The Midnight Club Eleştiri
Yazı spoiler içermemektedir.
Bizden önce gelenlere, bize ve bizden sonra gelenlere. Görülen ve görülmeyenlere. Ruhen burada olanlara.
Bu sözleri çok düşündüm ve bayağı uzun geldiler. O yüzden sadeleştirdim. Bize, size, aileme. Madem Yunanlıları bu kadar kafaya taktınız, Yunanlılar, Ölüler Diyarı’na gittiklerinde Lethe Nehri’nden içip her şeyi unuttuklarına inanırlardı. Bu yüzden kimse işaret gönderemez, derlermiş. Saçma bir bahane ama öyle işte. Öbür taraftan açık ve net bir işaret gönderebiliyorsak ben o işaretin anasını ağlatır gönderirim. Yani bunu okuyup bir cevap alamadıysanız sakin olun. Öbür taraf sadece bir hiçliktir.
Mike Flanagan’ın korkuya yaklaşımını her zaman özel bulmuşumdur. Dokunduğu tüm yapımlarda, Doctor Sleep’ten Absentia’ya uzanan tüm film/dizilerinde hikaye anlatıcılığını ve görsel dilini kendine has yönlerle ortaya koymayı başarmış bir isimdir. The Haunting of Hill House ve Midnight Mass ile yakaladığı kurgu gücünün; The Haunting of Bly Manor’da hikayesel gücünün ve son olarak The Midnight Club’da da korkutma gücünün farkına varıyoruz. Diğer işlerinin aksine bu işinde, daha çok korkutmaya ve net mesajlar üzerinden düşündürmeye yönelen Flanagan, çizgisini koruyarak her işinde farklı olmaya devam ediyor. Ancak bu farklılık, kesinlikle temel Flanagan yapımı olma özelliklerini kaybetmeyip, hikaye anlatma ve korku kurgusunun gerekliliklerini korumayı başarıyor.
İlk bölümde dizi için sıkıcılık noktasında yaşadığım endişe, devam eden bölümlerde giderek azaldı ve endişenin yerini dizinin yaptığı işi kabullenme güdüsü aldı. The Midnight Club; The Haunting of Hill House kadar mükemmel kurgu, The Haunting of Bly Manor kadar güçlü bir hikaye, Midnight Mass kadar da alt metin içermiyor ama yaratılan korku sahneleri sayesinde, diğer Flanagan dizilerinin aksine korkuya daha çok yönelip odağını başka yönlere çeviriyor. Artık “Hauntingverse” olarak adlandırılan bu Flanagan dizileri birbirinden izler taşısa da antoloji gibi olan bu dizi, özellikle türe getirdiği yeni bakış açılarından dolayı diğerlerinden sıyrılıyor.
Tembellik etme. Korkmak ve irkilmek aynı şey değildir. Herkes ani bir gürültülü sesle birini irkiltebilir. Bu korkutmaz, sadece irkiltir.
Ve oldukça tembelcedir.
Dizinin ilk bölümünde Natsuki’nin anlattığı hikayeye eleştiri getiren Spencer’ın bu sözleri, kalıplaşmış korku yapımlarına bir atıfta bulunuyorken, aynı zamanda dizinin neye karşı gelerek kendini öne attığını da göstermiş oluyor.
Çoğu günümüz korku yapımlarında yer alan aniden ortaya çıkan şekiller ve gürültülü sesler, korku türünü belli kalıplara sokmaya başladı. Hikayenin ve karakterlerin gericiliğinden ziyade ucuz yolla yapılmış numaralar türün giderek sönmesine yol açıyorken; Mike Flanagan, Jordan Peele, Robert Eggers ve Ari Aster gibi isimler hikaye anlatıcılığına verdikleri önem sayesinde oyunlar dahil günümüz korku yapımlarının dönüşümünü başlatmış oldular.
