Vikings: Yolculuklarla Dolu Bir Hikaye, Bir Diziden Neler Öğrenebiliriz?

Furkan Elmalı
Türkçe Yayın
Published in
20 min readJul 26, 2021

Vikings, gerek hikayesi ile, gerek karakter gelişimleri ile çocukluk yıllarımdan beri üzerimde büyük etki bırakmış bir dizidir. Küçükken bir çok şeyi izlediğim gibi bu diziye de “Kılıç var, balta var, kalkan var bu izlenir!” şeklinde başlamıştım. Çok büyük bir şanstır ki bu şekilde izlediğim ve izlemeye başladığım şeyler hep bana güzel şeyler getirdi; keza Yüzüklerin Efendisine’de böyle başlamıştım. Zamanla anladım ki bu dizi kılıçtan kalkandan fazlasını içeriyormuş. İskandinav Mitolojisi, Vikingler’in tarihi ve çeşit çeşit ilginç ve benim için bir çok açıdan yeni şeyle karşılaştım bu dizide. Hem bu sebeplerden, hem de olgunlaşma sürecinde hayatımda sürekli bir şekilde yer edinmesi, benim bağ kurmama ve karakterlerin hikayesini ayrıntılı bir şekilde incelememe sebep oldu.

Bu saydıklarım büyük ölçüde dizide bulacağınız şeyler olsa da benim bu yazıda asıl bahsetmek istediğim şey bunlar değil. Benim için karakterlerin birçoğu hikayesini yakından incelediğimizde, ayrı ve özel anlamlar taşıyor. Bu yüzden bu yazıda benim merceğimden karakterlerin yolculuklarını inceleyeceğiz. Ancak başlamadan uyarmam gerekir ki; bu yazı da spoilerlar bulunabilir..

Ragnar Lodbrok:

“Güç daima tehlikelidir. Kötü bir şekilde etkiler, muhteşem bir şekilde yozlaştırır. Hiçbir zaman güç istemedim. Güç, sadece onu yerden almak için eğilmeye hazır olanlara verilmiştir.”

Ragnar’ın hikayesinde gördüğümüz şeyler; sürekli istemediği bir gücün ona verilmesi, toplumsal ve dini karmaşanın yalnızlaştırdığı bir insan ve günün sonunda ise bağnaz inanış biçiminden kurtulmuş bir şekilde ölen ancak bağnaz bir toplumun kahramanı olan bir insandır..

Ragnar, birçok Vikings izleyicisi gibi benim içinde çok özel bir karakterdir. Sıradan bir çiftçi olan Ragnar, köyün reisi tarafından ona verilen verimli topraklarda yaşamaktadır. Ancak, hayalleri olan bir çiftçidir. Her sene doğuya yelken açan halkının yağmalarının artık verimsiz olduğunu gözlemlemiş ve batıya yelken açmak istemektedir. Tabi bu isteğinde, keşif duygusu ve bilgelik isteği büyük rol oynamaktadır. Daha dizinin başlarında Ragnar bizlere “Odin bilgi için gözünü verdi. Ben daha fazlasını verebilirim.” diyerek bu arzusunu belli etmektedir.. Köyün reisini ikna etmenin kolay olmayacağını bildiğinden kendine bir grup toplar, bir gemi yaptırır ve küçük bir ekip ile batıya yelken açar. Adamlar gönüllü ve gemi kendisinin olduğu için reis sesini çıkaramaz.

Zorlu ve ümitsiz geçen bir yolculuktan sonra Ragnar’ın öyküsünün kritik taşlarından biri olan Athelstan ile tanıştığı yere, İngiltere’ye gelirler. Burada bir kiliseyi yağmalarlar ve Athelstan dahil bir çok keşişi köle olarak satmak üzere yanlarına alırlar. Zamanla Athelstan ile yapacağı sohbetler onun dini ve sosyal bir farkındalığa erişmesine sebep olacaktır.

Buraya kadar Ragnar bir kaşiftir, keşfetmek ve bilgelik peşinde koşmak ister. Ancak hayat onu çok farklı yerlere sürükleyecektir. Reisin daha sonra çeşitli sorunlar çıkarması, onun eline hiç istemediği bir güç getirecek ve köyün reisi olmak durumunda bırakacaktır. Bilgelik peşinde koşmak isterken; bir lider olmak zorunda kalmıştır. Bu güç ve tabi ki batıya yelken açmış olmanın getirdiği şöhret, onu kısa zamanda Norveç’te ünlü biri haline getirmiştir. Bu durum ilerleyen yıllarında Norveç Kral’ı ile tekrardan batıya, İngiltere’ye gitmesine sebep olmuş olacak olsa da ilk olarak değinmemiz gereken şey Ragnar’ın ailesinin dağılış hikayesidir.

Çiftçi iken çok mutlu olan bu aile gücün gelmesi ile beraber yavaş yavaş dağılır. İlk olarak Ragnar köyden uzaktayken gelen bir salgında, kızı ölür. Bu sırada Ragnar köyden uzaktır ve kehanetlere, dinine çok bağlı bir insandır. Dört oğlu olacağını söyleyen kahinin sözlerine inanır ve Lagertha’nın da doğum yapamaması ile onunla olan bağları zayıflamıştır. Uzun zaman sonra kendisinin de pişman olacağı bir şey yapar ve üç çocuğunun annesi Aslaug ile Lagertha’yı aldatır. Ailesi, böylece dağılmış olur. Bjorn ve Lagertha tarafından terk edilir. Güç ve bağnaz inanış biçimi, onun ailesinin dağılmasına sebep olmuştur. Aslaug ile hiçbir zaman eskisi kadar mutlu olamaz.

