Terapi Sohbetleri #2: Hayatla İyi Geçinmek, Seçimler ve Tükenmişlik Üzerine

Gizem Sevinç Selvi
Türkçe Yayın
Published in
4 min readDec 11, 2019

Klinik Psikolog Reyhan Algül’le sohbetimizin ikinci ve son kısmında sıra. Günün konusu biraz tükenmişlik, biraz kendimizi yoklayabilmek, biraz da tatminkar bir iş arzusunu yönetebilmek. Eh, iflah olmaz bir çarkın içindeyiz; bu meseleye sorular, sayfalar yetmez… Konu sizin için cazipse Reyhan’ın belli aralıklarla The School of Life’ta anlattığı dersi inceleyebilirsiniz, epey doyurucu olduğunu söyleyebilirim. Son olarak, unutmayın ki yalnız değilsiniz, kendinizi tefe koymadan önce aşağıdaki önerilere kulak kesilmek, hayatınıza cevap hakkı doğurabilir. İşe yarayacağına kuşku yok…

Gizem Sevinç Selvi

Hayatla daha iyi geçinebilmek için hangi davranışlardan, düşünme biçiminden uzak durmak gerek?

Hayatla kavga etmek bizi daima mağdur, onu da zalim olarak konumlandırır. İstemeden bir döngü yaratır ve buna inanırız. Aynı şey kontrol konusunda da geçerli: Hayatı kontrol etmeye çalışmak büyük bir yanılgıdır. Hayat bizi kontrol edebilir ama biz onu edemeyiz. Bu yüzden hayatla dostane bir ilişki sürdürmeyi öğrenmek gerekiyor. Bu dostluktan keyif almak için de kendimize izin vermeliyiz.

Klişe bir biçimde sosyal medyadan şikayet etmeyeceğim çünkü faydaları çok açık. Yine de bu aracın bize verdikleri kadar bizden götürdükleri de var… Sana göre sosyal medyanın en büyük tuzağı ne?

Sosyal mecralar kıyas kapasitemizi artırdı. Eskiden akrabalarla, komşularla kıyaslanırken yahut kendi kendimizi kıyaslarken şimdi neredeyse tüm dünyayla kıyaslıyoruz. Bu şüphesiz tehlikeli bir durum. Bazıları daha şanslı, bazıları daha iyi yapıyor, bazıları daha çok biliyor, bazıları daha çok uyguluyor… Bunun sonu yok. Hepimiz eni sonu ölümlü varlıklarız ve acı çekerken aynıyız. Tüm o farklar insan olma ortak deneyimi içinde yok oluyor. Bunu zaman zaman kendimize hatırlatmak faydalı olabilir.

The School of Life’taki dersinde şunu söylediğini hatırlıyorum: Yaptığı işin ya da çalıştığı ortamın kendisine uygun olmadığını düşünenler tükenmişlik sendromuna daha sık yakalanıyormuş. Böyle hisseden çok fazla insan var. Bir devrim yapıp her şeyden vazgeçmek, kapıyı vurup çıkmak da pek akıl karı değil. Bu durumda daha sağlıklı bir geçiş için ne yapılabilir?

Gitmenin ve kalmanın kendine göre artıları, eksileri ve bedelleri var. En büyük sıkıntımız yaptığımız şeylerle ilgili sorumluluk üstlenmekten kaçınmak, korkmak. Soru şu; iki seçimin ayrı ayrı bedelleri var, ben bunlardan hangisini ödemeye daha gönüllüyüm? Bu sorunun cevabını bulabilmek önemli bir avantaj sağlıyor. Bir de yaptığımız işe veya yapmak istediğimiz işe bir anlam yüklemeye çalışmak bizi sağlıklı bir sonuca götürebilir. Bu konu üzerine, kendimiz üzerine ders gibi çalışmak gerekiyor. Doğruya en yakın cevapları bulabilmek için sakince ve sabırla beklemek şart.

Yaptığımız işi hangi kriterlere göre tatminkar sayabiliriz?

Akla ilk gelen ücret-emek dengesi olsa da yapılan pek çok araştırmadan çıkan bir sonuç daha var: Anlamlı bir iş yaptığını düşünenler günün sonunda daha çok tatmin oluyor. Elbette daha adil biçimde, daha çok kazanmayı herkes ister ama yaptığı işte anlam bulanlar daha azına da razı olabiliyor. Bu yüzden işinizin yaşam amacınızla uygunluğu, uzun dönem hedeflerinize katkıda bulunup bulunmadığı paradan daha önemli kriterler.

Hayatımızda ne eksikse bir türlü huzura eremiyoruz?

Buna kesin bir cevap vermek güç, ama piyasadaki yeni “iyi hissetme trendleri”nin peşinden koşarak huzura eremeyeceğimiz çok açık. Huzuru kendi hayatınız için yeniden tanımlayabilmelisiniz. Hayat mutluluk ve mutsuzluk ekseninde ilerler. Aynı şekilde bazen huzurlu, bazen huzursuz oluruz ve bu normaldir. Bu durumu kabullenme bilgeliğimizi geliştirmemiz gerekiyor. Hiçbir huzur sonsuza dek sürmez. Bize ferah ve iyi hissettiren anlar geldiğinde “hoş geldin” demek, aksi olduğunda bunu da kabul etmek bize yardımcı olacaktır. Huzursuz hissinden bir an önce kurtulmaya çalışıyoruz, halbuki biraz onunla kalabilmek ve “bugün de böyleydi” diyebilmek insanı ruhsal olarak genişletiyor.

Bu başlıkta son olarak şunu soracağım: Son günlerde Twitter’da dolaşan bir video var, Ken Loach’un “Riff-Raff” filminden bir sahne. Stevie karakteri Susan’a dönüp “Depresyon burjuvalar içindir, biz sadece sabah uyanır yollara düşeriz” diyor. Film 1991'den ama hala böyle düşünenler çıkıyor. Karşılaşıyor musun?

Bizler kapitalizm çarkını döndürmesi beklenen dişlileriz. Ayrıca arzu etmemiz, bu arzularla daha fazla harcama yapmamız ve itaatkar olmamiz isteniyor. Marjinalliğe bile belli sınırlar içinde iznimiz var. Kapitalizm herkesin ruh sağlığı ile farklı şekillerde oynuyor. O yüzden depresyon farklı kaynaklardan beslense de herkes için aynıdır ve herkes içindir. Yine de dezavantajlı gruplar için risklerin farklılığını yadsıyamayız. Kadın olmak, azınlık olmak, lgbt olmak vb. daima riski arttırır.

Burada ayırdına varmamız gereken; gerçek dertlerle üretilmiş dertlerin birbirinden farklı olduğu. Günümüz problemlerinin çoğu bu üretilmiş dertlerden kaynaklanıyor.

--

--

Gizem Sevinç Selvi
Türkçe Yayın

An introvert undercover, content creator IG: @gizemsevincselvi