Bu dönüşümün en büyük elçilerinden biri olan The Midnight Club, kendisine getirilebilecek tüm eleştirilerin yanına yaratıcı hikayeleri ve bir antoloji olma özelliği taşıyan kurgusu ile bahsi geçen tembellikten sıyrılmayı başarıyor. Dizinin ilk bölümünde endişe duyduğum en büyük konu karakterlerin ilgi çekici olmaması iken, sezon finali ile birlikte hissettiğim en baskın duygulardan biri meraktı. On bölüm boyunca karakterlerin her birinin detaylıca işlenmiş gelişimlerine tanık olmak benim için özel bir deneyimdi. Midnight Mass ile tavan seviyeye çıkan monolog/diyalog kalitesi, bu dizinin özellikle ilk üç bölümünde yerlerde iken ilerleyen bölümlerde adım adım sıkıcılığından sıyrılarak hikayeye ve karakterlere hizmet etmeye başlıyor.
Flanagan yapımlarında her zaman farklı kişiliklere sahip insanların, farklı düşüncelere ve farklı haklılıklara sahip olarak, hem kendileri ile hem etrafındakileri ile olan çatışmaları anlatılırdı. Bu dizide de aynen öyle olmaya devam ediyor. Geçmişleri ile yüzleşen karakterler empati kurmaya başlarken bizde onlarla beraber empati yapmaya başlıyoruz ve bu korkunun temelinde olan bir davranış olarak yaşadıkları her korkuyu daha iyi hissetmemizi sağlıyor. Ancak oyuncuların performansları iyi olsa da herkesin bağ kurabilecekleri tiplemeler olmadıkları için olayların içselleştirilmesi konusunda dizinin yetersiz kaldığını söyleyebilirim. Özetle Flanagan’dan beklediğim karakter hikayelerini bulamadım.
The Haunting of Bly Manor’da aşk hikayesi; The Haunting of Hill House’da da bir aile hikayesi vardı. Bu dizide ana odak ölüm ve dizinin en gerçekçi ve güçlü tarafı da bu oluyor. Özellikle son bölümde karakterlerin aileleri ile yaşadıkları hesaplaşma senaryo kalitesini yukarı çekerken, son 10–15 dakikalık sekans tempoyu çok düşürüyor. Bu tempo düşüklüğü çoğu duygunun yoğunlaşamamasına sebep olurken, dizinin çok tahmin edilebilir bir final yapması ile tüm sezon örülen duygusallık silinip gidiyor. Zaten genel olarak final benim için yetersizdi ancak tüm bu on bölüm boyunca işlenen antoloji mantığı ve üst düzey korku sahneleri daha ilgi çekici karakterler ile işlenseymiş dizinin potansiyeli daha net ortaya çıkabilirmiş. Özellikle baş karakter Ilonka bana itici geldiği için karaktere ve onun hikayesine yakınlaşmam çok zor oldu. Ama tüm bunlara rağmen ölüm ve onun getirdiği korku duygusu o kadar güçlü ki, ölüm dizinin temel korku unsurunu oluşturmakla kalmayıp, hiç sevmediğiniz bir karakterle bile empati kurmanızı sağlıyor. Hayatın getirdiği tüm umutlar, sevgiler ve üzüntüler dizide çok net bir şekilde veriliyor. Anya ve Spencer karakterleri kendilerine ayrı bir alan açarak çok daha güçlü bir profil çiziyorlar. Dizinin en sevdiğim yanı, bu iki karakterin geçmişleri ile yüzleşerek git gide daha anlaşılır, empati yapmasını bilen ve bütünüyle olgun bir insan oluşlarını izlemek oldu.
Midnight Mass’de hikaye din üzerine inşa edilmişti, The Midnight Club’da da mitolojilerden kaynak edinilmiş. Ancak Midnight Mass’de olduğu kadar keskin bir temelleşme yok. Yunan mitolojisindeki Hygeia, Iaso, Aceso, Aglaea ve Panacea tanrıçalarına değinen dizi, buradaki sağlık/ölüm ikileminden daha da ileri giderek inanç kavramını da derin bir sorguya çekiyor.
