The Batman: Gotham’ın Hak Ettiği Film Sonunda Geldi Mi?

Samet Yapıcı
Türkçe Yayın
Published in
10 min readMar 9, 2022

DC evreni pek ilgimi çeken bir evren değil. Aslında bu evrene dair bir bilgim olmamasından kaynaklı da olabilir. Hiç DC çizgi romanı okumadım, her filmlerini izlemedim. Aramızda hep bir mesafe varmış gibiydi. Batman dışında ilgi duyduğum bir karakter de yok açıkçası.

Spiderman ve Batman animasyonlarını izleyerek büyüdüm. Bu iki karakterin yeri ben de ayrı. Bu zamanlarda bile iki karakterin filmlerine ve oyunlarına ayrı bir ilgi ile yaklaşıyorum. The Batman filmini de ilk duyurulduğu andan itibaren bekliyordum. Keza biletimi bile bir ay önceden almıştım.

Gelgelelim vizyon günü geldi ve ben de filmi izleme şansı buldum. Filme ayrıntılı olarak değinmeden önce söylemeliyim ki film gayet başarılı. Bir başyapıt mı? Bence hayır. Sevmediğim, potansiyelini harcadıklarını düşündüğüm noktalar var. Ama genel olarak filmi beğendim. Eskiden yazıların sonuna yapım hakkında puan verirdim. Son zamanlarda hiç vermemiştim. Uzun zaman sonra bir filme puan vereceksem bu The Batman olsun. Sanırım 4 yıldız veya 8.8/10 gibi bir puan The Batman için uygun olacaktır.

Son olarak şunu eklemek istiyorum, yazının ana odağı elbette The Batman ama ara ara diğer Batman filmleri ve oyunları hakkında da konuşacağız. Ayrıca yazının ilk kısmında ipucu(spoiler) yok. Bir süre sonra ipucular içeren yere geleceksiniz ve ben size orada uyarımı yapacağım. Keyifli okumalar.

Herkesin düşündüğü konu bu film Nolan’ın Dark Knight üçlemesinden daha iyi mi olduğu. Bence bu konuya farklı noktalardan değinmemiz gerekiyor. Öncelikle The Batman içinde bulunduğu üçlemenin ilk filmi. Bir üçleme ile karşılaştıracaksak üçlemeyi bir bütün olarak, önce diğer filmlerini de gördükten sonra yorum yapmamız gerekiyor. Öte yandan The Dark Knight filmi çoğu kişiye göre tarihin en iyi süper kahraman filmi. Hal böyle olunca çıtayı çok yükseklere taşımış bir film ile kıyas yapmak The Batman’e haksızlık olur. Zaten The Batman kendini bir süper kahraman filmiymiş gibi göstermiyor. Gayet gerilim dolu, yetişkin içerikleri bir hayli fazla olan ve Batman’in süper kahraman gibi gözüktüğü anların çok sınırlı olduğu bir yapım. Dolayısıyla filmler arasında kıyas veya karşılaştırma yapmak çok doğal olsa da doğru çıkarımlar elde edeceğimiz bir tartışmaymış gibi durmuyor.

Özellikle “The Batman: Gotham’ın Hak Ettiği Film Sonunda Geldi Mi?” diye bir başlık attım. Çünkü bu sorunun cevabını herkes kendi içinde bir düşünmüştür ve kendilerince bir cevabı olmuştur. Benim burada altını çizmek istediğim nokta hangi filmin daha iyi olduğu değil, hangisinin daha iyi bir Batman ve Gotham portresi çizmiş olduğu. Bence bu sorunun cevabı çok net bir şekilde The Batman. Evet, Dark Knight çok iyi bir film. Hatta senaryo ve tempo anlamında The Batman’den daha iyi. Ama bence insanlar Heath Ledger’in ölümünden sonra seriye ve Joker tiplemesine ayrı bir anlam yüklediler. Nolan etkisi de göz önüne alındığında sanki daha iyisi gelmeyecekmiş gibi bir algı oluştu. The Dark Knight da Nolan’ın tüm üçlemesi de film olarak daha başarılı olabilir ama bu The Batman’in çok daha doğru ve net bir Batman modeli yarattığı gerçeğini değiştirmiyor.