Bu arada Batı’ya duyduğu ilgi gün geçtikçe artar, Norveç’te halkı arasındaki sorunlar arasında bir diplomat görevi görür ve onları beraber batıya yelken açmak üzere ikna eder. Daha sonrasında sadece Kral Horik ile beraber batıya gitmeye karar verirler. Artık, her ne kadar istemese de krallığın en güçlü üç adamından biridir. Kral Horik ile ikinci İngiltere seferlerine Lagertha’da kendi birlikleri ile dahil olur. Aradan geçen sürede o da güç sahibi bir insan haline gelmiş, oğlu Bjorn büyümüştür. Yeni dostu Athelstan ile yaptığı sohbetleri, onu kendi halkından uzaklaştırmaktadır ve daha farkındalık sahibi bir insan yapmaktadır. Bir çiftçi olan Ragnar, İngiltere’de işlenmesi gereken verimli topraklar görür ve halkının buraya yerleşmesini ister. İngiltere ile barış içerisinde bir dostluk kurmayı amaçlayan Ragnar’a kıyasla halkı ve ondan güçlü tek insan olan Horik bunu istememektedir. Ancak buna rağmen ordu liderini Ragnar olarak seçmiş ve onun bu diplomatik tavrını izlemiştir. Horik’in bundan rahatsız olması Ragnar’ı öldürmeye çalışmasına sebep olacak, ancak Ragnar Horik’i öldürerek Norveç’in kralı olacaktır.

Şimdiye dek Ragnar, sürekli istemediği bir güç ile ödüllendirilmiş, her zaman yapmak istediğinden farklı bir şey elde etmiş ve sürekli olarak istemediği bir hayatı yaşamaya mahkum kalmıştır. Athelstan ile yaptığı sohbetler onun bağnazlığını kırmış ve iki kültürün tanrıları arasındaki benzerlik onun tanrıları sorgulamasına sebep olmuştur. Sevgili dostu Athelstan’ı tanrılara adak olarak sunmayı düşünecek kadar bağnaz olan bu insan, Hristiyan tanrısının varlığına inanmaya başlamıştır. Hatta bir gün tanrılarının dost olabilmesini dilemektedir. İngiltere’de yerleşmek üzere anlaşmış olsalar da, ordu gittikten sonra orada kalan silahsız çiftçiler katledilir. Bu sefer barbarlık yapan taraf farklıdır.

İngiltere ile olan hikayesinde en büyük etken Kral Ecbert ile olan dost-düşman ilişkisidir. Aralarındaki ilişki, benzerliklerinden kaynaklı bir dostluğa sebep olmuştur. İkisi de karşısındaki kültürü tanımak istiyor, bilgeliği kovalıyor ve sürekli olarak halkları tarafından engelleniyor. Ecbert’de burada her ne kadar Vikingler’in İngiltere’de kalmasını istese de sorgulanan otoritesini koruması gerekmektedir. Çünkü Ragnar ile ortak olmayan tek noktası, onun gücü sevmesidir.

Ragnar’ı geri kalan hayatında büyük bir yalnızlık beklemektedir. Bugüne kadar onun yalnızlık ile arasındaki tek engel, Athelstan’dır. Toplumu ile arasına bir bağ kopukluğu girmiştir, artık onu anlamaları mümkün değildir. Onu gerçekten anlayan tek insan Athelstan’dır. Athelstan, Ragnar’ın değişiminde büyük bir etki bırakmış ve ölümüyle de onu yalnızlığa sürüklemiştir. Çünkü, onun içinde bulunduğu varoluşsal ve dini sıkıntıların bir benzerini yaşayan kişi Athelstan’dır. Bağnaz bir bilge olan Floki, Athelstan’ın eski dinine döndüğünü görünce, anlık bir öfke ile onu öldürür. Çünkü Ragnar ile olan dostluğunu kıskanmaktadır ve ona hiçbir zaman güvenmemiştir. Ragnar’ın şu sözleri, aralarındaki bağı ve içine düştüğü yalnızlığı en iyi şekilde açıklar;

“ Bana çok şey öğrettin. Kendini çok zayıf ve kafası karışık bir insan olarak görürdün, ama bana göre sorgulamaya cüret ettiğin için korkusuzdun. Konuşacağımız çok şey vardı. Her zaman ölümün yaşamdan daha iyi bir kader olduğuna inanmışımdır. Çünkü kaybettiğin sevdiklerine kavuşursun. Senin tanrın cennette seni görmeme izin vermeyebilir, bu yüzden bir daha hiç buluşamayacağız. Şimdi ne yapacağım? Beni bıraktığın için senden nefret ediyorum! Seni kaybetmiş olmaktan nefret ediyorum! Artık beni teselli edebilecek hiçbir şey kalmadı. Değiştim, sen de öyle”

Ragnar artık farklı bir insandır, sorgulamıştır. Beraber sorgulamışlardır. Bu yüzden onu anlayan tek insanı kaybetmiştir. İnancını kaybetmiş, varoluşsal sancılar ve yalnızlıkla boğuşmak zorunda kalan bir insana dönüşmüştür artık.

Ragnar’ın hikayesinde sonlara doğru yaklaşırken, onun Paris’e karşı duyduğu heyecana şahit oluruz. Dostu Athelstan’dan keşfedilecek yeni bir yer öğrenmiştir. Nehirin ortasında, kocaman surlarla çevrili, fethetmesi imkansız bir şehir. Buraya bir sefer düzenler ve bu sefer Güney’e giderler. Athelstan’sız orada olmak, onu daha da yasa boğar. Dedikleri gibi suru geçemeseler de iyi bir planla şehire girmeyi başarıp, başarıyla geri dönerler. Hastalık yüzünden erken dönmek zorunda kaldığı Paris’te bıraktığı kardeşi Rollo zamanla ona ihanet edecek ve üzüntüsünü katlayacaktır.

