The Sinner Dizisinin Psikolojik İncelemesi

Rüveyda Çelenk Yılmaz
Türkçe Yayın
Published in
8 min readOct 14, 2018

The Sinner son zamanlarda psikolojik-gerilim türünde izlediğim en başarılı yapımlardan biri. Öyle ki ilk sezonu izledikten sonra diziyle ilgili birkaç şey yazmadan edemedim. İkinci sezonu izlemek için de sabırsızlanıyorum.

Dizi evli ve bir çocuk annesi, düzenli bir hayatı olan Cora’nın plajda çocuğuna meyve soyarken biraz ötedeki tanımadığı bir genci öldürmesiyle başlıyor.

Eğer diziyi izlemediyseniz bundan sonrası sizin için spoiler niteliğindedir, uyarmadı demeyin!

Bana kalırsa bu güzel diziyi israf etmeyin, önce diziyi izleyin; sonra yazıyı okursunuz.

Dizinin başında plajda yakışıklı bir doktor olan Frankie’yi öldüren Cora hemen suçunu itiraf edip göz altına alınıyor. Bu vaka için atanan Dedektif Ambrose Cora’yı sorguluyor sorgulamasına ancak öldürme nedenini Cora’nın kendisi dahi bilmiyor. Dizi boyunca Cora’nın Frankie’yi öldürme nedeninin izini sürerken Cora’nın hikayesinin parçalarını da bir puzzle misali birleştiriyoruz.

Cora koyu Katolik bir ailede doğuyor. Annesi Elizabeth donuk bakışlı ve hep aynı tarzda gösterişsiz giyinen gizli narsisist ve ağır obsesyonları olan bir kadın. Kendi iç dünyasından kopuk olan anne dış dünyanın gerçeklerinden de bir o kadar kopuk. Dolayısıyla kocası ve çocukları ile hiçbir zaman aynı frekansta olup onları anlayamıyor. İç dünyası iyi ve kötüyü aynı yerde barındıramayacağı ve ruhsal yapısı suçluluk duygusunu kaldıramayacağı için kötüyü sürekli dışarda arıyor. Muhtemelen kendi adını verdiği Cora ile –Cora ElizabethTannetti- kendi kötü tarafını özdeşleştiriyor. “Ben kötü değilim, kötü olan Cora.” diyerek iyi hissedebiliyor. Ve Cora ailenin günah keçisi oluyor. Cora henüz 4–5 yaşlarındayken Phoebe adını verdikleri ikinci bir kız çocukları oluyor ancak Phoebe hasta. Elizabeth Cora’yı çağırıp ona hasta kardeşini gösteriyor ve “Sen benim karnımdayken üç çocuğa yetecek gücümü emdin. O yüzden Phoebe’ye bir şey kalmadı ve hastalandı. Ancak ben dua ettim ve işe yaradı. Tanrı bizi test ediyor, anlıyor musun? Tanrının bizden istediği her şeyi yapmazsak Phoebe ölecek.” Elizabeth kendiliği gelişmemiş olduğu için güçlü bir otoritenin –Tanrı’nın- şemsiyesi altına giriyor. Evlerinin salonunda kocaman bir çarmıha gerilmiş İsa maketi duruyor ve aile üyelerine her an suçlu olduklarını ve otoriteden korkmaları gerektiğini hatırlatıyor.

Cora’nın annesi hasta olan kızı Phoebe ile aynı odada kalarak yıllarca kocasını Cora ile aynı odada yatmaya zorluyor. Muhtemelen bunu bir nevi kocası ile seks yapmaktan da kaçmak adına yapıyor. Sonuç olarak Cora ödipal dönemlerini babasıyla aynı odada yatarak geçiriyor ki bu durum da Cora’nın suçluluk duygularını daha da besliyor.