Genel olarak dizide bulunan korku unsurlarının çoğu ilgi çekici değil. Hayalet olarak tabir edilebilecek yaratıklar korkunç bile değiller. Bunun nedenini dizinin klasikleşmiş yaratık/hayalet tiplemesinin dışına çıkmaması olarak nitelendiriyorum. Ancak Kevin’ın hikayesinde yer alan ölü kadınlar tasvirinin ve sahnede yaşatılan gerilimin bir hayli etkileyici olduğunu söylemeliyim. Zaten son dört bölümde yer alan korku unsurları giderek yaratıcı bir hale gelmese ve hikayede kullanım şekilleri ilgimi çekmese çok daha büyük hayal kırıklığına uğrayabilirdim. Tüm bunlara rağmen çekimlerdeki, kurgudaki ve ses tasarımdaki başarı bu açığı kapatıyor. Dizinin yakaladığı yüksek korkutuculuk seviyesine elbette bunlar da etki ediyor.
Dizide ara ara kullanılan siyah beyaz sahneler de günümüz çekimi ile birbirine aynı karede yedirilince ortaya yaratıcı görüntüler ortaya çıkmış. Bu sahnelerin denenmesi ve başarıyla yapılmış olması etkeyiciydi. Zaten sinematografi yine ortalamanın üstünde ama göstergebilim seven izleyiciler diğer Flanagan dizilerindeki kadar mutlu olmayacaklardır.
Ses tasarımını da beğendiğimi söyledim ama müzikleri o kadar da övemeyeceğim. Midnight Mass müzik ve ses tasarımı olarak izlediğim en başarılı dizilerden biriydi. Keza The Haunting of Bly Manor birçok noktada eksiği olmasına rağmen müzik kısmını çok iyi kotarıyordu. The Midnight Club çok az şarkı/müzik içermesiyle ve var olan şarkılarında iz bırakmayacak türden olması sebebiyle hayal kırıklığına uğradım. Normalde Flanagan dizilerinden sonra yapımın müziklerine ulaşır ve saatlerce dinlerdim. Ancak bu dizide hiç öyle olmadı.
Çok fazla karşılaştırma yaptığımı biliyorum, ama izlediğim diğer Flanagan dizileri tür için değerli yapımlardı ve onlarla rekabet edebilmek demek, iyi bir dizi olabilmek demek. The Midnight Club, antolojiye benzer bir şekilde ilginç hikayeler ile ilerlemesi, karakter gelişimlerini başarılı bir şekilde gözlemletebilmesi, güzel kurgulanmış korku sahneleri ve ses tasarımının başarısı derken, tüm bunların birleşimi olarak ortalamanın çok üstü bir dizi olabilirmiş. Ancak rekabet etmek istediği diğer dizilerin finaline göre, ki bence Midnight Mass’in son 15–20 dakikası eşi benzeri olmayan bir deneyim yaşatıyordu, çok geride kalan; kendi içinde boşluğa düşen ve diğer sezona açık kapı bırakmakla kalmayıp tüm yatırımını aktaran, vurucu olmayan sıradan bir finaldi. Beklentiler benim için yüksek olduğu için karşılaştırma yapıyorum, yoksa dizinin diğer Flanagan yapımları ile yarışmak gibi bir amacı olmayabilir. Buna rağmen ilk bölümden sonra giderek artan ivmesini, sezon boyunca yapmadığı tembelliği belki de en yapmaması gereken yerde, finalde yaparak izleyiciyi yarı yolda bırakıyor.
Sonuç
Değişik ve yaratıcı yönleri olan dizi, hikaye anlatıcılığı kısmında yine ortalama üstü bir performans sergiliyor. Diğer Flanagan dizilerine göre daha az sevsem de, daha korkunç bir deneyim sunmasından dolayı birçok insanın ilk tercihi olabilir. Düşük seviye finali ve ilginç olmayan karakterleri olmasa benim için hayal kırıklığından çok, aklımda ayrı bir yeri olan özel bir dizi olurdu. İkinci sezonda hatalar tekrarlanmazsa üstlere oynayabilir. Ne istediğinizi biliyorsanız, bir iki bölüm sabrettikten sonra aradığınızı bulmanız çok muhtemel.
Okuduğunuz için teşekkür ederim. Başka yazılarda görüşmek üzere.
Bana ulaşmak için: linktr.ee/sametyapc