Tolstoy, Sanat ve Şimdiye Dair

Cem Sultan N.
Türkçe Yayın
Published in
5 min readMar 12, 2022
Lev Tolstoy’a ait bu fotoğraf Wallpapercave’den alınmıştır.

Sanat kelimesi literatürde estetik olarak anılır. Estetik ise Kant, Hegel gibi bir çok düşünürlerce güzel olarak tanımlanır. Yani sanat estetiktir, estetik olanda güzeldir kavramına ulaşıyoruz. Aslında estetik kelimesi Latince kökeninde şey ’e(meydana getirilen eser) dair duyulan, oluşan duygu ya da histir.

Tolstoy bu düşünürlerin ortaya attığı kuramların bir kısmının safsata diğerlerinkinde hazzı temel alan bir faaliyet olarak damgalar.

“Sanatı güzelliğine göre ölçmek, verdiği zevke göre ölçmek demektir ki bu durumda sanat sayılan eserler yüksek tabakaya zevk veren eserler olur.”

(Leo Tolstoy, Sanat Nedir)

Photo by Europeana on Unsplash

Tolstoy, sanatın bir tür bulaşım (duygu aktarımı) aktarımı olduğunu ortaya atar. Duygu okuyucuyu, izleyiciyi etkilemişse sanat işlevini gerçekleştirmiştir. Bulaşımı basitçe şu örnekle açıklar;

“Bir kurda rastlayıp da korkmuş bir çocuk başından geçenleri (ormanı, etrafındaki sessizliği, birdenbire kurtun çıkışını) anlatır ve anlatırken o korkuyu, heyecanı tekrar yaşar ve dinleyicilere de aşılarsa bu sanat olur. Çocuk hiç kurt görmemiş de olsa, ama kurttan korkuyorsa böyle bir hikayeyi uydurabilir de ve yine yapılan işe sanat deriz.”

Geriye kalan çalışmaların yani sanat eserlerinin birer sahte eser olduğunu ya da zanaat olduğu iddiasındadır. Hatta ortaya attığı kuram çerçevesinde, Goethe, Flaubert, Michenangelo, Monet, Hadyn, Mozart gibi tarihin büyük sanatçı olarak yazdığı isimlerin üstünü karalarken kendini de bu listeye dahil eder.

“Gerçek sanat, her şeyden önce sanatçının kendi duygusunu dile getirmek ihtiyacını hissetmesiyle başlar, zengin tabakanın sanatı ise böyle bir ihtiyaçtan doğmaz; bu insanlar eğlenmek, yani hoşlarına giden duyguların ifade edilmesini isterler.”

Photo by Frankie Cordoba on Unsplash

Tolstoy sanat ve sanatçı arasında eleştirisini yaparken sanatçıyı zanaatçıdan ayırmaktadır. Ölçü olarak Rus köylüsünü kullanır. Gerçek sanat eseri böyle en basit tabakadan bir insana seslenebilmeli, duygusunu ona aktarabilmelidir. Bu bulaşımı gerçekleştiremeyen sanatçılar, Tolstoy’un gözünde birer sanatçı değillerdir. Sanatçıyı duygu aktarımı gerçekleştirdiği eserler meydana getiren bir şahıs olarak tanımlarken, zanaatçıyı ise belli bir zümrenin duygularına hitap eden hazcı bir eser meydana getiren yalancı peygamber güruhu olarak kızmaktadır.

“Sanat’ın rolü hayatımızı zenginleştirmektir. Bir insanın birey olarak kendi hayatındaki yaşantılarının, duygularının çeşitliliği sınırlıdır. Ama sanat sayesinde başkalarının duygularını ve yaşantılarını paylaşır ve böylece yaşantı dünyası çok daha zenginleşmiş olur. Budur sanatın insana sağlayacağı en büyük yarar.”

Tolstoy’un temelde karşı olduğu şey zanaat ya da haz odaklı sanat değildir. Sanat işlevini gerçekleştiremeyen bir eserin belli cemiyetlerce zanaat kisvesi adı altında sanat olarak tanıtılmasıdır. Haz temelindeki sanat, özellikle para ile bağ kuruyorsa bunun belli bir yüksek zümreye ait olduğunu söylemektedir. Belli bir süre sonra ise sanat yüksek zümrenin haz duyduğu bir çerçeve içerisine sıkışıyor. Sanat, kendi dairesi dışına çıkıyor. Sanat bir zümreye, cemiyete değil kitlelere hitap etmesi gerektiğinin altını çiziyor.