Rollo, kardeşinin gücünün gölgesinde kalmıştır ve bu durumu dert edinen bir insandır. Paris’in ona sunduğu güç kardeşine ihanet etmesi için yeterlidir. Ragnar, Paris’e döndüğünde onu Rollo’nun kurduğu nehir savunması karşılar. Bu sefer başarısız bir şekilde eve dönmek zorunda kalırlar. Ragnar, artık bütün bunlardan yorulmuştur ve uzun bir inzivaya çekilir.

Kattegat’a geri döndüğünde, artık ölmek istediğini görürüz. Kendini asmayı dener, başarısız olur ve en sonunda oğullarından biri ile İngiltere’ye gitmeye karar verir. Çünkü İngiltere’de onu öldürmeye gönüllü bir çok insan bulacaktır. Oğullarının hiçbiri onunla gitmek istemez, çünkü onları uzun yıllar boyunca yalnız bırakmıştır. Sadece sakat oğlu Ivar onunla beraber gitmeyi tercih eder. Çünkü babasının ölüm yolculuğuna kendi başına gitmesini istemez. Yol boyunca babası ile bağ kurma fırsatı yakalar. Tabi ki İngiltere’de hoş karşılanmazlar ve Ragnar bir kafese konur. Yine de dostu Kral Ecbert ile uzun, ve güzel bir sohbet etme fırsatı yakalarlar. Bu sohbetten küçük kısımları paylaşmam gerektiğine inanıyorum;

“+Senin tanrın, benim tanrılarım; eğer hiçbiri yoksa?

-O zaman hiçbir şeyin anlanmı olmazdı.

+ Ya da her şeyin bir anlamı olurdu. Tanrına neden ihtiyacın var?

-Tanrılar olmasaydı herkes her şeyi yapabilirdi. Hiçbir şey önemli olmazdı. Canının istediğini yapardın, yani onlar var olmasa bile yine de sahip olmak gereklidir.

+Yoklarsa yoklar demektir, bununla yaşamak zorundayız.

-Evet ama sen öyle yapmıyorsun! Tek düşündüğün şey Valhalla ve ölüm!

+Senin tek düşündüğün şey de Cennet! Üstelik orası herkesin sürekli mutlu olduğu gülünç bir yer!

-Asıl gülünç olan Valhalla! Ölen savaşçılar sürekli olarak birbirleri ile savaşıp tekrar ölüyorlar.

+O zaman ikisi de gülünç.”

Yaşadıkları dünyanın saçmalığında ve gülünçlüğünde karar kıldıkları bu sohbet, yolculuğunun sonuna gelirken, Ragnar’ın artık tamamen boşlukta olduğunu gösteriyor. Beklediğimden uzun da sürse, Ragnar’ı sizlere anlatmanın en kolay yolu bu uzun metindi. Bağnaz ama hayalperest bir çiftçiden; elde ettiği gücü asla istememiş olan bir krala, dini bir karmaşaya sürüklenmiş yalnız bir insana giden bir yolculuk.

Athelstan:

“Cennetten hafif bir yağmur yağışında kendi Tanrı’mı duyuyorum ama gök gürültüsünde hala Thor’u duyuyorum.”

Athelstan, belkide dizinin kanlı ve barbar doğasında, günümüz insanının normaline en yakın insandır diyebiliriz. Şahsen ben, Athelstan’ı iyiliğin ve bilgeliğin temsili olarak nitelemek isterim. Çünkü dizi de insan olmanın doğasını en yakından kavramış kişidir kendisi. İki toplumu da derinden yaşamış ancak hiçbir zaman tam anlamıyla özgür olamamış, hayatının belli bir kısmını köle olarak geçirmiş basit bir keşiştir sadece.

Hayatı kökünden değişmeden önce İngiltere’nin ücra bir köşesinde kendini tanrıya adamış sıradan bir insandır. Bir gün batıya yelken açmak istemiş bir Pagan kafilesinin, ilk yağma yerinde yaşayacak kadar da şanssızdır. Köle olarak paganların elinde düşmüş, Ragnar adında bir Pagan tarafından yanına alınmıştır. Tanrısının topraklarından uzak düştüğü bu diyarlarda, onu tanrısıyla bağlayacak tek şey buraya kadar zar zor getirdiği İncil’dir.

Athelstan ilk başlarda yaşadığı toplumu garipser, yadırgar. Ölülerin yakılması, çocukların küçük yaşta bira içmesi onun için normal karşılanamayacak şeylerdir. Yadırgadığı bu toplumda yalnız bir yaşam onu tanrısından uzaklaştırır. “Anlamıyorum. Hayatımda ilk kez, sana kızgınım.. Hayatımda ilk kez yalnız hissediyorum. Neredesin Tanrım?” sözleri ile, onun yalnızlığını bizler de hissederiz.

Burada geçirdiği vakit boyunca, Ragnar ile derin bir dostluk kurmaya başlar. Tabi, bu dostluğun getirdiği şey; diğer paganlarla da nispeten iyi geçinme şansı olmuştur. Zamanla bu topluma alışması, onların da kendine benzediğini farketmesi ile başlar. Ragnar’ın davranışlarını anladığını hissetmesi; onu hem bu toplumla, hem de Ragnar ile yakınlaştırır ve tabi ki ister istemez Ragnar ve ailesi ile bir bağ kurar. Ragnarın’da ona güvenmesi ile özgür bir adama dönüşür. Burada geçirdiği vakitte, artık pagan tanrılarının varlığına inanmaya başlamış ve kendi tanrısından uzaklaşmıştır. Yani aslında asimile edilmiş bir insanı temsil eder Athelstan. Bir pagan olmuş olmasa da iki tarafın gerçeklerine de “gerçek” demeyi başarmıştır. Başka bir gerçeği yalanlamaktansa, sorgulama cesareti göstermiş, yani kısaca gerçeğe çoklu bir perspektiften bakmayı başarmıştır.

Athelstan’ın hikayesi, iki kralın hayatına bıraktığı güzel etki ile renk kazanmış olsa da bana göre insanı ayrımsız ve yargısız; sadece insan olarak görmeyi başarmış biri olması ile, son derece bilge bir karakter olarak tasarlanmıştır..

