Tuzlu Aşlardan Tuzsuz Gönüllere
Yemeğin tadını belirleyen unsurların başında kullanılan malzemenin kalitesi gelir. Yemeğin yenme kolaylığını belirleyen ise pişirilmesidir. Tadın damaktaki kuvvetini arttıran ise baharat yönünden gelen zenginliğidir. Bu demek değildir ki tek tip bir baharatı boca edelim yapılan yemeğe; aşırı tuz mesela, zehir eder.
Bir tüketim çağında yaşıyoruz, insanları maalesef bir gıda gibi tüketiyoruz. Herkesin özelinde durum böyle cereyan ediyor. Kıymeti baki kılan ise minnet duygusundan başka bir kavram olmuyor. Mevcut durum ve zaman bağlamında kişinin ailesinden başlayarak, etrafındaki herkese karşı bir yemek özelinde nesneleştirdiği durumdayız. Pek tabii olarak insan yediği yemekler içinde; kötü bulup bir daha asla tatmayacağı lezzetlerden yani kimselerden uzak durabiliyor veya tam tersi müptelası olabiliyor.
Burada kıyas konusu olan en önemli unsur şüphesiz kişinin karşısındaki insan veya insanlara duyduğu ihtiyaç hususunda yaşanıyor. Ailesindeki kişiler insana buzdolabı kapağı açmak kadar kolay gelir ve peynir ekmek gibi giderler. Oysa sırf kan bağıyla sizin bu kadar kolay ulaştığınız insana olan tutumunuz ilahi bir bakışın nezaretinde hiç de hoş karşılanmayacaktır zannımca. İnsana hep en ulaşamadıkları ve zahmetli olanlar lezzetli gelecektir, onların varlığına ihtiyaç duyacaktır çünkü yapısı gereği aç gözlüdür insan evladı. İlgiye asla doymayanlar en güzel yemekleri yeseler dahi hiçbir tat almayanlar değil midir bu noktada? Oysa baba ve annenin varlığı ekmek kadar önemlidir insanın hayatında, kardeşleriyse o ekmeğin daha rahat boğazından geçmesi için var olan bir bardak ayran gibidir. İnsanın kalbindeki açlığın kalanını ise; temel olanlardan arta kaldığı şekline uygun olacak şekilde ona yakınlığıyla sıralananlarca gerçekleşecektir.
İnsan; hayatı boyunca ihtiyacı olduğu tüm duyguların özelinde yemekler yer. Askerliğini yapan bir erkek için terhis kağıdı; onuruna verilen ziyafet masasının baş köşesinde olmaktan farksızdır. Dereceyle tıp fakültesinden mezun olan bir kız çocuğu için o belge suyu tatlı akan bir pınardan abı hayat suyu içmek kadar ferahlatıcıdır. Hani size baharatlardan bahsetmiştim ya; en mühim kısma geldik desem yeridir. Zira, yediğiniz yemeğin tuzu olmadıktan sonra yavan bir tat alır, sadece karnınızın doyduğunu hissedersiniz ama yemenin tadından mahrum kalarak. Çünkü aşık gönüller tat ve tuzdan mahrum kalır. İnsan aşık olduğu ana dek bu yüzden tat almayı bilmiyordur ve istemsizce aklına, gönlüne sıklıkla uğrayan, içini kavuran o tuzu, biberi önemser. Canı bedeninden sıyrılıp da her ruha vaat olunduğu gibi öğütlenen kimseler belki yemek yemeyi arzu etmezler ama hayatlarına tadı ve tuzu getirenleri özlerler.
Hayattayım, bir ölüye ne istediğini soracak fırsatım veya şansım yok ama biz yaşayanlar olarak nasıl onları yine istersek, onlar da bizi görmek, tekrar işitmek isterdi, bunu biliyorum. Henüz yaşarken bu kadar tadı ve tuzu öğreten herkese selam olsun. Şimdi tuz sadece gönlüme diri diri serpilen ve onu bir kora çevirerek yakan kişinin kendinden başkası veya ötesi değil. Sizi bilemem lakin; onun benim hayatımdaki tesirinin yegane varlığıdır tuzla hemhal edilen gönlüm…