Farklı bir yolla anlatmak gerekirse; Bundan yüzyıllar evvel önce Van Gogh’un bir eser meydana getirirken, içindeki yönelen duyguları hasebiyle dünyaya bakışını resmetmektedir. Vincent’in kullandığı her bir renkte, tonda, fırça darbesinde çevresine olan duyguları yansımaktadır. Yeğeni Vincent’in doğum haberini aldığında Badem Ağacı Tablosunu çizmiştir. Tabloda baharın gelişini haber veren badem ağacı ve açık mavi bir gökyüzü vardır. Yeni bir yaşamın doğumunu ve mutluluğunu tabloya yansıtmıştır.

Badem Ağacı Tablosu

Bugün biz o tabloya bakarken, binlerce farklı pencereden birbirine yakın duyguları hissediyoruz. Ancak günümüzde yapılan sahte sanat eserleri ya belli bir gruba hitap ediyor, ya da safsata (bantlı muz) bir hal alıyor ya da son dönemde en çok tercih edilen mobilya takımının rengi ile uyumlu tonlarda oluyor. Bu bir kısım insanlar için anlamlı bir sanat eseri iken kitleler için ironi, mizah yapılan bir olay ya da anlamsız, saçma bir esere dönüşüyor.

Photo by Brando Makes Branding on Unsplash

Bugün çevremizde şahit olduğumuz bir çok örnek var. Bir kaç kelimeyi yan yana getirip, bangır bangır bir müzikle söylediğinde kendini müzisyen sanan insanlar türedi. Mobilya takımları için resim çizen bir şahıs kendini ressam olarak tanıtabiliyor. Ya edebiyata ne demeli. Artık kelimenin kendisi bile ayakta kalmadı. Popüler kültür etrafından tavaf eden Edebiyat dergileri “Hür İradesini” kaybetti. Başlarda iyi bir amaç ile yola çıkan Wattpad edebiyatı, önceden kişiye entelektüel bir görüntü verirken şimdilerde insanların ötekileştirdiği bir imge haline geldi.

Toplumsal olarak bunun bizi getirdiği nokta ise şeffaf bir tabakalaşma. Münevver, aydın dediğimiz insanlar sanata yeni yorumlar getirerek kendi dünyasına çekildi. Hatta dünya denilen yerden kendini ihraç etti demek doğru olur. Meşalesini kaybetmiş toplum ise karanlıkta kaldı. İki tabaka arasında kalan en önemli grup ise teknokrasi yani akademi bir taraf için aşağılanan diğeri için çekinilen, boş görülen bir grup haline aldı.

Sahte sanatçılar akademinin geliştirdiği kavramları, düşünceleri yeniden yorumladı, kendi dünyasına göre şekillendirdi. Yeni dünyanın tasarısı karşısında alt tabaka bu görüşün zararlı olduğunu benimseyerek o kavramdan uzaklaştı, lanetlendi. Arada yanan ve işlevini yıllardır yerine getiremeyen teker akademi oldu.

Modernizm mesela. İkinci dünya savaşı ile beraber üstüne toprak atılan kavram son bir kaç yıldır, bir takım sanatçının ağzından pek düşmedi. Son zamanlarda denk geldiğim sosyal medya paylaşımlarında ise toplumun büyük kısmı; basit insanlar modernizmin bir dış güç planı, ahlaksızlık, kültürsüzlük olarak algılıyor ve anlatıyor. Dünya marsa giderken bizim akademi dediğimiz topluluk hala modernizmin ötesine geçemedi.

Türk gençliği ve yeni nesil kimliğini şaşırdı. Popüler kültür altında yapılan bu ahmaklık komedyası bizleri kendi kültürümüzden, yaşadığımız coğrafyanın zenginliğinden uzaklaştırdı. Döner yerken bile bunu hissediyorum.

Sosyal olarak gruplaşmalar giderek çoğalıyor. Ötekileşme/ötekileştirme, partizanlaşma ile beraber ekonomik bir züppe etkisi altına girdik. Buyurun çözün bu düğümü.

Tolstoy’un sanat kuramı bugün geçerliliğini yitirdi. Lakin bize gerçek sanatın, gerçek sanatçının bize neler kazandırdığını ve doğru yapılmadığında kötü şeylere gebe kalacağını anlattı.

Bu yazıyı kaleme almadan önce zihnimde bir sahne canlandı. Tolstoy, Doctor Who’nun; Vincent’i Paris'teki eserlerinin sergilendiği müzeye getirebildiği gibi getirseydi. İstanbul'daki bir kitabevine ya da sahaflara giren Tolstoy kalabalıkların, romanların olduğu rafların arasında değil de, test kitaplarının ya da ucuz roman (Bu kavram edebiyatta edebi değeri olmayan, ahlaki yetisini yitirmiş kitaplar için kullanılır) olduğu tarafta görseydi ne hissederdi acaba?

Tolstoy sanıyordu ki; iyi sanat eseri her zaman herkesin hoşuna gider.

Tanrı aşkına, bir an durun, işinizi bırakın, etrafınıza bakın.

--

--