İvar The Boneless:

“Açık bir tekne gibi hissediyorum. Denizde kaybolmuş, görünürde kara yok. Amaçsız, yolculuğumun bir amacı yok.”

İvar ilk bakışta saf bir kötülük emsali olarak gözüküyor -ki gerçekten öyle- ancak bu dizideki her karakter gibi, İvar’ın hikayesi de bizlere bir şeyler öğretebilir. Sakat bir çocuk olarak dünyaya gelmiştir. Bildiğiniz üzere Viking dünyasında bir sakat olarak yaşamak, ölümden daha beter bir şeydir. Bu yüzden babası tarafından doğaya terk edilmiş ve annesi tarafından kurtarılmıştır. Ancak toplumda asla kabul görmeyeceği düşünülen bu kişi, ilerleyen yıllarda ilk olarak zeki bir lidere daha sonra ise acımasız bir Tirana dönüşecektir.

Çocukluk yaşlarından beri, her zaman dışlanmış ve küçük görülmüştür. Annesi ve Floki ile kurduğu bağ sayesinden sevginin ne demek olduğunu öğrenmiş olsa da, ileride ikisini de kaybedecektir. Babası ile kurduğu tek bağ ise, babasının ölüm yolculuğunda yanında olmasıdır. Hayatı boyunca babası ile neredeyse hiç vakit geçirmemiştir. O yolculukta babasının söylediği şeyler ona ilham kaynağı olmuş, hayatını şekillendirmiştir.“Halkımızın geleceği için en önemli kişinin sen olduğuna inanıyorum. Birçok yeteneğin var, öfke de bir yetenek. Kafanın içindeki şey bir yetenek! Diğer insanlar gibi düşünmüyorsun. Sen öngörülemezsin. Öfkeni zekice kullan. Sana söz veriyorum oğlum, birgün bütün dünya Kemiksiz Ivar’ı tanıyacak ve ondan korkacak.”

Her ne kadar benim kişisel olarak onaylamadığım bir tavsiye olsa da, Ragnar’ın oğluna verdiği bu son tavsiye İvar’ın davranışlarını şekillendirdi. Her zaman öfkeli ve acımasız oldu. Babasının intikamını almak için İngiltere’ye gelen büyük ordu ile beraber tanınmaya başlanmıştı bile. Ancak güç isteği onu yalnızlaştırmış, Acımasız bir lidere dönüştürmüştü.

Bu arada Lagertha, Kattegat’a saldırarak Aslaug’u öldürmüştür. İvar ise zamanla annesinin intikamını almak için Kattegat’a saldırıp oranın hükümdarı haline gelmiştir. (Bu arada bu süreçte, kardeşi Hvitserk ile zorunlu bir bağ kurmuşlardır. Hvitserk, İvar’dan nefret etsede sürekli onunla olmak zorunda hissetmiştir ancak bu, Hvitserk’in hikayesinde detaylı olarak inceleyeceğimiz bir durum.)

Kattegat’da ki hükmü sırasında bir kadın ile tanışır ve onunla bağ kurar. Annesi ve Floki’nin yokluğunda bağ kurduğu tek insan olması onun tarafından manipule edilmeye açık bir insan haline getirdi Ivar’ı. Ivar’ın bu kadın sayesinde Tanrı olduğuna inanması ile beraber, bir Tiran’a dönüşmesi de kaçınılmaz olur. Halkına zalimce hükmeder ve onun tanrı olmadığını söyleyenleri, karşıt fikirleri acımasızca bastırırı. Kattegat’ı geri almak için gelen Bjorn ve ordusu kardeşlerin savaşını sürdürür. İlk seferde başarısız olsalarda, Ivar’ın karısının ona ihanet etmesiyle Kattegat’ı geri ele geçirmeyi başarırlar.

Ivar bir kez daha yalnız kalmış bir şekilde her zamanki gibi şan ve şöhret peşinde koşmaya devam eder. Kattegat’tan kaçmayı başarır ve ipek yolu boyunca seyahat eder. Rus askerler tarafından yakalanması ile beraber, benim için Ivar’ın hikayesinin en güzel kısmı başlamış olur.

Rusya’da güç peşinde koşan, büyük hırslara sahip -dizideki birçok insan gibi- Prens Oleg ile karşılaşır. Ragnar’ın oğlu ve Kattegat’ın eski hükümdarı olması onu ölümden kurtarmış ve hatta bir müttefiğe dönüştürmüştür. Bu arada Rusya, tahtın asıl varisi İgor bir çocuk olduğu için onun sorumluluğunu üstlenen amcası tarafından yönetilmektedir. Prens Oleg’de onun bir amcasıdır. Tahtı ele geçirmek için İgor’u kaçıracak ve İvar’ı Ragnar ile olan konuşmasından sonra yaşayacağı ikinci büyük değişim bekleyecektir. İgor ile kuracağı bağ onu iyi yönde değiştirecek ve daha iyi bir insan yapacaktır.

Gücü eline geçiren Oleg, Kattegat’ı -zamanla çok önemli bir ticaret noktası haline gelen bu yeri- işgal etmek istemektedir. İvar’ın da onunla olması ile onu kukla hükümdar olarak kullanmak ister ve Kattegat’a saldırmak için bir ordu toplar. Bu sırada Rusya’da gelişen olaylar ile beraber İvar, Oleg’in nasıl biri olduğunun farkına varmaktadır. İgor’u sadece güç için yanına aldığını fark eder. Diğer amcası ile beraber çok daha rahat bir hayat süreceğini düşünerek diğer amcası ile işbirliği yapmaya karar verir. Kattegat’a yani Norveç’e saldırmadan önce, İgor ile oldukça güçlü bağlar kurar. Amcasının zulmüne karşı onu destekler ve farkında olmadan, asla sahip olmadığı oğlunun yerine koyar onu. Çok büyük bir askeri güçle Norveç’e saldırırlar ancak, mucizevi şeylerin yaşanması ile beraber (Bjorn’ün hikayesinde buraya mercek tutacağız.) başarısızlık ile geri dönerler.

