Uzun Bir Ramazan Öyküsü

Fatih Kılıç
Türkçe Yayın
Published in
5 min readMar 20, 2024

--

Altı yaşındayken, mahallemizdeki binalar bu kadar yükselmemişken ve evimizin karşısındaki kışla henüz millet bahçesine dönüştürülmemişken ramazan topu atılırdı. Ben her akşam üstü dört gözle balkonda ramazan topunu beklerdim o günlerde. Sesten önce ışığı görebilmek için gözümü kırpmadan izlerdim. Top patlama sesi ile eve koşar, haber verirdim evdekilere. Ben eve girene kadar imam çoktan “Allahu Ekber” derdi elbette.

Bir akşam üstü balkona çıkacakken “Haydi gidiyoruz” dediler, “Hacı Ali dede iftara bekliyor.” Ramazan topunu göremeyecek olsam da üzülmedim. Ali dedeyi severdim. Yan sokaktaki bahçeli tek katlı evde otururlardı. Ali dede sokakta top oynarken bize kızmazdı. Saklambaç oynarken bahçesine saklandığımızda bizi kovmazdı. Bütün bunlar evleri kentsel dönüşüme girmeden önceydi. Şimdi şehrin diğer ucunda kirada oturuyorlar ve yeni evlerine taşınmayı bekliyorlar.

Ramazan reklamlarındaki gibi neşe ile iftar edildi. Yemekler yenmiş, kan şekeri tavan yapmış ve üzerimize bir sakinlik çökmüşken o bilindik soru babam tarafından soruldu: “Teravihe hangi camiye gidiyorsunuz?” Otuz beş yıl caminin önünden geçmeyen adam geçen sene geçirdiği kalp krizi sonrası namaza başlamıştı. Hacı Ali dede hafif kibirli bir gülümsemeyle “Siz aşağıdaki camiye gidersiniz.” dedi, “Ben yukarıdaki hatimli teravihe gidiyorum.” Annemden belli belirsiz bir “Hıh” yükseldi. İçinden “Haspama bak. Normal zamanda kıble nedir bilmez Ramazan’da hacı olmuş.” dediği yüzünün her kıvrımından belli oluyordu. Haksız da sayılmazdı. Hacı Ali dede cumadan cumaya namaza giderdi. O da bazen. Vakit namazları kıldığı da vaki değildi. Hacı ismiydi sadece. Hacca falan gitmemişti. Cam fabrikasında çalışmıştı. Emekli olunca da bütün gün kahvede okey oynayan bir adamdı. Ama iyi adamdı. Kimse bir kötülüğünü görmemişti. Hacı Ali dede Ramazan’da ise yüz seksen derece değişirdi. Vakit namazlarını kılar, mukabeleleri takip ederdi. Bu sene sevaplarına hatimli teravihi de eklemişti anlaşılan.

Babam da Hacı Ali dedenin sözlerindeki tepeden bakışı sezmişti. Hor görülmeye hayatta tahammül edemezdi. Böyle durumlarda içinden adeta bir Tatar Ramazan çıkardı. Bir gün bir sebepten mahalleye gelip de tartışma arasında “Siz liseyi bile zor bitirmiş cahiller” anlamında bir söz söyleyen belediye başkanına dayanamayıp saldırmışlığı ve bir hafta hapis yatmışlığı bile vardı. Babamın gözlerindeki meydan okumayı gördüm, “Maden sen gidiyorsun biz de hatimliye gelelim o halde.” dedi. Bu sefer de Hacı Ali dededen bir “Hıh” yükseldi. “Sen normal teravihe zor gidiyorsun.” diyen gözlerle babama baktı. Babam kesin kararını vermişti bir kere. “Geliyorum ulan. Sabaha kadar da sürse kılacağım o namazı” diyen gözlerle baktı. Annem “Cemil etme eyleme, hatimli teravih uzun sürer. Daha sahur var, yemek hazırlanacak. Yarın temizlik yapıcam. Sen de sabah erkenden işe gideceksin.” diye çıkışan gözlerle babama baktı. Gözlerdeki bu tartışma devam ederken sessizliği ben bozdum: “Ben de geliyorum.” Böyle bir mücadelede babamı yalnız bırakamazdım. Ne gerekiyorsa yapılacaktı. Benim bu çıkışım üstüne gözler sustu, ağızlar açıldı. Herkes bir taraftan benim gidemeyeceğimi söylemeğe başladı. Sadece Hacı Ali dede destekledi beni, “Aferin len kerata. Büyük adam olucan sen. Madem hatimliye geliyorsun, sana sözüm olsun. Namazın tamamını kılarsan sana şu yeni çıkan süprüzlü yumurtadan alıcam. Kalkın lan gidiyoruz.”

Benim gözler sevinçle açıldı. Kollarımı kaldırıp “Kinder sürpriiiz!” diye bağırarak kapıya doğru koştum. Kinder sürpriz yumurta yeni çıkmıştı ve bütün ülke çocuklarının arasında fırtına gibi esiyordu. Her reklam kuşağında o vardı. Çizgi filmlerin arasında iki de bir gösterip duruyorlardı. Bakkallarda tam kasanın yanında göz kamaştırıyor, mahalledeki bütün çocuklar ondan alabilmek için yanıp tutuşuyordu. İçinden harika oyuncaklar çıkıyordu. Oyuncak parçalarını talimata bakarak birleştiriyordunuz. Parçaların olduğu sarı kutu da çeşitli oyunlarda işe yarıyordu. Çikolatası da aşırı lezzetliydi. Fakat çok pahalıydı meret. Çıktığından beri sadece iki kere aldırabilmiştim bizimkilere.