Köken

DC’nin ve Warner Bros’un kendi evrenlerini yaratma konusunda ne denli sıkıntılı süreçler yaşadıklarını çok iyi biliyoruz. Zack Snyder’ın şahsına münhasır bir evren yaratma isteği başarıya ulaşamayınca, DC’nin izlemek istediği yol -belki de onların son kurşunu olacaktı- JOKER’in solo filmi ile açığa çıktı. Politik ve bir hayli sanatsal JOKER filminden sonra, iyi-kötü ayrımından çok izleyiciye daha fazla gri alan bırakan; insanların kişiliklerini ve geçmişlerini sorgulatan okumalar yapmamıza olanak tanıyan filmler yapmaya yöneldiler. JOKER’in başarısı inançlarını tazelemiş olacak ki, bir hayli cesur bir karar ile Batman’in özüne inmişler ve Matt Reeves, Batman’i ve Gotham’ı ne kadar iyi anladığını göstererek kendi Batverse’ünü(Batman Evrenini) yaratma yolunda çok önemli bir ilk adım atmış.

Yıllardır Batman’in, inci kolye hikayesi özelinde köken hikayesini pek çok kez izledik. Bu filmin kalıplaşmış köken hikayelerinden çok Bruce Wayne’in ailesini merkeze alması ve Gotham’ı çok doğru bir tasvir ile sadece Batman’in değil, Batman dünyasının da doğuşunu anlatması çok yerinde olmuş.

Filmin tanıtımı yapılırken kullanılan siyah-kırmızı renk seçimleri filmin genel temasına da çok uygun düşmüş. Batman’in “Ben İntikamım” söylemleri ile etrafta vahşet gösterileri sunduğu bir Gotham ortamında; tema, senaryo ve müzik üçlemeleri ile birlikte renk paletinin de birbirleriyle çok uyumlu olduğunu söyleyebilirim. Politika, mafya, intikam, delilik ve bağlılık konularının bir Batman köken hikayesi için ne kadar doğru seçimler olduğunu filmi izleyince anlıyorsunuz. Filmin tüm bu elementlerinin ne kadar iyi işlendiğini de hesaba katarsak, genel olarak The Batman çok olumlu bir köken filmi.

(Şu andan itibaren yazıda film deneyiminizi önemli ölçüde zedeleyebilecek ipucular yer almaktadır. Filmi izlemediyseniz okumaya devam etmemenizi, film hakkındaki genel görüşlerimi özetlediğim sonuç kısmına geçmenizi öneriyorum. Fotoğraflarda ipucu yoktur, bakabilirsiniz.)

Gelişim

Detective Comics’in 1939 yılında çıkan #27 numaralı çizgi romanı ile dünyanın en büyük dedektifi olarak anılan Batman karakteri doğmuştu. Nice isimlerin elinden geçti, nice yapımlar yapıldı ve son olarak The Batman filmi ile yeniden hayat buldu. Aynı yaratıldığı dünyaya benzer bir dünyada, yine dünyanın en büyük dedektifi adı altında bulmacalar peşinde koşmasını izlemek benim en memnun kaldığım noktaydı.

Batman oyunları hem oyun dünyası için hem de Batman evreni için çoğu noktada kusursuz işler sergileyen oyunlardı. En basitinden, oluşturulan Gotham teması ve oyundaki NPC’lerin (Oyuncu olmayan karakter) Batman hakkındaki korku dolu sözleri bile Batman’i anlamak için yeterli olan anlar yaşatıyordu. Oyunlardan yıllar sonra, yaşanılan aynı korkuyu, endişeyi ve adalet eksikliğini hissettiren başka bir Batman yapımı görmek beni çok memnun etti.

