Umut Etmenin Yorgunluğu

“Hayat bir kutu çikolataya benzer, içinden ne çıkacağını asla bilemezsin.”

Ferhan Kır
Türkçe Yayın
4 min readFeb 13, 2024

--

Forrest Gump filmini hiç izledin mi? Benim takıntı haline getirdiğim filmlerden biridir bu. İlk izlediğim zaman yaşadığım hisler hala aklımda. Bugün yine izledim bu filmi, her izleyişimde farklı hislere kapılsam da temelde hissettiğim ortak bir duygu vardı; “umut”.

Eğer Forrest Gump’ı izlemediysen yazının devamında bazı spoilerlar ile karşılaşabilirsin. Filmi ele aldığımda karşımızı 3 ana karakter çıkıyor; Forrest Gump, Teğmen Dan ve Jenny. Birbirinden farklı bu üç insanın yolu bu filmde bir şekilde kesişiyor. Forrest farkında olmadan hem kendinin, hem Teğmen Dan’in hem de Jenny’nin hayatında büyük etkiler yaratıyor.

Forrest’ın çok masumca yaptığı şeyler, örneğin koşmak gibi, hayatına büyük tesadüfleri ve başarıları da getiriyor. Yaşadığı bunca çılgın olaylara rağmen Jenny her zaman aklında oluyor ve bir gün bir şekilde onunla birlikte olacağına dair masum inancı ve umudunu kaybetmiyor.

Nihayet gün geliyor, Jenny ve Forrest bir araya geliyorlar. Bir süre aynı evde kalıyorlar ve Forrest hayatının en mutlu günlerini geçirdiğini hissediyor. Umudunun doruk yaptığı bu anlar uzun sürmüyor ve bir gün Jenny gidiyor. Forrest, umudunun bir kıvılcımdan farksız olduğu bu anda en iyi yaptığı şeyi yapıyor ve koşmaya başlıyor ve filmde benim en sevdiğim bölüm geliyor.

Forrest 3 yıl boyunca koşuyor. Koşarken farkında olmadan pek çok insana umut oluyor ve peşine takılan bir grup insanla koşusunu sürdürüyor. Forrest aslında sadece kendi oluyor ve canının istediğini yapıyor ama bunu öyle güzel yapıyor ki çevresindeki pek çok insana da istemeden de olsa umut oluyor.

Filmde beni en çok etkileyen bölümün bu olması çok da şaşırtıcı değil. Forrest karşılaştığı problemli durumda yapabileceği en iyi şeyi yapıp koşmaya başlıyor. Bu, problemi çözmese de problemi atlatmasına yardımcı oluyor. Titrek bir mum ışığından farksız olan umudunun tekrar gürül gürül yanan bir ateşe dönmesi için ihtiyacı olan süre boyunca koşuyor.

Kendimi bildim bileli hep umutlu biri oldum ben. Kendimi “Şeker Portakalı” kitabındaki acı çeken küçük Zeze gibi hissettiğim anlarda bile bir şekilde toparlanmayı hep umut ederek başardım. Her zaman bir çözümün olduğuna olan inancım belki de beni hem problem çözücü hem de umutlu biri yapıyordur. Biraz derinine inince problem çözme becerisinin umut etmeyle sıcak bir ilişki içerisinde olduğu görülebiliyor çünkü oralarda bir yerde bir çözümün olduğuna dair olan inanç insanı umutlu olmaya itiyor.

Şimdilerde bu kadar umutlu biri olduğum için kızıyorum kendime. En zor durumlarda bile bir şekilde toparlayabileceğime olan inancım beni hep en zor yollardan gitmeye teşvik etti. “Hallederim bir şekilde” bakış açısıyla girdiğim yollarda şimdi bazı şeyleri halledemediğimi görüyorum. Umudumun sönmek üzere olan titrek bir ateşin son çırpınışı gibi çırpındığını biliyorum. Tam da bu anda bir şeyler olsun diye umut etmenin artık ne kadar yorucu bir iş olduğunu anlıyor ve istemeden de olsa kendime kızıyorum.