Hacı Ali dede önde, ben babamın elini tutmuş arkada camiye doğru yola düştük. Bu sene oruca başlamıştım. Teravihe de çok gitmiştim. Uzundu evet ama hepsini kılabiliyordum. Gerçi birkaç kere dayanamayıp uyumuştum. Hatimli dedikleri ne olabilir ki diye düşündüm. Dayanamazsın dediklerine göre daha zor olmalıydı. Hiç mi oturmuyorduk acaba?

Camide sadece birkaç sıra vardı. Okula gitmeyen ben bile insanları sayabilirdim, o kadar az yani. İmamın arkasındaki safta bir imam daha vardı. İki imamlı namaz hiç görmemiştim. Hacı Ali dede vakurlu bir edayla gitti en ön sıradaki imamın yanına oturdu. Babamla biz de onun yanına oturduk. Camide benden başka çocuk yoktu. Hatta beni gören yaşlı amcalar şaşırmış, gururlu gözlerle bakmışlardı. Arada acıyan gözleri de görüyordum. Normal bir şekilde yatsı namazını kıldık. Diğer camiler gibiydi. Babamların abarttığı kadar yokmuş diye düşündüm. Ne vardı ki bunda? Hepsini kılıp yumurtayı kapacaktım. Şimdiden içinden hangi oyuncağın çıkacağını merak etmeye başlamıştım bile. Müezzin salavat getirdi ve hep beraber teravih namazına durduk.

İşte her şey o zaman başladı. Teravih namazına başlayınca. Yine ilk başta gayet olağandı. İmam fatihayı okudu ve hepimiz amin dedik. Sonra bir sure okumaya başladı. Başladı ama bitmedi. Okudukça okuyor, okudukça okuyordu. Yetmiyor biraz daha okuyordu. Hiç durmadan okuyordu. Dakikalarca süren bu okuma sonrası secdeye gittik. Belki ilk rekat diye böyle oldu, ikinci rekat kısa olur diye düşünüyordum. Hala kendimi avutuyordum. Fakat değildi. İkinci rekat da aynı şekilde başlamıştı ve imam hiç durmadan okuyordu. İşin kötüsü her yeni rekatta imamın okuyuşu yavaşlıyordu. x0,5 hızında başlayan okuma hızı yer yer x0,2'lere düşüyordu.

İkinci rekat sonunda selam verdik. Çok kısa bir oturma sonrası üçüncü rekata başladık. Daha şimdiden yorulmaya başlamıştım bile. Böyle bir süre daha dayanmaya devam ettim. Artık zaman kavramım kaybolmuştu. Rekatları da saymıyordum. Sadece ayakta durmaya çalışıp o kutlu sesi, secdeye gideceğimiz “Allahu ekber” i bekler olmuştum. Uzay zaman eğrisi bükülmüş, mekan ağırlaşmış, ayaklarım tutmaz olmuştu. Ben zamanın göreceli olduğunu işte orada anladım. Saatlerce süren rekattan sonra duvardaki saate bakıyordum ve sadece on beş dakika geçtiğini görüyordum.

Gözlerim kapanıyordu. Artık ayakta zor duruyordum. Fakat dayanmam lazımdı. Sürpriz yumurtayı kaçıramazdım. Uyumamak için sürpriz yumurtayı düşünüyordum, aklıma beşik geliyordu. İçimden şarkı söylüyordum, dilime ninni dolanıyordu. Çizgi filmleri hatırlamaya çalışıyordum, aklıma sadece Tom ve Jerry’deki Tom’un uykusunun olduğu bölüm geliyordu. Hani şu Tom’un uyumamak için göz kapaklarına kibrit koyduğu, gözlerini bantla yapıştırmaya çalıştığı, en sonunda da göz kapaklarına resim çizip uyuduğu sahne. Uyumamak için direniyordum. Zombi gibiydim adeta. Uyumamalıydım. Sürpriz yumurta beni bekliyordu. Bir ara babama baktım. Maçın son saniyelerindeki Yılmaz Vural gibi “Hoca bitir hoca!” diyen gözlerle önündeki imama yalvarıyordu. Hacı Ali dedenin ise gözleri kapalıydı, belli belirsiz bir horlama sesi geliyordu.

Bu böyle ne kadar sürdü bilmiyorum. Bir yerden sonrasını hatırlamıyorum. Sadece bir ara rüyamda sürpiz yumurta dolu bir havuzda yüzdüğümü gördüm. O kadar yumuşak ve tatlı bir havuzdu ki sürpriz yumurtaları açmak yerine üstlerinde mışıl mışıl uyuyordum.

Gözlerimi yatağımda açtım. Neredeyse öğlen olmuş Tom ve Jerry kaçmıştı. Babam işe gitmiş annemse temizliği yarılamıştı bile. Teravihi bitiremediğimi anladım. Kim bilir neresinde uyuyakalmıştım. Sürpriz yumurtayı kaybettiğime üzülürken yastığımın yanındaki sürpriz yumurtayı gördüm. Hem de bir değil iki tane vardı. Sevinçle orucu bile unutup yumurtanın çikolatasına bir ısırık attım.

--

--

Fatih Kılıç
Türkçe Yayın

sekiz milyarda bir. hekim. okur, seyreder, düşünür, gönüllü olur, yürür, sürer, bir şeyler anlatır.