Burada, Oleg’i tahttan indirmeyi başarırlar. İgor’un daha iyi bir hayat sürmesi ile beraber, artık kendisi de Oleg’in kukla hükümdarı olmak zorunda değildir. Rusya’da bu yaşadıkları onu değiştirir, şekillendirir. Kattegat’ın başında artık Harald’ın olması ile Kattegat’a dönerek geçmişi ile yüzleşmek ister. Hvitserk ile beraber Kattegat’a dönerler.

İvar ile kardeşi Hvitserk’in bağı hakkında buraya kadar hiç bahsetmesem de bahsetmem gerektiğini düşünüyorum çünkü İvar’ın hikayesinin de önemli bir parçası burada yatar. Küçüklüklerinden beri hiç iyi geçinemezler. Hvitserk kardeşi İvar’ın davranışlarını hiç onaylamaz ancak hep yanında olma gereği duyar. İvar’ın ani bir öfke ile kardeşlerinden birini öldürmüş olması, acımasızlığı ve korkunç Tiranlığı, Hvitserk üzerinde travmatik bir etki yaratır. Bu yüzden Hvitserk, kardeşini öldürmek için yemin eder ve onunla seyahat etmesinin tek sebebi artık onu öldürmek istemesi olmuştur. İvar ise bu durumu kabullenir. Kısacası, aralarında ki bağ ilk başlarda çok olumlu yönde gelişmemiştir.

Kattegat’a dönüşü ile beraber İvar’ın çok büyük bir boşluğa düştüğünü gözlemleriz. Bütün hayatını, şan ve şöhret peşinde koşarak geçirmiştir ancak artık bu amaçları anlamsız gelmektedir. Bununla beraber Hvitserk ile aralarındaki bağın olumlu yönde geliştiğini ve iki kardeşin birbirini anlamaya başladığını farkederiz. Kattegat’ta ölüm ile karşılaşabilecekken, çok iyi bir şekilde karşılanır ancak onu bekleyen şeyin, babasının ölümü ile beraber ilk defa gittiği yer olan İngiltere olduğunu düşünür. Norveç’in ilk Kralı Harald’ı da ikna ederek büyük bir ordu eşliğinde İngiltere’ye giderler. Büyük bir hezimete uğrarlar, çünkü artık Vikingler’in altın devri bitmek üzeredir. İvar buradaki bir savaşta hayatını kaybeder. Ölmeden önce ve ölümü esnasında kardeşi ile konuştuğu şeyler ise, İvar’ın değişiminin kanıtıdır.

“Tüm hayatım bu an için bir hazırlıktı. Artık geride durmalısın kardeşim, araya girmemelisin. Seni asla öldüremezdim. Seni seviyorum kardeşim.”

Kardeşine bu sözleri söyledikten sonra savaş meydanına, ölümüne doğru emin adımlarla yürür. Artık, babasına söylediği gibi sürekli öfkeli değildir. Sevginin farkına varmıştır. Ölümü esnasında kardeşine “Korkuyorum” sözlerini sarfetmesi de, hayatı boyunca etrafına korku saçan bir insanın korku ile yüzleşme anı olarak nitelenebilir. Ya da; aslında hayatı boyunca, o da korkmuştur..

Ubbe:

“Babamızın hayali, sadece ve sadece yağmacı olmamamızdı. Babamız meraklıydı. Bu yüzden farklı bir yol izlemeliyiz”

Ubbe, belki de Ragnar’ın oğullarından Ragnar’ı tam olarak anlayan tek isimdir. Hepsi bir şekilde babasının yolunu takip etmeye çalışsa da, hepsinin izlediği yol çok farklıdır. Babalarının kim olduğu konusunda bir fikirleri olsa da asla tam orta da buluşamamamışlardır. İşte bu karmaşa da onun yoluna en çok yaklaşan ne büyük savaşçı Bjorn, ne de büyük lider İvar değil; Ubbe olmuştur. Buradaki önemli nokta ise, Ragnar’ın en mesafeli olduğu oğlu olmasıdır. Aslında detaylı incelersek, her oğlunun Ragnar’ın farklı yüzlerine baktığını görmemiz mümkün olacaktır. Bu yüzden doğru tabir, bence Ragnar’ı en doğru anlayanın Ubbe olmasıdır.

Vikingler’in İngiltere’de hakkı olan toprakları bu farklı bakış açısı ile geri kazanmasını sağlamıştır. Kral Ecbert’nin verdiği ve zorla geri aldığı toprakları, iyi bir anlaşma ile Kral Alfred sayesinde geri almıştır. Babasının halkı için asıl istediği şeyin farkına varmış ve bu uğurda vaftiz edilmeyi bile kabul etmiştir. Tabi ki, farklı bir din ile çeşitli temaslar kuran her insan gibi o da zorlanmış ve karmaşaya sürüklenmiştir. Babasının halkı için verimli topraklar kazanma hayalini gerçekleştirdikten sonra, babasının kaşif yönünü de aldığını gözlemleriz.

Floki’nin keşfettiği harika toprakları görmek için Floki’nin peşine gitmek ister ve bunun için beslediği tutku, yine biz izleyenlere babası Ragnar’ı en iyi şekilde hatırlatır. Yolda başına gelen zorluklara rağmen vazgeçmemesi ve bu yeni toprakları keşfetmek için zorluklara katlanarak ilerlemesi ise takdire şayandır. Keşfettiği topraklarda (Vinland-Kanada) yerlilerle izlediği barışçıl tutum ise, onun “Viking yolu” denilen barbarca yolu körü körüne takip etmediğinin ve barışa değer verdiğini gösteren bir diğer örnektir, zira İngiltere’de de aynı barışçıl tutumu sergilemiştir.