Oyunlarda karakter tasarımları filmlerden çok farklıdır. Batman’nin kullandığı teçhizatlar çok daha çeşitlidir, Gotham çok daha karanlık ve tehlikeli bir yerdir. Oyunlarda Batman bir süper kahraman değil, Gotham’ın zorluklar içinde doğan sembolüdür. Aynı Gotham gibi yaralı, yalnız ve tekinsiz…

Filmin başında, Bruce’un ağzından günlüğüne yazdığı cümleleri duyuyoruz. Film hikaye anlatımı olarak çok üst bir noktada başlıyor ve filmin sonunda yine Bruce’un kendi ağzından söylediği sözler ile hikaye anlatımı sonlanmış oluyor. Filmin başındaki o sekansta, “Ben gölgelerin içinde değilim, ben gölgenin ta kendisiyim.” cümlesi ve Batman işaretini gören haydutların kaçışını görmemiz, hikaye anlatımının ne denli güçlü olduğunu hissettiren noktalardandı. Çünkü Batman’in Gotham’da saldığı korkuyu ve daha Batman olarak ikinci yılında olan Bruce’un, Gotham’ın simgesi olmaktan ziyade, tamamıyla intikamcı bir kimlikte olduğunu anladığımız ilk yerdi. Film böylece bir hayli çarpıcı bir mesajla açılmış oldu.

Filmin açılışından sonra Riddler’ın korku filminden çıkma cinayet sahnesiyle olaylar silsilesi başlamış oluyor. Filmin hikaye anlatımı dedektiflik temasına uygun olarak izleyiciyi oyunda tutmaya yönelik işlenmiş. “Köstebek acaba kim?” bilmecesi dışında tüm bilmeceler sürükleyiciydi. Aynı bir video oyunlarındaki görevlere benzer şekilde tasarlanmış, adım adım ve “kümülatif” olarak devam ediyor. Köstebek bilmecesi de gayet güzel olsa da fazla uzatılmış olmasından dolayı bendeki heyecanı giderek söndürdü. Yine de, filmin son yarım saatindeki final sekansı hariç, Riddler karakteri bilmeceler özelinde gayet doyurucu ve senaryoya hizmet eder bir şekilde tasarlanmış.

Filmde Riddler’ın ortaya çıkış hikayesine de tanıklık ediyoruz aslında. En nihayetinde Riddler da aynı Batman gibi kimliğini gizleyen; temel amacı Gotham’daki yozlaşmaya parmak basmak olan biri. Filmin, Batman- Riddler ilişkisini “Her süper kahraman kendi düşmanını yaratır” kalıbına sokmak gibi bir derdi olmasa da, Batman-Joker hikayesinin temelini oluşturan “birbirini tamamlama veya biri olmadan diğeri de olamaz” gibi ilkelerden bir hayli esinlenildiğini söyleyebilirim. Hiç gerek olmadığı halde filmin final sekansındaki aksiyon sahneleri, Riddler’a Joker tiplemesi yaptırmalarının adeta bir yansıması gibi.

“Batman’in gerçek maskesi Bruce Wayne’dir.”

Bu filmde Bruce’u büyük çoğunlukta Batman kostümüyle görüyoruz. Diğer filmlerin aksine, Bruce’un çapkın iş adamı görüntüsünden uzak olması bu film için anlaşılabilir bir durum. Ailesinin bir türlü açığa kavuşamayan cinayetinden sonra, intikam peşinde koşan bir kanunsuz olmaktan çok daha fazlasına sahip olduğunu hissedebiliyoruz. Aklı karışık, güvensiz ve yalnız birisi. Aslında aynı Batman gibi diyebiliriz.

Filmin ilk yarısındaki intikam teması, sonlara doğru kendini kahramanlığa bırakıyor. Filmi izlerken “Batman Gotham içindir.” mesajını vermemelerinden yakınmıştım ama özellikle final sekansından sonra Batman’in kendi çıkarlarından daha çok Gotham’ı önemsemesi, Gotham’ın bir sembolüne dönüşmesi, Batman ve Bruce Wayne ilişkisinin ortak kökenine ışık tutuyor. Filmde gözümüze sokmadan “Batman kötü adam olmaktan bir adım uzaktadır.” mesajı çok güçlü bir şekilde veriliyor. İntikam duygusunun baskın olduğu ilk anlardaki vahşet anları, filmde çizilen Bruce Wayne ve Batman profillerine direk hizmet ediyor ve senaryo anlamında dışta kalan veya gereksiz gözüken tek bir gerilim sahnesi göremiyorsunuz. Özellikle filmin ikinci yarısındaki tempo düşüklüğünü dikkate alırsak, Batman’in Gotham halkı için bir kurtarıcıya dönüşme serüveni yavaş ve ince işlenirken, filmin ilk yarısındaki intikam teması ise temposu yüksek biçimde ve keskin hatlarla işleniyor. Filmin genel temposundaki tutarsızlığı eleştirecek olsam da, senaryo bağlamında tempodaki iniş çıkışları anlaşılabilir buluyorum.

