Astrofotografi Denemesi, Ağustos 2024, Bursa

Var Olmayan Evrenin İlahileri

Kendi gerçekliğimizden kaçarak sığındığımız, her türlü keşke’nin yer aldığı evrenlerle olan ilişkimiz üzerine…

Elif Aydın
Published in
3 min readSep 21, 2024

--

Sıfıra yakın olasılıkların oluşturduğu bu evrende, insanların rüyalarında kendi imkansızlıklarını gerçekleştirmesi türümüzün en garip alışkanlığı olmasa gerek. Hele ki evrene kıyasla bir kalp atışından da kısa olan yaşamımızda, inanıyorum ki herkes bir noktada durup gerçekliğini sorgulamış ve değişmesini ummuştur. “Ya şöyle olsaydı?” İhtimali bile bizi heyecanlandıran, dehşete düşüren, kızdıran, sevindiren birçok rüya el ele vermiş bir arada dans ediyor belki bu gece. Hayal gücünün verdiği sınırsız ve sessiz sırlar kiminin geleceğinin fragmanı, itici gücüyken kiminin kaybolduğu bir sis oluyor sadece.

Göğsümüzde sıcak hisler uyandıran o tatlı düşlere olan bağımlılığımız, olumsuza nazaran çok daha fazla bana göre. Henüz gerçekleşmemiş olanın belirsizliği ne kadar korkutucu olsa da bize sunduğu olasılıkların yarattığı kıpırtılar da sonsuz. En azından biz bunu hayal ederiz. Hatta hayallerimize minik hikayeler yazıp, nedenler üreterek gülüp geçeriz. Kulağımıza mistik bir şarkı biçiminde çalınır bu hayaller. Yazılan senaryoların gerçekleşme ihtimalinin üzerimizde bıraktığı his, ruhumuzun umut ile sarılmasıyla ilişkilendirildiğini düşünüyorum. Sanıyorum ki kanıt olarak her gün heyecanla üflenen mum ışıklarını sunmak yanlış olmaz.

“Çoğunlukla bir düş, dilek, özlemdir bu. Olasılıkların sınırının olmadığı inancı. Hatta bazen devreye rastlantı girer.” — Andrzej Sapkowski*

Astrofotografi Denemesi, Ağustos 2024, Bursa

Her ne kadar olumlu yönden incelesek de var olmayan evrenlerimizin bize sunduğu şölenle kurduğumuz ilişki sandığımızdan daha kritik aslında. Gerçeklikle olan patikayı koruduğumuz müddetçe geri dönüşü kolay, iletişimi mümkün, güvenli bir alan oluşturur bizim için. Ancak ilerlediğimizi sandığımız bu yol bulanıklaşarak kendimizi kaybettiğimiz bir sis de olabilir. Geleceğe dair bu kurgularımız, hedeflerimiz yerine korkularımızın ürünü haline de gelebilir. Hayattan kısa süreli olan kaçışımız git gide uzayabilir. Dürüst olmak gerekirse, hassas terazideki bu dengeyi kurmak oldukça zor.

Özellikle her gün gördüğümüz, duyduğumuz, yaşadığımız olayları ve dönemin çekiciliğini(!) göz önüne aldığımızda, gerçeklikten kaçış ihtiyacının arttığını hissediyorum. Eğer düşündükçe nefesiniz yetmiyorsa ve göğüs kafesiniz daralıyorsa bu durumun size özel olmadığını hatırlatmak istiyorum. Bir perdenin gözlerinizi örtmesi ve geleceğe dair tedirginliklerin zihni istilası da sıra dışı değil. Cenin pozisyonuna dönerek her şeyden uzaklaşma isteği de oldukça anlaşılır.

Ruhu sıkıştıran her türlü imgeden kaçmaya çalışırken içimizde oluşturduğumuz güvenli kıyılar, sirenler gibi davetkar ve bir o kadar da tehlikeli. Mevcut olandan daha sıcak karşılayan bu evrenin ilahileri bizi koruma bahanesiyle ayırır gerçeklikten. Varoluşçu psikiyatr Irvin Yalom bunu insanın kendisini acıdan korumak için uyuşturması şeklinde açıklıyor**. Hissedilen acıyı canlılığın getirilerinden biri olarak tanımlıyor. Çatlaklardan ilerleyen su misali yaşamda yer bulan. İstenmeyen misafir gibi kapıdan kovulsa bacadan gelen. Ötelenebilen ama kaçınılmaz olan. Bazen küçük bir başarısızlık, bazen uzun süreli bir ilişkinin sona ermesi, hayal kırıklıkları, kayıplarımız. Bunlar acının farklı formlarından yalnızca birkaçı. Yalom’a göre acı görmezden geldiğimiz bir düşman değil, anlaşılıp kucaklanması gereken bir tanıdık gibi olmalı. Ve Ursula K. Le Guin acının birleştirici gücünü ekliyor:

Bizi bir araya getiren şey, acı çekmemiz. Sevgi değil. Sevgi akla boyun eğmez, zorlandığında da nefrete dönüşür. Bizi birleştiren bağ seçilebilir bir şey değil. Biz kardeşiz. Paylaştığımız şeylerde kardeşiz. Hepimizin tek başına çekmek zorunda olduğu acıda, açlıkta, yoksullukta, umutta biliyoruz kardeşliğimizi. Biliyoruz çünkü onu öğrenmek zorunda kaldık. Bize birbirimizden başka kimsenin yardım etmeyeceğini, eğer elimizi uzatmazsak hiçbir elin bizi kurtaramayacağını biliyoruz.***

Biliyorum ki şu an dünyanın her köşesinde, birbirinden farklı canlı, kıyaslanamayacak acılar çekiyor. Ve bazen “kardeş bile rahatlatamaz insanı kötü saatte, karanlıkta, duvarın dibinde.”*** Ama umarım bu yazı onu anlamak için gerekli olan cesareti verebilir size. Var olmayan evrenin ilahilerinin, hayallerin, rüyaların, anıların boşluğa dönüşmesini, içinde kaybolmanızı önler. Kaybolduysanız dahi nefes alabileceğiniz ve anlaşıldığınızı hissedeceğiniz 3 dk sunar.

Yazı yazma sürecim, oldukça amatör olsa da kararsızlıklarım yüzünden çok uzun sürebiliyor. Kendi kendime motivasyonum, okuduklarım, konuştuklarım, gördüklerim oldukça etkiliyor. Bu yüzden bana yorumlarınız ile eşlik ederseniz oldukça mutlu olurum. 50'ye kadar tıklayabildiğiniz alkış butonuyla da destek olmaktan çekinmeyin :) Taslaklar kısmındaki bitirilmeyi bekleyen nice yazıda görüşmek üzere!

Son olarak bu yazıyı yazarken tadı damağımda kalan 3 müthiş kitabı aşağıda bulabilirsiniz.

  • *Andrzej Sapkowski — Kader Kılıcı
  • **Irvin Yalom — Günübirlik Hayatlar
  • ***Ursula K. Le Guin — Mülksüzler

--

--

Elif Aydın
Türkçe Yayın

Çeşitli kalıplardan sıyrılarak kazanımlarını kendince ifadelerle insanlara aktarmaya çalışan tutkulu bir okuyucu ve gözlemci.