Ubbe; Bjorn ve İvar’ın büyük başarılarının gölgesinde kalsa da insanları anlayabilme yeteneği, diplomatik ve barışçıl tavrı ile keşif isteği sayesinde her zaman dizideki favori karakterlerimden biri olmuştur..

Bjorn İronside:

“Odin, Baba. Büyüyüp gelişmek, yaşlanmak ve bilge olmak istiyorum.”

Bjorn, büyük bir savaşçı ve kaşif. Onu tanımlamanın en kolay ve kısa yolu budur. Küçüklüğünden beri bir savaşçı gibi yetiştirilmiş bir insandır. Ragnar ile en yakın bağı kurma fırsatı yakalayan çocuğudur. Bu yüzden, her ne kadar babasını en iyi anlayan kişinin Ubbe olduğunu düşünsemde ona karşı en gerçekçi bakış açısına sahip olan kişi Bjorn’dur. Şu sözleri ise bu gerçekçi bakış açısını en iyi şekilde anlatabileceğini düşündüğüm sözlerdir; ”İnsanlar sanki o bir tanrıymış gibi konuşuyorlardı. O tanrı değildi, o bir insandı! Her insan gibi, hayalleri ve başarısızlıkları olan bir adam. Bütün başarısızlıklarına rağmen, o hala benim için dünyadaki en büyük adam, en büyük adamlardan bir tanesi..”

Her zaman koruyucu bir kişiliğe ve karaktere sahip olmuştur. Hayatı boyunca inançlarını, ailesini, halkını korumuştur. Bu yüzden bence dizide baştan sona en stabil ve kararlı çizilmiş karakter olarak nitelenebilir. Hatta Bjorn, dizide “İrade” kelimesini sembolize ediyor demek, birçok açıdan yanlış bir tabir olmaz.

Çocukken babasını terk eden annesi Lagertha ile gitmesi ile, uzun ve yalnız yıllar geçirmiştir. Yani aslında, yalnızlık deneyimi ile erken tanışmıştır. Lagertha’nın Ragnar’dan sonra evlendiği adam, ne Bjorn’e, ne de Lagertha’ya gerekli saygı ve sevgiyi göstermemiştir. Ait olmadığı bir köyde, bu hissiyatı güçlendirecek şekilde muamele görünce yalnızlık duygusu da güçlenmiştir. Kattegat işgal edilince, annesi ile beraber babasına yardıma gidene kadar bu his aynı kalmıştır.

Babasına yardıma gitmesi ile beraber, ait olduğu yere Kattegat’a geri dönmüştür. Annesi hariç sevdiği bütün insanlar oradadır. Kısa bir süre sonra babası ile İngiltere’ye gidecek ve savaşta hiç yara almaması sebebi ile İronside(Demiryüz) ünvanını alacaktır. Daha sonra katılacağı savaşlarla, İronside ünvanının hakkını verecek ve yenilmez bir savaşçı olarak ün salacaktır.

Bjorn, listedeki diğer karakterlere kıyasla hiçbir zaman bende büyük bir etki bırakan bir karakter olmamıştır. Ancak iradeli düşünme biçimi ve kararlarını uygulamaya koyarken ki emin duruşu ile her zaman örnek aldığım bir karakterdir. Babasının ölüm yolculuğuna katılmak yerine, Akdeniz’e ve Vikingler için yeni diyarlara yelken açması da buna bir örnektir.

Babasına; “Kader beni başka ülkelere çağırıyor. Akdeniz’i keşfetmem gerektiğini her zaman biliyordum. Şimdi artık, kendi kaderimin peşinden gitmekte özgür hissediyorum.” Dedikten sonra, kendi yolunu çizmek üzere Akdeniz’e yelken açmıştır. Yazının devamında bahsedeceğimiz Halfdan’da onunla beraber gelmiş ve bu yolculuk onun hayatını değiştirmiştir.

Beraber Kattegat’a döndüklerinde ise, büyük bir savaş ile karşılaşacaklardır. Kardeşler birbiri ile savaşmak zorunda kalacak, sonucunda ise İvar’ın kısa ama sancılı Kattegat hükmü başlayacaktır. Bu yüzden Ubbe,Lagertha ve Bjorn’ün dahil olduğu bir kafile, İngiltere’ye kaçacak burada Ubbe’nin babasının hayalini tamamlama öyküsünün başlangıcına şahit olacağız. Bjorn ise, Kattegat’a geri dönerek İvar’dan intikam alacaktır.

Bjorn’ün hikayesinin sonlarına doğru yaklaşırken, kardeşi İvar ile amansız bir mücadeleye tutuştuğunu görürüz. İvar’ın yenilgi aldıktan sonra Rusya’ya kaçması, teknolojik olarak ileri ve çok kalabalık bir ordunun Norveç’e gelmesi ile sonlanacaktır. Bjorn, her ne kadar Norveç’i bu saldırıya karşı birleştirmeye çalışmış olsa da, Norveç’in başa çıkabileceğinden çok daha büyük bir gücün saldırısıdır bu.

İlk savaşta ölümcül bir yara alan Bjorn düşman hatlarında ölü olarak bilinmektedir artık. Son bir saldırı ile Norveç’i bitirmek üzere harekete geçerler. Ancak beklemedikleri şey, Bjorn’ün ağır yarasına rağmen atının üstünde, onları ordu ile yan yana karşılayacak olmasıdır. Ölü gibi solgun olmasına rağmen onu her zamankinden sağlıklı gören Rus ordusu için, Bjorn İronside’ın asla öldürülemeyeceği efsanesi gerçek olmuştur. Bjorn’un ölümünden hemen önceki iradesi, Norveç’i kurtarmıştır. Artık gerçek bir efsaneye dönüşmüştür..