Filmin kendini olgunlaştırma sürecindeki Wayne ailesi ve Riddler arasındaki bağlar, Bruce Wayne ve Riddler arasındaki bilmece geriliminden çok daha fazlasını ifade ediyor. Riddler karakterinin oluşmasındaki temel iki motivasyonun Gotham’ın yozlaşması ve Batman figürü olduğunu düşünürsek, Wayne ailesindeki üstü örtülen sorunların Bruce’un yüzüne vurulması, yine kendisi tarafından, Batman tarafından oluyor. Batman ve Bruce Wayne ilişkisi, çok çarpıcı ve derinlikli bir şekilde izleyenlere sunuluyor. Tüm bu yaşananları Bruce’un kendi içindeki hesaplaşmasını görmemiz açısından değerli olduğunu düşünüyorum. Karakter gelişimi hem Bruce Wayne için hem de Batman için bir köken hikayesi için bile tatmin edici seviyede.

Film için bir bilmece…

Filmi genel olarak beğendiğimi ve çok iyi bir Batman filmi olduğunu düşündüğümü artık biliyorsunuz ama aynı zamanda potansiyelini harcadıklarını düşündüğüm noktalar da var.

“Cehennemde görüşürüz.”

Riddler’ın çizgi romanlardan ve oyunlardan çok daha farklı bir profil ile karşımıza çıktığını, yine de hikayesinin derli toplu ve filmin temasına uygun bir şekilde işlendiğine hemfikiriz. Planladığı tüm bilmecelerin motivasyonu anlaşılabilir ve gerçekçi. Film boyunca da aynı motivasyonu korumayı ve karakteri senaryoda tutarlı bir zemine oturtmayı başarmışlar, ta ki final sekansına kadar.

Batman’i Gotham için simge haline getirmenin başka yolları da varken, hiç ihtiyacı olmamasına rağmen, film bir anda Riddler için adım adım işlemiş olduğu karakterin gelişimini elinin tersiyle itiyor ve çok beğendiğim senaryosunu zirveye çıkarmaya ramak kalmışken talihsiz bir şekilde bunu başaramıyor.

Riddler’ın, Gotham’daki sorunları kendine has bilmeceleri ve akıl oyunlarıyla alt etme davranışları final sekansıyla beraber vahşete ve aksiyon partisine dönüşüyor. Gücünü aldığı şehrin özüne ve yine kendi şehrinin halkına karşı bir anda nefret dolu saldırılar düzenlemek, Riddler için film boyunca işlenen karakter gelişimine ters. Şehrin farklı noktalarında patlamalar düzenlemek ve insanların üstüne makineli tüfek mermileri boşaltmak Riddler’ın tarzı da değil derdi de. Riddler’ın filmde çok daha başka idealleri var. Final sekansında yaşanan aksiyon dolu sahneler her ne kadar estetik dursa da, senaryo için gereksiz ve tutarsız olmaktan öteye gidemiyor.

Filmin ikinci yarısında tempo düşüklüğü ve aksiyon eksikliği sezdiklerinden mi yoksa filmi duygu olarak yüksek bir noktada bitirmek istediklerin mi bilmiyorum ama onlarca doğru tercih arasında filmin final bloğu başarılı işlenmemiş. Son sahneye hazırlık süreci hikaye anlatımı açısından güzel olsa da yine tatmin edici bir final gerçekleşemiyor.

Tüm bunlara rağmen bu filmin ilerde gerçekleşmesi planlanan üçlemenin ilk kısmı olduğunu unutmamak lazım. İkinci filme ve yan dizilere pencere açma konusunda ise oldukça başarılı.

