinde dolaşan diğer ruhlar gibi efsane Chelsea Hotel’e çıkar ve Chelsea Hotel, Patti deyimiyle ikilinin “yeni üniversiteleri” olur.
Tabloya uzaktan bakınca Robert olmadan Patti, Patti olmadan da Robert olmazdı diyorum. Birbirlerini değiştirmeye çalışmadan sürekli destekleyen, yüreklendiren ve birbirlerini olduğu gibi kabul eden iki insan var tabloda.
İşte tam da bu yüzden biraz akışa güvenmeli ve etrafımızda tutacağımız insanları da iyi seçmeliyiz.
Bilindiği üzere insanlar konuşur. Doğaları gereği konuşur. “El alemin ağzı torba değil büzesin” diye boşuna dememişler mesela. Valla var bu ataların bir bildiği. El alemi susturamayız belki ama kimi dinleyeceğimizi seçebiliriz. Diğerlerine de güler geçeriz.
O yüzden başkasının ne dediğini çok umursama, görüp duyduklarını çok da kişisel algılama. Yanında yürüyen insanlara tutup sıkıca sarıl. Bırakma. Henüz “yaşadıklarımdan öğrendiğim” pek bir şey yok belki ama okuduklarımdan öğrendiğim birkaç şey var.
“Bazılarımız doğuştan asidir.” diyor Patti. İşte hikayede yolları New York’ta kesişen iki asi nehir de birbirine karışıp derine aşındırma yaparak akıyor. Geçtikleri, tecrübe ettikleri, kıvrıldıkları yollardan önlerine katarak biriktirdikleri alüvyonlar sayesinde bugün pek çok sanatçıya pek çok insana ilham oluyorlar.
Patti yazdığı şiirleri Rock n Roll ile harmanlayıp Punk Rock’ın vaftiz anası olarak yükselirken Robert ise fotoğraflarında daha önce denenmemişi denemeye yelteniyor. Çok da iyi oluyor. Çünkü “Robert’ı bir sanatçı olarak en çok heyecanlandıran, daha önce kimsenin yapmadığını üretiyor olmak.”
Yani aslına bakacak olursak tek bir yol yok hedefe giden. Yollar var. Bazıları daha önce keşfedildi. Bazıları henüz denenmemiş. Hangi yolu seçeceğimiz ise bizim elimizde. Seçtiğimiz yolla yolculuğumuzun akıbetini belirleyebiliriz.
Hadi düşün şimdi.
Neden yaşıyorsun? Neden geldin bu dünyaya? Neden bizimlesin? Yolculuğun nereye? Hangi yollardan gitmek istersin varacağın yere?
Bir kere geliyorsun. Yaşama anlam katman lazım.
Dön kendine sor. Dışarıda, onda bunda aradığın cevaplar “aradığın yerdekilerin” cevabı, senin cevapların değil onlar. İçine dön ve orada bulduğun her kimse ona sor cevabı.
Şöyle düşünmüş bir zamanlar Duygu: “İste. Çok iste. Bıkmadan iste. Çabala. Kendine inanarak çabala. Şimdiye kadar bu iki ilkeyle hareket edip varamadığın nokta olmadı. Olmak istediğin yerdesin, olmak istediğin yerde olacaksın. Sana güveniyorum.”
Başkasına bir şey kanıtlamaya ihtiyacın yok. Bunu ara ara unutacaksın. Ama hatırlat kendine. Yoksa için kuruyor görüyorum, biliyorum. Olan yine sana oluyor.
Sen yetersiz değilsin. Bak, Patti ve Robert, onları parkta görüp omuz silkerek “Hadi canım, bunlar çoluk çocuk.” diyen adamın yüzünü nasıl kara çıkardı?
Henüz yaşanmışlığı kısa sayılabilecek hayatıma dönüp baktım. Bir şeylerin bitip yenilerinin başladığı her geçiş dönemi sancılı olmuş. Ama nerede emeğim, çabam, isteğim ve doğru hissettiğim değerlerim varsa onlar bulmuş yolunu. Bulmuş ve diğer yolda olanlarla birleşip birlikte büyüyerek akmışlar.
Bir yere vardıklarında da artık yeni akıntılara yol açmışlar.
İşte bu yüzden teşekkür ederim Patti Smith ve Robert Mapplethorpe.
Unutmadan şuraya bir “memento mori” yazalım. Yani bir gün öleceğiz, şimdi bunu hatırlayıp yaşayalım.
Beğendiyseniz alkışa istediğiniz kadar tık tık yaparak daha çok yazıp üretmeye destek olabilirsiniz.
Aynı zamanda duygubalkan.com’da ve instagram’da duyguanlatsin olarak yer almaktayım!