Floki:

“Bu konularla canımı sıkma. Bununla ne işim olur? Ben orman zemininde dolaşan bir karıncayım. Sadece başımın üzerindeki yaprağı görüyorum.”

Floki, belki de harika bir karakter olmasa bile, gerçekten sevgi beslemeyi başardığım karakterlerden biri olmuştur. Floki dediğimizde aklıma her zaman ilk olarak onu gördüğümüz sahne ve gemilerine olan aşkı gelir. Floki bir gemi yapımcısıdır. Ancak işine aşık bir gemi yapımcısıdır. Yaptığı gemilere adeta ruhunu katan ve ürettiği şeylere son derece güvenen bir insandır.

Hayatı boyunca şahit olduğumuz şey, Ragnar’ın hayallerine yelken açabilmesi için gemiler ürettiği olmuştur. Hatta, “Ben gemiler inşa ediyorum, Ragnar. Sen yönlendiricisisin..” sözleri ile Ragnar’a olan güvenini ve ona olan bağını hissederiz. Çoğu vikinge kıyasla, iyi bir aileye sahiptir ve her zaman ailesi onun için bir şeyler ifade etmiştir.

Floki; hikayesi boyunca her zaman etrafında ki kişiler tarafından, ya bir bilge ya da bir aptal olarak nitelenmiştir. Ancak hikayesinin sonlarına kadar bence hiçbir zaman ikiside güzel bir betimleme olmamıştır Floki için. Hikayesinin büyük bir kısmında son derece katı bir Pagan olduğunu görürüz. Sürekli olarak düşünen, zeki ve çılgın bir insan olsa da, hatta gemi yapımı konusunda dahi bir insan olsa da; bu konuda her zaman kendi tanrılarının ekseninde düşünmüştür. Bu düşünce şekli, ilerleyen yıllarda Ragnar’ın asla gerçekten affedemeyeceği bir şey yapmasına sebep olmuştur.

Kendi gerçeğini koşulsuzca kabul etmesi, Athelstan’ın gerçeğinin “sahte ” olduğunu düşünmesine sebep olmuştur. Tabi ki bunda Athesltan ve Ragnar’ın arasındaki derin bağı kıskanması da içten içe etkilidir. Ancak Athelstan’ın kendi inancına döndüğünü görmek, onu öldürmesine sebep olmuştur. Dizinin ilerleyen bölümlerinde Ragnar onu affetmiş gibi gözükse de, ben asla gerçekten affedebildiğini hissetmedim.

Floki’nin hikayesinin de anlam arayışına dönme süreci, hayatında değer verdiği herkesi kaybetmesi ile başlar. İlk önce kızı Angrboda, daha sonra dostu Ragnar, ve son olarak karısı Helga’yı kaybetmesi onu kocaman bir boşluğa sürükler. Adeta her kaybıyla kendisinin de öldüğünü hisseder.

“Bir parçam kızım Angrboda ile öldü, bir parçamı Ragnar ile kaybettim ve Floki olan kişinin son parçasını tatlı Helga’mla kaybettim. Ben artık bir hiçlikten ibaretim ve bu hiçliği de dilediklerini yapmaları için tanrılara veriyorum.”

Bu sözlerden sonra, yaptığı gemilerden birine yalnız başına atlar, okyanusa yelken açar ve kendini gerçekten de tanrılara bırakır. Bu yolculuk garip bir şekilde başarıya ulaşır ve Floki, Tanrılar’ın onu Asgard’a getirdiğini düşünür. Çünkü geldiği yer; insan eli değmemiş hastalık ve savaşın olmadığı bir yerdir. Bu yer, ona ilham verir ve ona yeni bir hayal sunar. İnsanlar ile bu yeri paylaşmalıdır. Çünkü, eğer ki burada savaş ve hastalıktan uzakta bir toplum kurabilirse bu insanlık için yeni bir adım olacaktır.

Burada geçirdiği vakitten sonra, halkına bu ütopik fikrini anlatmak için geri döner. Yanında gelmeye gönüllü insanlar bulur, beraber yeni bir toplum kurmak için yelken açarlar. Ancak geldikleri yer ve Floki’nin anlattığı Asgard’a benzeyen bu yer arasında çok fark vardır. Çünkü, burası daha çok Loki ve devlerin kurak topraklarına benzemektedir. Halk her ne kadar ilk başta birlik olmaya ve fikirlerine sadık kalmaya çalışsa da; burada da insanlar insanlığını yapar. Topluluk bir kaosa sürüklenir. Bütün bu yaşananlar, Floki’nin Tanrı’lara küsmesine ve insanlara inancını kaybetmesine sebep olur. Tanrılar’ı gördüğünü düşündüğü için kendinin deli olduğuna inanmaya başlar ve topluluğu kendi haline bırakarak, onları terk eder. Yalnız başına, yeniden yelken açar. Biz izleyiciler ise onun bir mağara’da ezilerek öldüğünü düşünürüz. Ta ki Vinland(Kanada’da) Ubbe ile karşılaşana kadar.

Ubbe ile karşılaşması, oradaki yerliler ile iyi bir ilişki kurduğunu ve dağda kendi başına yaşamaya başladığını bizlere anlatır. Floki’nin oraya tam olarak nasıl geldiğini ben hala anlamamış olsam da, Floki hikayesinin sonuna doğru insanların ona yakıştırdığı bir sıfat olan, bilge sıfatına tam olarak oturmaktadır artık gözümde. Dizinin final sahnesinde Ubbe ile yaptıkları sohbette, bana dizinin sahip olabileceği en iyi final sahnelerinden birine sahip olduğunu düşündürdü.

“+Tavsiyen var mı Floki?

-Tavsiye mi? Her zaman ayakkabındaki taşları çıkar. Bu iyi bir tavsiye.

+Buraya gelerek doğru şeyi mi yaptık?

-Sen ne düşünüyorsun?

+Bir seçeneğimiz olduğundan emin değilim.