“Gerçekten bu kadar idealist olmaya gerek var mıydı?”

Bazen de hiçbir şey yapmadan olduğun yerde durmak gerekiyor. Bir şeyleri çözmek için sürekli uğraşmak ve yine de çözüme kavuşturamamak kaçınılmaz son olan ümitsizliğe sürüklüyor insanı. Geçenlerde şöyle bir söz okumuştum;

“Çıkmaz sokakta geri gitmek ilerlemektir.”

Ne kadar doğru! Gerileme, yenilme, vazgeçme olarak tanımladığımız pek çok adımımız belki de hayatımızda büyük yeniliklere yol açtı. Tıpkı Forrest’ın 3 yıllık koşusunun pek çok insana umut vermesi ve Jenny’ye tekrar kavuşması gibi.

Peki umut etmekten yorulan bir insan ne yapar? Cevap çok basit, umut eder! Umudunu yeşertmek için ona iyi gelen şeyleri yapar. Forrest koşarak kendine ve pek çok insana iyi gelmişti, ben de kendimi doğaya bırakınca huzur buluyorum. Özgürlüğümü ve bu dünyada ne kadar küçük olduğumu hissediyorum. Küçüklüğümü görünce daha çok özgürleşiyor, daha çok anlıyorum küçük detaylara takılmanın insanı ne kadar yıprattığını. Doğanın üzerimdeki iyileştirici gücüne inanıyorum ve ihtiyacım olduğunda yapabileceğim en iyi şeyi yaparak kendimi doğaya bırakıyorum. Biliyorum ki doğadan uzaklaşıp şehrin yapaylığına hapsolduğumda kendimden uzaklaşıyor hayatı anlamsız buluyorum.

Geçtiğimiz günlerde Tazı Kanyonuna gittim. Gördüğüm manzara karşısında şok olarak kalakaldım bir süre. Devasa büyüklükte kayaçlar öylesine kusursuz duruyorlardı ki hayran olmamak imkansızdı. Biraz daha cesaret edip uçurumun kenarına doğru yaklaştığımda ise en aşağıda göz alıcı turkuaz mavisi ve sakinliğiyle akan Köprüçay’ını da görebildim. Tüm bunları gördüğüm anda dünyada ne kadar küçük bir yer kapladığımı hissettim. Dünya çok büyük, bense bu dünyayı dünya yapan küçük bir bileşendim sadece. Ben o gün bu manzara karşısında bu kadar küçük hissedeceğimi bilmiyordum, bu kaderin bana sunduğu kısa bir gösteriydi sadece. Benim için aralanan farkındalık kapısından öylece süzülüverdim içeri.

Tazı Kanyonu, 2024

Tarihler boyunca yaşamış tüm toplulukları, savaşları, doğa olaylarını, mutlu yaşayıp huzurla bu dünyaya gözlerini kapayanları, çaresiz hissedenleri, acı çekenleri, kahkaha atanları, bu manzaranın tanık olduğu insanları düşündüm. Dünyada yaşamak için pek çok yer, pek çok duygu, pek çok hayat vardı. Şu an durduğumuz yer ise kendi tercihlerimizden ibaretti, yeri geliyor bir zamanlar mutluluktan havaya uçarak aldığımız kararlar şu anın gözyaşlarına sebep olabiliyor, yeri geliyor en istemediğimiz şeyler ise mutluluk kaynağımıza dönüşüveriyordu!

Hayat böyleydi işte, umut var olmalı ki yeni güne gözlerimizi heyecanla açabilelim, umut var olmalı ki kendimizi seçeneksiz köşeye sıkışmış hissetmeyelim, umut var olmalı ki var olabilelim. Ne demişler; “Hayat bir kutu çikolataya benzer, içinden ne çıkacağını asla bilemezsin.”

Herkese u-mutlu güzel günler dilerim.

--

--

Ferhan Kır
Türkçe Yayın

Yaşama dair farkındalıklarımı yazıyorum. Profilime hoşgeldin! Substack'te de yazıyorum: https://konubendegilim.substack.com mail: ferhankr28@gmail.com