Üzüldüğüm ve hayal kırıklığına uğradığım bir başka nokta ise Penguin, nam-ı diğer Os…

Batman düşmanları arasında Penguin kadar Matt Reeves’in yaratmak istediği evrene uyan başka bir karakter yok. Mafya, politika, yozlaşma, para ve Carmine Falcone gibi birçok etken filmde Penguin karakterini oyuna sokmak için bir neden olabilirdi. Batman için çok önemli olan bu adamın, filmde Carmine Falcone’un topal yancısı olmaktan öteye geçemediğini görmek benim için büyük bir hayal kırıklığı oldu. Dizisini planladıkları için veya ikinci filmde kullanmak istediklerinden mi bilmiyorum, senaryoya çok ama çok az etkisi olan; Carmine Falcone’u anlatmak için kullandıkları bir araç olan yan karakterden başkası değil. Üstelik Colin Farrell gibi saçmalık seviyesinde iyi bir oyuncunun harcanması canımı daha da acıttı açıkçası.

Hazır rahatsız olduğum noktalara değiniyorken araba/kovalama sahnesine parmak basmadan geçemeyeceğim. Güzel bir anda, tempoyu gerekli bir şekilde yükselten ve gerçekten de fazlasıyla estetik duran araba kovalama sahnesi, beni çok yükselten, daha sonra da “Hadi, hadi… hadi artık!” dediğim bir sahne oldu. Sahnedeki görsel efektler, müzikler ve ses tasarımı her ne kadar iyi olsa da dakikalar boyunca Batman ve Penguin’in araba sürmesini izlemek hiç eğlenceli değil. Sahne birkaç noktada o kadar çok uzuyor ki, heyecan yaratmak için yapılan sahne, sonuca bağlansın diye beklediğimiz bir vasat aksiyon filminin kovalamaca sahnesinden hallice kıvama geliyor. Uzamasa burada öve öve bitiremezdim. Ayrıca evet, çok da rahatsız edici bir sahne olmasa da üç saatlik bir filmde -ironik olarak- “Filmin süresini uzatmak için yapmışlar sanki!” dediğim tek yer olduğu için ayrıca değinmek istedim.

Sonuç

Nolan üçlemesinden ve genel süper kahraman filmlerinden farklı bir tarzda, Batman’in değil de Batman dünyasının köken hikayesini oluşturma konusunda gayet başarılı bir film olduğunu söyleyebilirim. Final bloğundaki senaryoya zarar veren gereksiz aksiyon sahnesi olmasa, özellikle sanat ve hikaye anlatımı konusunda filmin çok ama çok başarılı bir iş çıkardığına hemfikir olabilirdik. The Batman, JOKER’in kapı açtığı yeni DC modeline uygun; Batman’in özüne hizmet eden; müzikleri ve sinematografisi başyapıt seviyesinde olan güçlü bir film. Net bir şekilde sevmediğim ve mantık zeminine oturtamadığım sekanslar göstermese, Avengers Infinity War veya The Dark Knight klasmanına gönül rahatlığı ile koyabilirdim.

Çömez Batman havasını çok iyi yansıtmaları, Catwoman’ı senaryoda sağlam temellere oturtmaları, mükemmel oyuncu seçimleri ve tabi ki tekrar tekrar söylemekten bıkmayacağım güzellikteki ses dizaynı ve sinematografisiyle The Batman olmuş bir film.

Filmin görüntü yönetmeni Greig Fraser ve müziklerinin bestecisi Michael Giacchino’a ayrı parantez açmak istiyorum. Onların isimlerini anmasaydım olmazdı. Büyük sanatçılar. Filmin büyük sükse yaratmasında onların payları çok büyük.

Tüm bunların yanında, herkesin endişe ile baktığı Robert Pattinson Batman’i, kendisine oyunculuk anlamında çok da alan verilmemesine rağmen eksiksiz oynamayı ve karakter sahibi bir Batman profili çizmeyi başarmış. Ayrıca kendisinin kütük Bale’dan sonra çok daha akıcı ve estetik dövüş sahneleri çıkardığını belirtmeliyim.

Kısacası, film olarak baktığımızda ortalamanın bir hayli üstünde, bir Batman filmi olarak çok net, çok estetik ve çok da güçlü. Diğer filmler ile üçlemesi tamamlamadan karşılaştırmak doğru olmaz. Yine de güncel durumda kimileri için en iyisi, kimileri içinse hiçbir zaman The Dark Knight olamayacak. Sanırım filmin tüm sırrı da burada…

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Başka yazılarda görüşmek üzere.

Bana ulaşmak için: linktr.ee/sametyapc

--

--