-Ben hiçbir şeyden emin değilim. Artık değil.

+Tanrılar burada mı, onları gördün mü?

-Bu konularla canımı sıkma. Bununla ne işim olur? Ben orman zemininde dolaşan bir karıncayım. Sadece başımın üzerindeki yaprağı görüyorum. Yaprak güneşten korunmamı sağlar.

+Mutlu musun?

-Peh…

+Hala bilmem gereken çok şey var.

-Hiçbir şeyi bilmene gerek yok. Bu önemli değil. Geçmişin peşini bırak.

+İnsanlar seni seviyorlar.

-Bu tam olarak ne anlama geliyor?

+Ragnar’ı hatırlıyor musun?

-Tabi ki hatırlıyorum. Gecelerimi rahatsız ediyor. Hep etrafımda. Ondan kurtulamıyorum. Ona yeni bir gemi yapmamı isteyip duruyor! Ben de diyorum ki, yeni bir gemiyi ne yapacaksın Ragnar? Ölüsün sen! Sen ona benziyorsun..”

+Ne dediğin umrumda değil.. Seni seviyorum Floki.

-Ne söylediğim umrunda değilse, hiçbir şey söylemeyeceğim. Ne olursa olsun, yakında ölmüş olacağım.

+Bu son mu? “

Tanrıların varlığından son derece emin, bir gemi yapımcısıydı Floki. Ancak yaşam, onun elinden kesin bir bilgiyi almış olsa da daha değerli bir şeyi vermiştir bana göre. Artık hiçbir şeyden emin değildir, ne tanrılardan ne de hayat hakkındaki herhangi bir şeyden. O bir karıncadır. Hepimiz gibi sadece başının üstündeki yaprağı görüyordur. Gerisi hakkında bilgi sahibi olması imkansız ve bu yüzden gerisini dert etmiyor. Kesin bir bilgi sahibi olamayacağı konuları olduğu gibi kabul etmenin özgürlüğünü yaşıyor. Bu yüzden dizinin sonunda, işte tam olarak bu yüzden Floki bence “Bilge” olarak nitelenmeyi hakkediyor..

Halfdan:

“Bu yaşam ve bu ölüm, kardeşim..”

Halfdan her ne kadar hikayesi diğerlerine kıyasla çok kısa olan bir yan karakter olsa da bu yazıyı yazma fikrini bana veren karakterdir aynı zamanda. Hatta bana en çok ilham veren karakterdir belki de. Hikayesinde anlatacak çok bir şey yoktur, çünkü abisi Harald’ın hayalini kendi hayali gibi benimsemiştir bu yüzden hayatının çoğunu onunla et ve tırnak gibi geçirir. Daha sonra, günün birinde Bjorn ile beraber Akdeniz’e yelken açarlar. İşte bu yolculuktan sonra Halfdan, bana ilham vermeye başlamıştır.

Akdeniz’de, karaya çıktıklarında çöllerde seyahat ederler ve Halfdan, anlamı çöllerde bulur. Hiçliğin ortasında, keşfettiği şeylerin güzelliğiyle tamamlanmış hisseder. Hayatını bu sadeliğe adamak isterken, Norveç’e geri dönerler ve Halfdan, abisine karşı savaşmak zorunda kalır. Onun için bu savaşın artık bir anlamı yoktur; güç, altın, şan ve şöhret anlamını yitirmiştir. Çünkü sadeliğin güzelliğini keşfetmiştir. Savaş alanında abisi ile karşılaştıktan sonra, ölüme kollarını açar. Ölüm sahnesi ise, çok çarpıcıdır. Bir anlığına Halfdan’ı, hiçliğin ortasında görürüz ve ağzından “Bu yaşam” sözleri dökülür. Tekrardan savaş alanına döndüğümüzde ise “ve bu ölüm, kardeşim” sözleri ile bizlere. Yaşamın anlamını sadelikte bulduğunu ve güç,şan ve şöhret peşinde koşmanın getireceği tek şeyin yıkım olduğunu sembolik bir şekilde anlatır..

Son Söz:

Evet, kabul ediyorum. Vikingler son derece barbarlar. Ancak bence, en kötü insandan bile öğrenecek bir şeyimiz var. O insanın kendisinden olmasa bile, öyküsünden bir şeyler öğrenebilmeliyiz. Bu dizi, bana çok şey öğretti. Dizinin kendisinden değişimin kaçınılmaz olduğunu , bu yazıda bahsettiğim her bir karakterin sayesinde ise son derece değerli bambaşka şeyleri öğrendim. Ragnar’dan sorgulamanın değerini ve gücün getirdiği yozlaşmayı, Athelstan’dan gerçeğin çok farklı yüzleri olduğunu, İvar’dan şan ve şöhretin hayatın amacı olarak nitelendirildiğinde sadece ve sadece yalnızlık ve korku getirdiğini, Bjorn’den iradeli ve kararlı olmayı, Ubbe’den insanları anlamanın ve en azından anlamaya çalışmanın değerini, Floki’den işine tutku ile bağlı olmayı ve hiçbir şeyden emin olmamayı, son olarak Halfdan’dan ise sadeliğin getirdiği mutlak huzuru öğrendim.

Elimden geldiğince “Bir diziden neler öğrenebiliriz?” sorusunu cevaplamaya çalıştım. Ancak bence, öğrenmenin ilk kuralı düşünmektir ve eminim ki bu diziden sizler de çok farklı şeyler öğrenebilirsiniz. Tek yapmanız gereken, benim üstünkörü bir şekilde anlattığım hikayeleri ve çok daha fazlasını bir de dizinin senaristlerinin kaleminden izlemek..

--

--

Furkan Elmalı
Türkçe Yayın

Bir şeyler yazmayı seven; izledikleri, okudukları ve oynadıklarından gördüklerini paylaşmak isteyen biriyim. Sık sık düşünüp araştırarak yazılar yazacağım.