Ufak Bir İçe Bakış
Psikolojiden, pedagojiden ve tüm bilimlerden uzak bir içe bakış yazısı bu. Öğretileri de inançları da bilimsel gerçekleri de bir kenara itip sadece kendine yönelmek gerek bazen. Varsayımlardan ve realiteden uzakta kendini dinlemek gerek. Herkes dönem dönem buna ihtiyaç duymaz mı zaten? Ve farklı yollarla ifade etmez mi?
Ben de buna ihtiyaç duyduğumu hissettim bu gece. Oturduğum yere büyük bir inatla çakılı kaldığım için kağıda kaleme uzanamayıp kucağımdaki bilgisayara dökmek istedim kelimeleri. Peki bunu, neden aylardır uğramadığım bu platformda yayınlama ihtiyacı duydum dersiniz? Birden çok sebebi olabilir belki de. Hiç tanımadığınız bilmediğiniz insanlara hislerinizi dökmek ve bir yerlerde sizin gibi hisseden birilerinin olduğunu bilmek iyi gelmez mi bazen?
Bir süredir boşluğun içinde salındığımı hissediyorum. Boşluğun karanlık duvarlarına çarpa çarpa ilerliyorum. İlerlemek değil de belki de geriliyorum. Bir yandan haz verici bir yandan da korku uyandıran bir yolculuğu andırıyor. Bu yolculuğa daha önce defalarca çıktığımı biliyorum ve birçok insanın dönem dönem çıktığına da eminim. Peki defalarca çıktığım bir yolculukta nasıl oluyor da her defasında yolu kaybedip çıkışa doğru ilerleyemiyorum? Çıkış kapısının yerinin her defasında değiştiği ve sadece vakti gelince açılabildiği ilginç bir oyun gibi.
Her duygunun zıttı vardır deriz. Oysa bazı duygular vardır ki ifadeye sığmaz. İfadeye sığmayan bir şeyin zıttının olması mümkün müdür? Ya da salt tek bir duygu sandığımız şeyin birçok duygunun harmanı olduğunu söyleyebilir miyiz? Her iki halükarda da zıttını bulmak mümkün olmuyor. Zıttı yoksa panzehiri nedir diye düşünmeden edemiyor insan.
Hissettiğim duyguyu ifade edemem belki ama yol açtığı eylemleri ifade edebilirim. Öyle bir duygu ki elinizi kolunuzu bağlıyor ve sizi işlevsiz bir varlığa çevirmek için çabalıyor. Maddi manevi anlamda oluşturduğu eylemsizlik her yanınızı sarıp sizinle bütünleşiyor. Bir yanınız bu duygudan kopamazken diğer yanınız onu söküp atabilmek için haykırıyor.
Bu yolculuğun içine ne zaman düşsem çıkış kapısını farklı yollarda buldum. Ve o kapının vakti gelmeden açılmayacağını öğrendim artık. Aynı yolda yaşadığım farklı bir yolculuk bu. Yol öncekilerle aynı ama yolculuk apayrı. Çıkış kapısının bu sefer ne olduğunu günlerdir düşünüyordum tavanımla beraber. Fakat cevabı tam da şuan yazıyı yazarken buldum. Bu sefer ki çıkış kapım; beklemek. Sadece beklemek. Hiçbir şey yapmadan, hiçbir çaba göstermeden beklemek. Bu sefer ihtiyacım olan şey çabalamak değil sabit kalmak. Ruhum da bedenim de uzun süredir buna aç kaldı. Bu sefer çıkış kapısını benim eylemlerim değil eylemsizliğim var edecek. Eylemsizliğime sebep olan bu yolcuğu yine bir eylemsizlik bitirecek.
Evet çıkış kapısı buğuların arasından göründü fakat ne zaman açılır bilinmez. Cemal Süreya’nın da dediği gibi “Beklemek gövde gösterisi zamanın”
Bir yerlerde bu yazıyı okuyan ve hislerime kulak veren birileri varsa eğer ona/onlara sesleniyorum;
En derinlerimden akan hislerime eşlik ettiğin için teşekkür ederim. Çıkış kapını bulmak senin elinde. Belki yazarak, belki bir şarkının sözlerinde kaybolarak, belki çizerek, belki de sadece tavanı seyrederek bulacaksın onu. Geç olmadan bul ve o kapının açılmasını bekle. Ve son olarak Tanpınar’a kulak verelim:
“Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.”