Toplumsal Cinsiyet Eşit(siz)liği Üzerine

Gökçe Akın
Türkçe Yayın

--

Toplumumuzda toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kadınlar açısından birçok olumsuz sonucu olmaktadır ve kadına yönelik şiddet de bunlardan biridir. Kadına yönelik şiddeti, ‘kadına cinsiyetinden dolayı uygulanan veya kadınları etkileyen şiddet’ olarak tanımlayabiliriz. Uygulanan şiddet sadece fiziksel değil, duygusal, ekonomik ve cinsel tutum ve davranışları da içerebilir. Maalesef ki ülkemizde kadına yönelik şiddetin yıllar içerisinde arttığını ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin fiziksel, psikolojik ve sosyal açıdan kadınlara zarar verdiğini görmekteyiz. Bundan dolayı kadına yönelik şiddetin nedenlerinden olan toplumsal cinsiyet eşitsizliğini kaleme almak istedim.

Öncelikle biyolojik ve toplumsal cinsiyeti tanımlayarak başlayalım.

Biyolojik cinsiyet (sex), bireyin doğuştan genetik olarak getirdiği biyolojik ve fizyolojik özellikleri içerir. Toplumsal cinsiyet (gender) ise farklı cinsiyetlere toplum tarafından atfedilen roller, davranışlar, faaliyetler ve niteliklerdir. Toplumsal cinsiyet, insan türünün biyolojik evrimi sonucu oluşan kültürel evrimin bir sonucudur. Toplumumuzun cinsiyet beklentilerine göre, hayatın farklı alanlarında erkek normlarının geçerli olması ve kadının ikinci plana atılması söz konusudur. Tutum ve davranışların erkek normlarına göre şekillenmesi, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini doğurur. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ve eşitsizliğin sonuçlarına günlük hayatımızda karşılaşmaktayız. Eşitsizlik; kadınların gelirlerinin daha az olmasına, kadınların düşük öğrenime sahip olmalarına, üreme sağlığına ilişkin sonuçlara yol açmaktadır. Üreme sağlığına ilişkin sonuçlar; üreme sağlığı hizmetlerine ulaşamamak, namus cinayetleri, kızlık zarı kontrolü, istenmeyen gebeliklerdir. Kadına yönelik şiddetin oluşmasına yol açan birçok faktör olsa da toplumsal cinsiyet eşitsizliği ana nedendir. Cinsiyetlerin ataerkil toplum yapısından dolayı eşit güce sahip olmamaları, kadınlara uygulanan fiziksel, duygusal, ekonomik ve cinsel şiddeti oluşturmaktadır. Bundan dolayı cinsiyetler arasında toplumsal açıdan eşitliğin sağlanması, şiddetin azalmasına, birey ve toplum düzeyinde esenliğin artmasına yol açacaktır.

Bir televizyon programında Klinik Psikolog Dr. Serap Altekin, toplumsal cinsiyetçi ve nefret söylemlerin nefret suçlarına neden olduğunu ifade ediyor. Bireylerin düşünceleri kelimelere ve dile, dilleri tutumlara, tutumları ise davranışlara ve uygulamalara dönüşüyor. Altekin, toplumsal cinsiyet eşitsizliği içeren nefret söylemlerinin, nefret suçlarına yol açtığını söylüyor. Buradan yola çıkarak söylemlerimizi toplumsal cinsiyet eşitliğini içeren şekilde değiştirebileceğimizi söylemek isterim. Bazen günlük kullandığımız dilde fark etmeden cinsiyetçi söylemlerde bulunuyoruz. Fark etmiyoruz çünkü toplumsal cinsiyet tutumları belirli bir tarih içerisinde oluştuğu için bu söylem bizim normalimiz haline gelmiş olabiliyor. Bundan dolayı hepimizi söylemlerimizi güncellemeye davet ediyorum. Bilişsel Davranışçı Terapiden bildiğimiz üzere düşünce, duygu ve davranışlarımız birbirleri ile etkileşim içerisindedir ve davranışlarımıza etki edersek duygu ve düşüncelerimiz de etkilenir. Öyleyse işe söylemlerimizi değiştirerek başlayalım! Dilimize yapışan ‘adam gibi’, ‘karı kılıklı’ ve daha nice söylemleri hayatımızdan çıkaralım. Bireylere cinsiyetlerinden önce ‘insan’ olarak bakalım. Çocuklarımıza cinsiyet eşitliğini öğretelim. Cinsiyetlerini bir davranışlarının bahanesi olarak göstermeyelim. Göstermeyelim ki ileride ‘erkek sonuçta, kadın kısa etek giyerse erkeğin suçu yok’ gibi düşünceler ve bu düşüncelerin yol açtığı eylemler ile karşılaşmayalım. ‘Kız rengi’, ‘erkek oyuncağı’, ‘göster amcaya pipini’ gibi söylemlerden kaçınalım. Çocuklarımıza cinsiyet ayrımı olmayan tutum ve davranışlar sergileyelim. Her şeyden önce insan olmayı, sevmeyi, birbirimizi ayırmamayı, nefret etmemeyi öğretelim.