Cora’nın küçükken beyin gelişimi henüz tamamlanmadığı için böyle bir ailede büyüyerek annesinin her dediğine inanıyor. Annesi suçlu olmadığı için suçlu olma rolü Cora’ya kalıyor. Aslında bu durumu birçok ailede görebiliriz. Anne yetersiz kaldığı duyguları çocuklarından –tabir-i caizse- emerek yerine koyar. Çocuklar primer narsisistlerdir yani dış dünyada olan olayları kendileri ile ilişkilendirirler. Mesela, anne-baba tartışır, çocuk onun yüzünden tartıştıklarını düşünür. Günümüzde çocukların polisle, çöp kutusuna atılmakla korkutulduklarına şahit oluyorum. Korkutulan çocukların yüzlerine bakarak haz alan yetişkinleri görüyorum. Bu yetişkinler ne yazık ki asıl korkak olanın kendileri olduğunun farkında değiller. Bu durumun birçok örneğini dizide de görüyoruz. Bir gün Cora’nın teyzesi Cora’ya bir çikolata veriyor. Annesi Cora’ya bu çikolatayı yediği takdirde Tanrı’nın onları Phoebe’yi öldürmekle cezalandıracağını söylüyor ve Cora çikolatayı toprağa gömüyor. Annesinin onu Phoebe’yi sebep göstererek azarladığı bir akşam Cora çikolatayı gömdüğü yerden alıp iştahla yiyor. Bu da aslında Cora’nın bastırılmış öfkesinin açığa çıktığı nadir anlardan biri olarak kalıyor.

Phoebe 6–7 yaşlarına geldiğinde babası isyan ederek karısının yanından Phoebe’yi çıkarıyor ve artık aynı odayı paylaşan Phoebe ile Cora sonunda iletişim kurmaya başlıyor. Bu noktadan sonra Phoebe’yi daha yakından tanıyoruz. Phoebe aslında annesinin kafasındaki cezalandırıcı Tanrı’ya inanmıyor. Bir gün salondaki büyük İsa maketini odalarına getirip, onunla şarap içiyorlar ve onun koynunda uyuyorlar. Bu da aslında cezalandırıcı otorite figürü olan Tanrı yerine ulaşılabilir, şefkatli ve sevecen olan Tanrıyı istediklerini gösteriyor; onların mutluluklarından dolayı onları cezalandırmayacak bir Tanrı!

Phoebe gerek annesinden gerek hastalığından gerekse dış dünyadan izole olmuş bir hayat sürmesinden ötürü ölü gibi olan ruhuna iyi gelecek ve kendini “canlı” hissettirecek bir şeyler arıyor. Yükselen libidosuyla birlikte karşı cinse ve cinselliğe ilgi duyuyor. Bu konuda kendisi aktif bir davranışta bulunamayacağı için Cora’yı bir kabuk gibi kullanarak onun deneyimlerinden haz alıyor. Hatta bir keresinde Cora’ya onu karşı cinsi öper gibi öpmesi ve onun cinsel organına zevk vererek dokunması için yalvarıyor. Cora başta bu teklifi kabul etmese bile sonradan kardeşinin isteğini geri çevirmiyor. Cora, Phoebe’nin istediği hayatı kendisi yaşadığı için duyduğu suçluluktan ötürü ona hayır diyemiyor.

Cora ve Phoebe evden kaçıp Florida’ya yerleşmek için para biriktiriyor. Cora para biriktirmek için internetten tanıştığı erkeklerden para çalıyor. Bu süreçte Cora JD kısaltmalı bir adamla tanışıyor ve ona âşık oluyor. Sık sık JD ile buluşup grup seks ve uyuşturucu partilerine katılıyor. Yani ev dışında Katolik annesinin tam tersi bir hayat sürüyor. Kendi ailesi tarafından sevgisiz büyütülen ve ihmal edilen Cora, JD’nin ne kadar tehlikeli ve ruhsal açıdan sağlıksız bir adam olduğunu anlayamıyor. Nitekim çekirdek ailelerinde anlaşılmayan ve baskılanan kızlar genellikle böyle erkeklerden etkilenirler. Cora JD’nin kışkırtması sonucu evi terk etmeyi ve yanına Phoebe’yi almamayı planlıyor. Phoebe bu planı hissediyor ve Cora’ya bu konuda sitem ediyor.

Phoebe 18. yaş günü akşamı –ki bu aynı zamanda Cora’nın evden kaçmayı planladığı akşam- her yıl olduğu gibi sade bir pastadaki mumları üfledikten sonra ablasına onu dışarı çıkartması için ısrar ediyor. Cora ısrarlara dayanamayıp Phoebe’yi JD ile buluşacağı bara götürüyor. Barda Phoebe Cora’nın kontrolü dışındaki bir an uyuşturucu hap alıyor. Ve bu andan sonra işler karışıyor. Phoebe’nin, Cora’nın onu eve bırakması konusundaki ısrarlarını dinlememesi sonucunda JD ve arkadaşları ile birlikte arabalara doluşup bir kulüp evine gidiyorlar. Yolda altına kaçıran Phoebe fikrinden vazgeçip eve dönmek istese de artık çok geç oluyor. Kulübe gittiklerinde Frankie ile tanışan ve ondan etkilenen Phoebe hayatında ilk defa bir erkekle flört ediyor.

Diğer yanda Cora JD’nin diğer kız arkadaşı Maggie’nin JD’den hamile kaldığını ama JD’nin bebeği istememesi sonucu kendisini arabanın önüne atıp düşük yaptığını öğreniyor. Bu bilgiyi öğrenir öğrenmez ortamdan uzaklaşmak isteyen Cora hızlıca Phoebe’nin yanına gidiyor. Ancak Phoebe’nin mutluluğuna şahit olup biraz daha orada kalmaya razı oluyor. Phoebe burada ablasına çok teşekkür edip, ona minnettar olduğunu ve artık kendi hayatını yaşamasını söylüyor. Yani sözleriyle Cora’yı özgür bırakıyor. Sonra hep beraber kulüp arazisinde küçük bir kulübeye gidiyorlar. Bu kulübede uyuşturucu alan Cora için her şey bölük pörçük. Phoebe ile Frankie sevişmeye başlarken aynı zamanda Cora’da JD’nin aracılığı ile orada tanıştığı bir adamla seks yapıyor. Önce Cora’nın görüş alanında yaptığından çok mutlu olan kardeşi var; sonra ise kardeşinin cansız eli! Cora hemen adamı üzerinden itiyor ve Frankie’nin Phoebe’ye kalp masajı yaparken onun kaburgasını kırdığını görüyor. Çılgına dönen Cora kardeşine doğru atılıyor ancak kafasına aldığı darbeyle yere yığılıyor.

Doktor bir babanın iyi yetişmiş çocuğu olan Frankie, panik halinde hemen babasını arıyor. Babası hızlıca olay yerine gidiyor. Frankie aslında polisi aramaya ve suçu üstlenmeye taraftar olmasına rağmen babası ona hemen eve gitmesini söylüyor. Phoebe’nin cesedini arazinin yakınlarında bir yere gömüyor ve Cora’yı baygın halde kendi evine götürüyor. Frankie’yi olay sebebiyle oldukça yıkılmış bir halde görüyoruz. Babası onu ilk uçakla hemen Los Angeles’a gönderiyor. Frankie yıllar sonra babasının kendi suçunun üzerini kapatmasını hayatıyla ödüyor. Babası ise oğlunun davranışının sonuçlarını üstlenmesine müsaade etmemesinin sonucunda oğlunu kaybediyor. Frankie suçluluğunun bedelini ödemediği için karşı koyabilecek gücü olduğu halde, plajda Cora’nın bıçak darbelerine göz yumuyor. Bu da günümüz toplumundaki ebeveynlere verilen çok güzel bir mesaj bence. Çocuklarımıza sorumluluk vermeli ve onları yaptıklarının sonuçlarını yaşamalarında özgür bırakmalıyız.

Frankie’nin babası Cora’yı kendi evlerinde bir odaya yerleştiriyor. Cora’yı iyileştiriyor ve onun hiçbir şey hatırlamaması için ona her gün yüksek dozlarda eroin veriyor. Yine hatırlanmamak adına yüzüne bir maske takıyor. 2 ay sonra Cora’yı bir sokakta bırakıyor. Cora bulunuyor ve bir rehabilitasyon merkezine naklediliyor.

Cora iyileştikten sonra teyzesi ile yaşamaya başlıyor ve bu süreçte kocası Mason ile tanışıp evleniyor. Dizinin başlarında Mason ile olan hayatını görüyoruz. Her ne kadar normal bir hayat sürse de Cora da travma sonrası stres bozukluğu belirtileri var. Donuk bakışlar, hayattan zevk alamama, izole olma, çevreye olan duyarsızlık gibi… Ayrıca seks esnasında istemsizce Mason’u boğmaya çalıştığı bir görüntü de görüyoruz. Bunu JD’ye olan bastırılmış öfkesinin dışavurumu olarak yorumlayabiliriz.