Toplumsal cinsiyetçiliğin farkında olalım.

Çelişik Duygulu Cinsiyetçilik Kuramına göre, düşmanca cinsiyetçilik ve korumacı cinsiyetçilik olmak üzere iki cinsiyetçilik türünden bahsedebiliriz. Düşmanca cinsiyetçilik (hostile sexism); erkek egemenliğinin üstün görüldüğü, kadının küçük görüldüğü cinsiyetçiliktir. Cinsiyetçiliğin pamuk şeker hali gibi görülen korumacı cinsiyetçilik (benevolent sexism) ise erkek egemenliğinin nazik şekilde haklılaştırılması, kadına karşı korumacılık tutumlarının olduğu cinsiyetçiliktir. ‘Kadınlar çiçektir’, ‘kadınlar kırılgandır ve korunmaya ihtiyaçları vardır’, ‘kadın başına geç saatlere kadar sokakta dolaşma’ söylemlerinde olduğu gibi.

Maalesef ki medya toplumsal cinsiyet eşitsizliğini besleyen içeriklere sahip ve biliyoruz ki medyanın gücü büyük. Cinsiyetlere belirlenen stereotipik rolleri televizyon programlarında ve reklamlarda görüyoruz. Sosyal medya da ayrı bir konu. Twitterda başlayan akımlar oluyor. ‘Kadınlar böyle değilseniz şunu giymeyin’, ‘Erkekler böyle giyinsin’, ‘Bunu yapmamış olan kendine kadın demesin’ şeklinde. Bu söylemler belki twitter’da çok popüler olmak için oluşuyor ancak toplumsal cinsiyet eşitsizliğini besleyen başka bir kaynak oluyor. Twitter’dan ulaşabileceğimiz kitlenin büyüklüğünü göz önüne alalım.

Demem o ki, umarım hayatımızın tüm alanlarında toplumsal cinsiyet eşitliğini destekleyen toplumsal hareketler yer alır. Ayrıca birey olarak yapabileceklerimizi unutmayalım. İçinde yaşadığımız toplumun bir bireyi olarak toplumsal cinsiyet eşitliği için aldığımız her aksiyon, tüm toplumu etkileme gücüne sahip. Bu gücün farkında olup bu zamana kadar bizimle bir olmuş, belki kültürümüzden öğrendiğimizi fark etmediğimiz tüm tutumlarımıza bir bakalım.

Bırakalım kadın istediği yere gitsin, istediğini giysin, istediği gibi gülsün, istediği gibi yaşasın. Bırakalım kadın, erkek egemen toplumun kendi üzerindeki baskısından kurtulsun ve özgür olsun.

Sevgi ile kalın.

#İstanbulAnlaşmasıYaşatır

Kaynakça:

Başar, F , Demi̇rci̇, N . (2016). Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği ve Şiddet . Kadın Sağlığı Hemşireliği Dergisi , 2 (1) , 41–52 .

M. Caprioli, Primed for Violence: The Role of Gender Inequality in Predicting Internal Conflict, International Studies Quarterly, Volume 49, Issue 2, June 2005, Pages 161–178,

--

--