Cora yaşadığı travmatik olayın tamamını hatırlayamasa bile, anıları (veya anları) değiştirilmiş ve parçalar halinde görüyor. Bazen rüyada bazen gündüz vakti aniden gelen anlamsız görüntüler… Cora’nın olayları tam olarak hatırlayamamasının sebeplerinden en önemlisi aldığı eroin olsa da aslında travmatik anılar çok acı verdiği için bazen beynimizin duygu bölümündeki (amigdala) acı veren bir kısmı kapatırız. Anılar da benzer bir şekilde derine itilip, hatırlanmayabilir veya değiştirilebilir. Mesela, kız kardeşi Phoebe’nin ölmesi çok acı verdiği için o gece Phoebe ile olan yaşantıları Maggie ile yaşanmış gibi görüyor. Phoebe’nin öldüğü gece çalan müzik yıllar sonra plajda Frankie ile kız arkadaşı sevişirken çalıyor ve Cora hem müzikten hem de Frankie’nin varlığından tetikleniyor. Hiçbir şey hatırlayamasak da bedenimiz kayıt tutar. Cora da nedenini anlayamadığı bir öfke tarafından ele geçiriliyor ve Frankie’yi bıçaklıyor. Travma esnasında çok fazla acı çekmemek ve sinir sistemini kontrol etmek adına kapattığımız beyin bölümü aynı zamanda ilkel beyin, duygusal beyin ve beynimizin zihinsel, akli fonksiyonlarını yönettiğimiz bölüm (neokorteks) arasındaki bağlantıyı sağlayan bölüm olduğundan ötürü travma yaşayan kişilerde hissettiği, düşündüğü ve davrandığı arasında tutarsızlıklar görürüz. Anlayacağınız olayı unutmak yetmiyor. Eğer Cora olayı hatırlayabilseydi ve öfkesinin bağlantısını kurabilseydi Frankie’yi öldürmeyecekti. Belki ona fiziksel saldırıda bulunacaktı ama öldürmeyecekti.

Cora Frankie’yi öldürür öldürmez hemen suçunu kabul ediyor. Cora’nın davasına atanan Dedektif Ambrose’de suçluluk duyguları yoğun olan kişilerden. Öyle ki, evliliğinin dışında bir garson kız ile sado-mazoşist bir ilişkiye girip kendisine şiddet uygulanmasından haz alıyor. Suçlu hissettiği için kendisini böyle cezalandırıyor. Halihazırda böyle yapısı olan bir insan Cora’yı görünce onunla özdeşim kuruyor ve imkânsız gibi görünse de Cora’yı aklamaya çalışıyor. Sanki Cora aklanırsa kendi de özgür kalacak gibi hissediyor. Böylece Cora’nın hikayesinin peşine düşüp onu çözüyor. Bu süreçte birçok defa işini ve itibarını kaybetme riski ile karşılaşsa bile vazgeçmiyor. Cora’nın olayı hatırlaması için psikologdan ona hipnoz yapmasını istiyor. Buna ek olarak Cora’yı olayın geçtiği mekanlara götürüyor. Bütün bunlar işe yarıyor ve Cora hatırlıyor.

Tüm gizem bir bir çözülürken sadece yara izlerinin açıklaması kalıyor. Dedektif de son bir kumar oynayıp Cora’yı Frankie’nin ailesinin evine götürüyor. Cora orada dizinin başından beri sanrısını gördüğü duvar kağıdından evi tanıyor. Daha sonrasında da maskenin içinden gördüğü gözleri tanıyor. Bu gözlerin sahibi olan Frankie’nin babası o anda bir boşalma yaşıyor ve ağlayarak Cora’dan özür diliyor. Dizi boyunca aklımıza takılan Frankie’nin ailesinin olağanüstü sakinliği de burada anlam kazanıyor. Onlar da uzun süredir suçluluk hisleriyle boğuşuyormuş meğer. Daha dikkate değer olan ise, Cora’nın kendisine bu denli işkence etmiş ve hayatını kökünden değiştirmiş olan babayla empati kurabilmesi ve onu suçlamak yerine “Biliyorum, oğlun için yaptın.” demesi.

Sonuç olarak, The Sinner dizisi suçlulukla ilgili… Dizide bu konuda; Cora’nın Frankie’yi öldürdükten sonra sorgulamadan suçu üstlenmesi, Frankie’nin kendisini koruyabilecekken Cora’nın bıçak darbelerine izin vermesi, Dedektif Ambrose’un mazoşist cinselliği, Elizabeth’in suçluluk duygularını Cora üzerinden atması gibi çok sayıda örnek bulunuyor. Olağanüstülük, abartılı rastlantılar ve arttırılmış gerilim olmadan kendisini izleten gerçek bir psikolojik gizem-gerilim yapımı olması bu diziyi farklı kılıyor.

--

--

Rüveyda Çelenk Yılmaz
Türkçe Yayın

Clinical Psychologist/ Psychotherapist/ Somatic Experiencing Practitioner/Interested in Political Psychology/ Traveler